Naim Babüroğlu
Ümmet mi?..
Birinci Dünya Savaşı döneminde, Almanlar Osmanlı Devleti’ne “Enverland” derlerdi. Yani, “Enver’in Ülkesi”... Türkiye’ye malzeme taşıyan vagonlara, “Enverland’a Gider”yazılıyordu. Çünkü, Enver Paşa tek adam olmayı başarmıştı... Falih Rıfkı Atay, “Zeytindağı’nın Allahaısmarladık” bölümünde: “Artık Şam’dan ayrılıyorum... Tren giderken iki tarafımızda Suriye ve Lübnan’ı sanki safra gibi boşaltıyoruz. İstasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene: ‘Benim Ahmed’i gördünüz mü?’ diyor. Hangi Ahmed’i, yüz bin Ahmed’in hangisini? ‘Bu tarafa gitmişti’, diyor. ‘Ahmed’imi gördün mü?’ Hayır... Hiçbirimiz Ahmed’ini görmedik. Fakat Ahmed’in her şeyi gördü. Allah’ın Muhammed’e bile anlatamadığı cehennemi gördü.”
★★★
Evet, ıssız ve sahipsiz Anadolu’nun sahipsiz anaları işte böyle ağlıyorlardı. Yokluklar içinde büyüttükleri ve vatan için askere yolladıkları Ahmetlerini arıyorlardı... Ahmetler, Osmanlı’nın olmayan çöllerinde, kavurucu sıcaklarda yitirilmişti. Anadolu’nun sütü, böyle heba edilmişti. Ahmetler, Osmanlı’nın oynadığı kumarda kaybedilmişlerdi...
★★★
Peki, Ahmet’in kanının aktığı o topraklar, gerçekten Osmanlı’nın olmuş muydu? Cevabı Falih Rıfkı Atay veriyor: “Biz Kudüs’te kirada oturuyoruz. Halep’ten bu tarafa geçmeyen şey, yalnız Türk kâğıdı değil ne Türkçe ne de Türk geçiyor. Floransa ne kadar bizden değilse, Kudüs de o kadar bizim değildi... Ticaret, kültür, çiftlik, endüstri, binalar her şey Arapların veya başka devletlerin... Türkleşmiş hiçbir Arap görmedikten başka, Araplaşmamış Türk’e az rasgeliyordum... Osmanlı İmparatorluğu’nda bütün azınlıklar imtiyazlı oldukları için, herhangi bir Müslüman azınlığın çocuğu olmak, Türk olmaktan daha faydalı idi... Suriye, Filistin ve Hicaz’da: ‘Türk müsünüz?’ sorusunun birçok kereler cevabı ‘Estağfirullah!’ idi. Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş ne de vatanlaştırmıştık. Ve kendimizi otelciye, lokantacıya, hatta posta memuruna anlatmak için yavaş yavaş Arapça öğreniyorduk...” Osmanlı’nın son yıllarını, “Zeytindağı”nda böyle anlatır, Falih Rıfkı Atay.
★★★
Yıl 2024... Türkiye’de sığınmacılara, Tıpta Uzmanlık Sınavı gibi bazı alanlarda Türk vatandaşlarından daha fazla haklar tanınıyor. Vatanın sahipleri yabancılaştırılıyor...
Ve Türkiye’nin demografik yapısı, değişim tehlikesiyle yüz yüze... Bazı yerlerde değişti bile... “Ümmet” çığlıkları yükseliyor. “Müslüman olmayana Türk denmez” söylemi dolaşıyor. Cehalet, bilinçli bir tercih elbette. Müslüman olmayan Büyük Hun İmparatorluğu hükümdarı Mete Han, Türk değil mi mesela? M.Ö.209’da kurulan Türk Ordusu, o dönemde Müslüman olmadığı için Türk değil miydi?.. Cumhurbaşkanlığı forsunda yer alan, 16 Türk Devleti’nin hepsi Müslüman mıydı?.. Büyük Hun, Batı Hun, Avrupa Hun, Ak Hun, Göktürk, Avar, Hazar, Uygur Devleti Müslüman olmadıkları için Türk değiller mi? Müslüman olmadıkları için Türklükten mi reddedilecek?.. Şu anda yaşayan Çuvaş, Gagavuz, Karay, Altay, Tuva, Yakut, Hakas, Sarı Uygur Türkleri Müslüman olmadıkları için Türk sayılmayacaklar mı? Müslüman olmadığınız için, Türk olamazsınız mı denilecek?..
★★★
Atatürk, 1930’da Millet’in tanımını yapmış ve noktayı koymuştu. Bu tanım, Türk tarihinin de özetidir: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.” Mustafa Kemal, Osmanlı’dan kalan en büyük mirasın, çağdaşlaşmaya engel olan cehalet olduğunu anlar. O’nun gerçekleştirdiği devrimin ana hedefi, bir ulus devletin, Türk ulusunun yaratılmasıdır. Cumhuriyetin kuruluş felsefesinin temelini ulus devlet, üniter devlet ve laik devlet yapısı oluşturur. Ulus devlet anlayışı, etnik ve dinsel temellere dayanmaz. Ulus devlette, dil önemlidir. Üniter devlette ise tek bir ülke, tek bir egemenlik, tek bir ulus vardır. Laik devlet yapısı, Atatürk ilkelerinin temel taşıdır.
★★★
Milleti öldürüp yerine, tarih sahnesinden acı ve kanlı tecrübelerle silinmiş bir ümmet koyma gayreti... Türkiye’yi, sadece karanlığa ve parçalanmaya götürür. Dünyanın en zengin enerji kaynaklarına sahip bazı ülkelerin, tek buluşları yok. Neden? “Biat” kültürü, “kul” demek. “Liyakat” kültürü, “özgür birey” demek. “Liyakat”, akıl ve bilim demek... Ümmet peşinde olanlar... Başkalarından satın aldıkları silahla birbirlerini öldüren ve başkalarının bulduğu ilaçla iyileşmeye çalışan coğrafyaya özeniyorlar... Millet yerine, Ümmet’e ve Araplaşmaya özeneneler... Ama sürekli Batı’dan medet umanlar... Kendi çocuklarını hep Batı’daki okullara gönderiyorlar... Neden?.. Sorgula!.. Sorgularsan, yolun Atatürk’e ve O’nun devrimlerine çıkar...
★★★
Ne diyor Falih Rıfkı Atay, “Zeytindağı”nda?.. “Eğer medrese ve şuursuzluk devam etmiş olsaydı, Araplığın Anadolu yukarılarına kadar gireceğine şüphe yoktu...” Pusulasını bu yöne doğru çeviren Türkiye... Bu pusulanın yönü, istikrarsızlık, acı, gözyaşı ve parçalanmaktan başka bir şey vadetmez.
Ve, Atatürk’ün olmadığı bir pusula, sadece ve sadece karanlığı vadeder...
Ve fakat, cehalet gerçekten bilinçli bir tercihtir...
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.