Tevfik Kızgınkaya
Halkın Yanında Olmak
“Bütün Suç Halkın mı” yazımın sonunda çözüm için siyaseti göstermiştim.
“Halkı suçlamanın kolaycılığından vazgeçelim.
Anlayış ve politikalar değişmedikçe iktidarların değişmesi çözüm değildir.
Çözüm;
Siyasete soldan, toplumcu pencereden bakan,
Cumhuriyetin ilkeleriyle barışık,
Halktan ve emekten yana politikalar ortaya koyan ve uygulayan siyasi iktidardadır.”
*
Ekonomideki çöküşün yarattığı yaşamsal sorunlar karşısında
Kaçınılmaz olarak seçim sürecine giren ülkemizde,
Muhalefet partilerinin
Halkın içine girmeleri, esnafları ziyaret etmeleri,
Toplum önderleri, demokratik kitle örgütleri ve meslek odaları ile bir araya gelmeleri ve sorunlarını dinlemeleri,
Gençlere geleceğe yönelik umut vermeleri,
Geçmişten bu yana atılması gereken doğru adımlardır.
*
Halkın içinde olmak tamam da…
Sadece seçimin matematiğine odaklanarak
Halka, özellikle de gençlere verilen sözler,
Yapacağım, çözeceğim gibi genel politik söylemler yeterli midir?
Bugün var olan sorunların temelinde yatan ekonomik çöküşün,
Halkta yarattığı yokluğa ve yoksulluğa
KALICI bir ÇÖZÜM getirebilecek mi?
*
Bu soruyu,
Çok değil, 20 yıl önce yaşadıklarımıza dayanarak soruyorum.
DSP-MHP-ANAP koalisyonunun çöküşünü,
RTE-AKP’nin doğuşunu anımsayarak soruyorum.
*
Bugün yaşamakta olduğumuz,
Ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel sorunların kaynağında
40 yıl önce süslü sözlerle, pembe tablolarla sunulan,
Yenidünya düzeninin (YDD) dayattığı
Serbest piyasa ekonomisi yatmaktadır.
Kapitalizmin bu “neo-liberal” programı,
24 Ocak (1980) kararları ile Turgut Özal tarafından 12 Eylül’ün yasaklı koşullarında uygulanmaya koyuldu ve…
Devlet, üretim ekonomisinden kopartıldı,
Fabrikalar ve tüm üretim tesisleri satıldı,
Tarıma, sanayiye verilen destek kaldırıldı,
Sağlıktan eğitime, çalışma yaşamına kadar tüm temel hizmetler piyasalaştırıldı,
Emek değersizleştirildi, sermaye yüceltildi…
Ardından gelen siyasi iktidarlar da bu programı uygulamayı sürdürdüler.
*
1998’de kurulan DSP-MHP-ANAP koalisyonu
Ekonomideki tıkanmışlığa çareyi Dünya Bankasından gelen Kemal Derviş’te aradı.
Ülkemiz ekonomisini yıkanların programı aynen uygulandı ve…
Acı reçete Halka ve çalışanlara ödettirildi.
Sonuçta Halk isyan etti, koalisyon çöktü,
RTE-AKP yeni bir kurtarıcı olarak sunuldu.
*
Kapitalizm 1977’de CHP’ye, 2000’de koalisyon hükümetine vermediği desteği,
Özal’a verdiği gibi RTE-AKP’ye de verdi.
Dövizin bol olduğu dönemde bolca alınan “borç” döviz,
Yola, köprüye, inşaata, asfalta ve betona yatırıldı, Özal’ın yaptığı gibi…
Yediğimiz, içtiğimiz, kullandığımız her şeyi dışardan almaya başladık.
Dünyada bolluk bitince, döviz gelişi kesilince, ekonominin çarkları da durdu.
Borçları geri ödemeye, memurun çalışanın maaşına, iktidarın “itibar” harcamalarına,
Ödeme garantili yaptırılan işlere…
Lazım olunca para,
Gözler döndü yokluğu, yoksulluğu, işsizliği yaşattıkları Halka.
Başlandı “bu zorluğu milletçe hep birlikte aşacağız” söylemleri,
Ve tabi ki yağmur gibi yağmaya başladı zamlar ve de vergiler…
Halkın elinde, avucunda artık ne kaldıysa…
Bir de “inat ekonomi politikası” ile indirilince faiz…
Türk lirasında ne itibar kaldı ne de değer.
Döviz kurlarına mı, rekor dayanmıyor.
*
40 yılın kısa özeti budur.
Kapitalizmin politikaları Halkı isyan etme noktasına getirince,
Sol siyasi partiler seçenek olup iktidara gelince,
Bana borçlusunuz, benim parama muhtaçsınız diye programlarını dayatacaklar,
Bir de kendi temsilcilerini gönderecekler,
Alacakları paraların geri ödemesini garantiye alacaklar,
Verdikleri acı reçeteyi uygulatmak için baskı yapacaklar,
Sonuçta Halk canından bezecek, yeni bir kurtarıcı arayacak,
Ve RTE-AKP gibi yeni bir aktör bulunacak…
Tarih tekerrür etmeye,
Kapitalizmin sömürü çarkları da dönmeye devam edecek.
*
Ülkemizi her alanda böylesi bir çöküntünün içine sokan bu “düzen”in,
Ülkemizin ve Halkın özellikle çalışanların çıkarına olmadığı ortadadır.
Kazanan; düzeni yaratan uluslararası sermaye ve düzenin yarattığı iktidar sahipleridir.
Bu düzen değişmedikçe kaybeden yine Ülkemiz ve Halkımız olacaktır.
Bugün Halkın güvenini kazanmak ve desteğini almak isteyen muhalefetin,
Özellikle de Halkın partisi olarak kurulan,
Tüzüğünde “demokratik sol bir siyasal partidir” kimliği yazılı olan
Cumhuriyet Halk Partisinin
Bu düzeni değiştirme iddiasını taşıması gerekmektedir.
Tıpkı, 1970’lerde olduğu gibi…
*
Bugün öne çıkartılan,
Parlamenter Demokrasiye geçiş, tamam.
Hukuk Devletini yeniden inşa etmek ve adaleti sağlamak, tamam.
Ancak,
Demokrasinin ve Hukuk Devletinin kalıcı olabilmesi,
Türkiye Cumhuriyeti’nin kendine özgü temel politikası olan,
Ülkemiz kaynaklarına dayalı üretimi önceleyen karma ekonomik modelin,
Halktan yana kamucu ve toplumcu, planlı kalkınmacı politikaların uygulanmasına bağlıdır.
Başta ekonomi olmak üzere her alanda adaletin sağlanması,
Yolsuzluğun ve yoksulluğun yok edilmesi,
Halkın güveninin ve desteğinin kalıcı kılınması,
Demokratik Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türkiye Halkının geleceği açısından olmazsa olmazdır.
Türkiye’nin, emperyalizmin askeri ve ekonomik işgalinden kurtuluşunun,
Tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün saptaması yeterince açıktır.
“Oysa hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin?
Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!” (06.03.1922-TBMM)