Ertuğrul Özkök
Önceki gece üç kişi ödül aldı; beş kişi beni ağlattı
O çocuğun hikayesi 1 Ekim 1989 günü başladı.
O gün Trabzon’da bir çocuk doğdu ve alın yazısı da o gün yazılmaya başladı.
Doğuştan kas erimesi hastalığı vardı.
Yine de 8 yaşına kadar yürüyebildi.
Hatta bazı arkadaşları ile sokakta bile oynayabildi.
Ama 8 yaşına geldiğinde artık hayatının geri kalanında onun adının başına yazılacak sıfat belli olmuştu…
Önce sakat dendi sonra özürlü ama sonra
Önceleri “sakat” dendi.
Sonraları daha zarif bir kelime bulacağız derken daha incitici bir ifade bulundu:
“Özürlü…”
Sonunda, hayatının geri kalanında onu o yapacak gerçek kelime yerine oturdu:
“Engelli…”

Abdullah Öztürk
Önceki gece işte o çocuğa çok güzel bir ödül verildi
Trabzon’da doğan çocuğun adı Abdullah Öztürk’tü…
Ve o çocuk önceki akşam Kuruçeşme Divan’da yapılan törende “Mustafa Koç yılın sporcusu” ödülünü kazandı.
Mustafa Koç ödüllerinin bu yıl 9’uncusuydu.
Öylesine başarılı bir jüri oluşturuluyor ki, her yıl hepimizi çok etkileyen ödüller veriliyor.
Ama bu yılki ödül sanki çok başkaydı.
Bu yılki ödül daha girişten çok farklıydı
Koç Holding Yönetim Kurulu Üyesi ve Mustafa Koç’un eşi Caroline N. Koç bu ödül sürecini çok güzel yönetiyor.
Bu yıl Kuruçeşme Divan’ın girişinden itibaren fark görülüyordu.
Işıklı bir koridordan geçerek salona gidiyordunuz.
Tören salonu bir uçtan ötekine kaplayan dev ekran ve üzerindeki tasarım olağanüstüydü.
Salonu devasa bir sahneye dönüştürmüştü.
Ama en önemlisi bu yıl verilen ödüller tam ama tam yerine gitmişti.
Bu yıl 3 ayrı kategoride ödüller verildi ama ben ödül verme sırasında ikinciden başlayacağım.
Alın yazısına isyanın ilk cümlesi: Ben engel tanımıyorum
Girişte anlattığım sahne o çocuğun hikayesinin sonuydu.
Sekiz yaşında kas erimesinden yürüme kabiliyetini kaybeden Abdullah Öztürk’ün alın yazısına başkaldırma bilincine geldiğinde aldığı ilk karar şu oldu:
“Ben engel tanımıyorum…”
Oysa yürüyemiyordu.
Hayatı artık bir engelli sandalyesi üzerinde geçecekti.
Hatta “Ben engel tanımıyorum” cümlesini bile zorlukla telaffuz ediyordu.
Çünkü kas erimesi, mimikleri de yüzünden almış konuşmasını zorlaştırmıştı.
Gazi Üniversitesi’ne giden uzun ve zor yol
Ailesinin imkanları çok sınırlıydı.
Yoksuldular ama hem anne hem baba engelli çocuklarının eğitimi konusunda büyük bir manevi zenginliğe sahipti.
Çocuklarının eğitimi için Ankara’ya taşındılar.
Ankara’da özel bir yatılı engelli okulunda eğitim gördü.
Herkes bilsin diye onu yetiştiren okulun adını da vereyim.
Doğan Çağlar Özel Meslek Okulu…
Sporla orada tanıştı.
Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu Antrenörlük bölümüne girip mezun oldu.
Masa tenisi de o yıllarda başladı…
Olimpiyat’ı kazandığı maçı mutlaka seyredin ne dediğimi anlayacaksınız
Önceki geceye kadar kafamda sandalyeye bağımlı bir insanın masa tenisi oynaması ile ilgili hiçbir fikir yoktu.
Geceye önce onu Olimpiyatlarda dereceye götüren maçını izleyerek başladım.
Bilmiyorum hayatınızda hiç engelli iki insanın masa tenisi karşılaşmasını izlediniz mi?
İnsanı hayretler içinde bırakan bir sürat.
