Recep Tayyip Erdoğan ve azametin sonu

Bir yıldır öyle günlerden geçiyoruz ki halkımız, devasa bir demir mengenenin arasına sıkışmış durumda.

Bir yanı yüz yılın en can alıcı Covid-19 salgını, diğeri tırmanan pahalılık ve işsizlik.

Gelin görün ki, bu sorunları çözmek için halktan yetki almış politika takımı ise, sadece sandıktaki OY hesabı için akla, insafa ve hatta ahlaka sığmayan bir ağız dalaşını pervasızca sürdürüyor.

Ülkenin yakın geçmişinde halk “OY’u” dışında, hiç bu kadar yalnız kalmamış, aç-açık bırakılmamıştı. Bu durum, 24 Haziran 2019 İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı seçiminden önce bu şiddette değildi. O yerel seçim öncesi AK Saray şunları söylüyordu: “İstanbul’u kaybedersek, Türkiye’yi kaybederiz”.

Yetmemişti, “Ben kaybedersem, Türkiye her şeyini kaybeder” diyerek “vazgeçilmezliğini” ilan etmişti. Korktuğu başına gelmiş; Yalnız İstanbul’u değil, hemen bütün büyük kentler elinin altından kayıp gitmişti.

Demokrasiyi “sadece sandık” diye anlayan ve sandık sayesinde devletin bütün güçlerini eline alan ve öylece “Tek Adamlığıyla” dünyaya meydan okuyan AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan sonunda “sandıkta” yenik düşmüştü.

O nedenle, ne yaparsa yapsın artık yüzde 50’nin altına düşeceğinin ve içerde-dışarda önüne gelene “Osmanlı tokadı” atamayacağının stresine (gerginliğine, sinirliliğine, sıkıntısına) kapıldı.

REİS’lerin bilinçaltında “azamet (büyüklük)” duygusu zirvede olduğu için Osmanlı Sarayında olduğu gibi, o yenilginin sorumlusunu ve suçlusunu “hal” etmesi gerekirdi!

Politikaya atıldığından beri en iyi bildiği ve her seçimden sonra kendi deyişiyle daha da “ustalaştığı” yeteneği, rakipleriyle arasındaki gerginliği tırmandırmaktı. Öylece, ülkenin ve halkın birincil gündemini yani AŞ-İŞ derdini gölgelemek, karartmak gerekirdi.

Nasıl olsa, karşısında dişe dokunur tek parti CHP de, O’nun gündeminin arkasından koşturma konusunda “çok başarılıydı”!

21. yüzyıl dünya haritasında, (tasfiye olan Donald Trump dışında) liderlerin birbirine karşı “yalancı”, “ikiyüzlü”, “rezil”, “sahtekâr”, “karaktersiz” gibi sıfatları ağza almayı alışkanlık haline getirdiği bir başka demokratik ülke yoktur.

Demokrasiyi yerleştirmeye çalışan yani söz, yazı ve tartışma özgürlüğünü amaçlayan bir ülkenin parti başkanları, karşılıklı olarak nefret ve kin duygularını tatmin için kullandıklarında, toplum indinde onulmaz yaralar açarlar. Açtılar da…

2002’de AKP iktidara gelene kadar seçilmiş dört Cumhurbaşkanı ve altı Başbakan geldi ve gitti. Özellikle birlik ve dirliği zedeleyecek tek adım atmadılar. Dış ilişkilerde hepsi de, önyargılarına ve duygusallıklarına kapılmadılar. Dış politikayı iç politikaya alet etmediler. Yeri geldiğinde çok yürekli, gerektiğinde yumuşak olabildiler.

İktidardayken, her zaman muhaliflerine karşı saygılı, halka hoşgörülüydüler. Partiler arası tartışma ortamında hazırlıklı ve donanımlı olmaya özen gösterdiler. Sorunlu konularda sabırlı bir özgüven içinde olabildiler.

2007’den beri Başbakan, sonrası Cumhurbaşkanı iken, AKP Genel Başkanında bu niteliklere, sıfatlara ve yaklaşımlara benzer bir söylem ve eylem hiç yok gibi.

Demokrasilerde, sandıktan çıkmak elbette zorlu bir emek ister. Hedefe varmak için yeri geldiğinde “kızılcık şurubu içip, kan kusmaya”* da katlanmak gerekebilir. Ne var ki asıl azamet (büyüklük), yurttaşın birliği-dirliği için sandıktan çıkmamayı da kabullenmek ve içselleştirmek ile olur.

Yakın siyasi geçmişte, sandıktan gelip, sandıktan giden birçok saygın ve anılan politikacı var. Her koşulda çıkma hırsına kapılıp gözü başka hiçbir şey görmeyenlerin, sandıktan çıksa da, çıkmasa da saygın ve anılır oldukları görülmemiştir.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.