İnanılmaz bir konsantrasyon yine hayretler içinde kaldığınız bir ritm.
Allah insanın ayaklarından aldığı kabiliyeti, beynine, kollarına, karar verme kabiliyetine nasıl böylesine hayret verici biçimde eklemiş…
Kendini masa tenisi oynarkenki kadar başarılı ifade ediyor
Seyrederken Abdullah Öztürk gözümde büyüdü büyüdü…
Devleşti.
Ve Paralimpik Olimpiyatlarda şampiyon olduğu anki sevinci…
Uçurdu hepimizi…
Bir süre sonra o “engel” denen şey gözümde silindi gitti ve geriye dört dörtlük bir sporcu kaldı.
Sonra onu dinledik.
Kas erimesinin yüzüne getirdiği konuşma zorluğu, ona kendinden emin bir muhakeme kabiliyeti ve ifade rahatlığı olarak geri dönmüş.
Verdiği mücadeleyi anlatırken kendinizi bırakıyorsunuz.
Ağlıyorsunuz.
Ama katiyen bir hüzün gözyaşı değil bu…
Tam aksine mutluluk gözyaşları.
Alın yazısını kendi yazmaya azmetmiş bir insanın size verdiği hayranlık duygusu.
Onu anlatan filmde olağanüstü bir insan daha tanıdık
Onu tanıtmak için hazırlanan filmde olağanüstü bir insan daha tanıdık.
Onun hocası, hayat koçu…
İlhami Kılınçkaya…
O nasıl bir samimiyettir… Nasıl bir güven duygusudur.
Olaylara bakıştaki psikiyatr bilgelik…
En zor olayı bile muzip bir cümle ile tamamen tersine çevirme kabiliyeti…
Bazen bineceğimiz otobüse almak istemeyen bile çıktı
Bir de kadın paralimpik masa tenisi takımımızdan birini tanıdık.
Nergiz Altıntaş…
“Hayat kolay değildi bazen binmek istediğimiz otobüse bile alınmak istemiyorduk” diyor.
Eminim benim gibi salondaki herkes gönlünden bir ödülü de o kadın masa tenisçimize vermiştir.
Tekerlekli sandalye ile gelen başarılar
Abdullah Öztürk’ün hikayesine dönüyorum.
Böyle başlayan bir hayattan sonra gelen bir şampiyonluklar resmi geçidi…
(*) 2014 yılında Dünya Para Masa Tenisi Şampiyonası’nda takım olarak gümüş madalya.
(*) 2016 2016 Yaz Paralimpik Oyunları’nda tek erkekler sınıf 4 kategorisinde altın madalya.
(*) 2020 2020 Yaz Paralimpik Oyunları’nda yine bireysel olarak altın madalya.
O artık Türkiye’deki bütün engelliler için çalışan bir gönüllü
Ve asıl en büyük şampiyonluğu…
O artık Türkiye’deki bütün engelliler için gece gündüz çalışan bir gönüllü…
Ayağa kalktım, ceketimi ilikledim ve önünde eğildim bu azmin…
Bu arada engelli sporcular için büyük çaba harcayan Murat Aksu’yu da anmak istiyorum.
Gecede o da oradaydı.

Enver Yıldırım
Kılınç kuşanmış 1 devletin “epe” ile tanışması
Gecenin ilk ödülü ise Olimpik kategoride bir sporcuya verildi.
Milli eskrimcimiz Dr. Enver Yıldırım.
Biz kılınç kuşanmış 16 devletin temsilcisiyiz ama “Epe” kuşananımız neredeyse yok denecek kadar azdı.
İşte öyle bir dalda, azimli bir genç insan “eskrim” dalında başarılara imza atmış akademik bir sporcumuz.
Önceki gece eşi ile birlikte bize öyle güzel ve umut dolu bir tablo gösterdiler ki…
Onların karşısında da ayağa kalktım önlerinde eğildim.
Ve sıra gecenin benim için çok özel anlamlı ödülüne geldi.
Bana “yaşam boyu spora hizmet ödülü kime verilsin” diye sorsalardı
Bu yıl ilk defa “Yaşam boyu spora hizmet ödülü verildi…”
İlk ödül kime verilmeli diye bana sorulsaydı, banko o isme verirdim.
Milli güreşçimiz Ahmet Ayık’a…
Adının anons edildiğini duyunca çok sevindim.
O sahneye çıkarken ben 1956 yılına gittim.
9 yaşımda beni Hürriyet ile tanıştıran güreşçilerimiz
Dokuz yaşındayım ve Hürriyet gazetesi ile tanışıyorum.
Çünkü gazete muhabir göndermiş, Avustralya’daki Olimpiyatlarda güreş milli takımımızı izliyor.
8 madalya alıyoruz.
Üçü altın.
Hürriyet gazetesinin manşetindeki illüstrasyonlarını göğsüme bastırıyorum.
“Milli heyecan” nedir öğrendiğim yıllar.
Hamit Kaplan… Mustafa Dağıstanlı… İbrahim Zengin... Adil Atan
Bu isimler bugün 78 yaşımda hala hafızamda aynen duruyor.
Tıpkı Macaristan’ı 3-1 yenen milli futbol takımımız gibi.
Tokyo olimpiyatlarında muhteşem bir ağır siklet
Sonra 1964 Tokyo Olimpiyatları geliyor.
Artık 17 yaşındayım.
Ve o yıl Tokyo Olimpiyatlarında, hem de ağır siklette yeni bir güreşçimiz hafızalarımıza giriyor.
Ahmet Ayık…
O günden bu yana 61 yıl geçti.
Önceki akşam Abdullah Öztürk’ü ödül alırken gördüğümde 1964'teki heyecanım aynı duruyordu sanki.
“Er meydanı” minderi kadın güreşçilere açan büyük insan
Ahmet Ayık herhangi bir sporcu değil.
Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’te, köyden çıkıp, dünyanın en ileri metropollerindeki modern zihniyete taşıyan bir insan.
Türk güreşinde en büyük devrimi yapan oydu.
Güreş minderini kadınlara açan yöneticimiz bizim o.
Hem de ne zorluklarla savaşarak.
İlk kadın güreşçilerimiz minderde erkeklerce yuhalandı
O ilk kadın güreşçilerimiz minderde yuhalandılar ilk günlerde tribünlerdeki erkek seyirciler tarafından.
“Vazgeçelim” diyenler oldu.
Yılmadı Ahmet Pehlivan…
O bir ağır siklet Olimpiyat şampiyonuydu.
Vicdanının ve Atatürk Cumhuriyeti'nin ona verdiği bütün yüreği ile bastırdı…
Tuşa getirdi bütün o yuhalayanları.
Minderdeki en büyük zaferiydi bu onun.
Ve bugün artık kadın güreşçilerimizin altın, gümüş. bronz madalyalarını hepimiz millet olarak boynumuza takıp gururla dolaşıyoruz..
Bu Cumhuriyet dünyada kadınlara oy hakkı veren ilk ülkeydi.
Kadın güreşçilere minderi açan da o ülke oldu.
Çok yaşa Ahmet Ayık…
Bütün ödüller sana helal olsun milli başpehlivanımız…
Gecenin gölge saksafoncusu meğer ünlü bir yazarmış
Gecenin başlangıcında çok güzel bir dans performansı izledik.
Dev ekran ve o güzel tasarımın önünde etkileyici bir şovdu.
Dansa bir de saksafoncu eşlik ediyordu.
Ancak onu hep ekranda bir gölge gibi seyrettik.
Şov bittiğinde anons edildi.
Meğer o saksafoncu ünlü yazarımız Kürşat Başar’mış.
Önceki gece üç kişi ödül aldı beş kişi beni ağlattı
Önceki gece işte böyle harika bir geceydi.
Bol bol ağladım.
Üç kişi ödül aldı, beş kişi beni sevinçten ağlattı.
Bütün tören boyunca ayağa kalkıp kalkıp alkışladım.
O ödülleri verenlerin önünde de saygıyla eğildim.
Ve şunu anladım.
Yaş aldıkça ağlamak kolaylaşıyor.
Ağladıkça son 20 yılda kaybettiğimiz insanlık, vicdan, sevgi, muhabbet çok güzel bir insanlık hali olarak yine bize dönüyor.
Önceki gece bir kere daha anladım ki…
Ağlamak güzeldir.
Ağlayabilmek de güzeldir.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.