Tevfik Kızgınkaya
65 Yılın Yaşattıkları
İnsan yaşamında her yaşın yeri farklıdır.
Büyümeye doğru ilk heyecan 7 yaşına ulaşmak,
Hepimizi eşit kılan beyaz yakalı, siyah önlüklü bir öğrenci olmaktı.
Ve sonraki yaşlar…
Niyetim yaşam içinde sayılarla gezintiye çıkmak değil.
Pandemi ile yaşamımıza giren 65 sayısı ile tanış olunca, dönüp geriye bakmak ve gördüklerimi, yaşadıklarımızı paylaşmak istedim.
Özellikle 2000 kuşağı yurttaşlarımızla.
*
Geçen zaman hızlıdır, yakalayanlar şanslıdır.
Fotoğrafçılıkta anı yakalamak gibi…
Karadeniz’in coşkun akan derelerine benzercesine,
Öylesine hızlı aktı ki 60’lı, 70’li, 80’li yıllar…
Ne önünde durabildik ne de sahip çıkabildik geçip giden zamana…
68’li büyüklerimizle beraber zamanın ruhunu hissettik, taşıdık, coşkusunu da yaşadık,
Ama üstümüzden geçen tankların altında kaldık,
Hayallerimizi ülkemizin yaşamına yansıtamadık, genç yaşlarımızda.
*
Niyetim bu yaşadıklarımızı da anlatmak değil.
Geriye dönüp baktığımda,
Siyasi ve toplumsal olayların arkasında saklanan,
Varlığı ile anında benimsenen büyük gücü, teknolojiyi görüyorum.
Bu 65 yıl içinde zamanla yarışırcasına gelişen ve neredeyse tüm aşamalarını yaşadığımız teknolojinin,
Yaşamımıza girişine ve adım adım yaşamı nasıl değiştirdiğine tanıklık ettik.
Zamanın gerisinde ve yaşamın dışında kalmamak için değişime uyum sağlamaya çalıştık.
Kısaca, geçmişle yetiştik bugün gelecekle yaşıyoruz.
Yaşamımızdaki bu değişim sürecini paylaşmak istedim,
Kuşaklar arasındaki kopukluğu bir parça da olsa giderebilmek adına.
*
50’lerde, 60’larda dede, nine, amca, hala, dayı yenge…
Kalabalık ailelerde gözümüzü açtık dünyaya.
Ortaklaşan yaşamlarda saygıyı, sevgiyi, dayanışmayı ve paylaşımı gördük, öğrendik.
Güneş gidince varsa elektriğin, yoksa gaz lambasının ışığında gördük birbirimizi.
Televizyonun, bilgisayarın, internetin, sosyal medyanın yokluğunda,
Büyüklerin anlattığı hikayeleri, destanları dinledik heyecanla, merakla…
Radyo vardı, pilli. Önce ısınacak, yeşil bant yanacak sonra sesi gelecek ki,
Gözümüzde canlandırarak dinleyelim haberleri, radyo tiyatrosunu can kulağıyla.
*
Yaz tatillerinde köye gitmek başka bir mutluluktu…
Sabah güneşle, tandırdan gelen ekmek kokularıyla uyanmak,
Çökelekli dürümü taze sağılmış sütle yemek,
Ardından koşa oynaya bağa bahçeye gitmek,
Meyve ağaçlarının üstünde elmaya, eriğe, çağlaya doymak,
Sabah giden ineğin, öküzün, koyunun akşam dönüşüne ahırın kapısını açmak,
Akşama yorgun argın dönüp, yer sofrasında çorbaya kaşık sallamak…
Bu kadar sözün ana fikri,
Doğanın kucağında özgürce, mutlu yaşadık çocukluğumuzu,
Yokluklara karşın yaşamın tüm sadeliğinde, özgürce…
*
Dini bayramların anlamı bir başkaydı.
Yeni kıyafetle büyüklerin elini öpmenin heyecanı,
Bayram harçlığı ve şekeri ile cepleri doldurmanın keyfi,
Panayırda salıncağa, atlı karıncaya, çarpışan otolara binmenin zevki…
Evimize gelenleri karşılamak, konu komşu hep birlikte soframızı paylaşmak,
Akrabalara, dostlara ulaşmak, bayramlaşmak,
Hep gülümseyen yüzlerle karşılaşmak…
*
Ulusal bayramların heyecanı ise bambaşkaydı.
Sabah erkenden tertemiz giyinip coşkuyla okula koşmak,
Bir de törenlerde görevliysek okul bandosunda, izci takımında ya da gösterilerde,
Geçit töreninde yürüyorsak okulumuzla birlikte,
Duyduğumuz heyecanla ve gururla…
Bizlere ülkemizi, insanca ve özgürce yaşama şansını kazandıranları unutmaksızın...
*
Mahalle arkadaşlıkları yaşadık, doyasıya,
Sokakta oynadık misket, yakan top, kukalı saklambaç…
Bisiklete binerdik trafik korkusu yaşamadan,
Scooter, kay kay daha icat edilmemişti, kendimiz yapardık tornetlerimizi,
Telden arabalar, merdivenden kızaklar…
Şans talih satardık 5 kuruşa çikolatayı kendimize saklayarak.
Birbirimizin bahçesine dalardık hep birlikte,
Evlerin bahçeleri vardı, bahçelerde de meyve ağaçları…
Elimizde yoktu akıllı telefonlar, bilgisayarlar,
Maçları dinlerdik radyodan, gözümüzde canlandırarak sahayı ve maçı.
Sonra da mahalle maçları yapardık büyük iddialarla,
Topun sahibi takımın değişmez oyuncusu,
En zor olanı toprak sahanın kalecisi.
Yırtılan ayakkabılar, parçalanan dizler, kırılan gözlükler ve evde verilen hesaplar…
Mutluyduk, özgürce yaşadığımız çocukluğumuzla, arkadaşlıklarımızla.
*
70’lerde televizyonla tanıştık, siyah beyaz.
Sabaha karşı seyrettik Muhammed Ali’nin maçlarını heyecanla,
Gördük canlı yayında insanoğlunun aya ayak basışını.
Yapıştık televizyonun ekranına kapandık evlere,
Yalnızlaşmaya ve bireyselleşmeye başladık.
Renklendikçe ekranlar renksizleşti sokaklar, mahalleler ve çocukluklar…
Yeni arkadaşlar edindik bilgisayarlar, akıllı telefonlar.
Teknoloji gelişti, iletişim küreselleşti, dünya elimizdeki ekranlara sığdı,
Yüz yüze yaşanan sıcacık arkadaşlıklar, dostluklar duvarların ardında kaldı.
*
Bizler tebeşirli iplerle çizgi çektik kara tahtalara, güzel yazı yazabilmek için,
Mektup yazardık birbirimize, arkadaşlarımıza,
Kitap, defter ve kalem her şeyiydi öğrencilerin, bizlerin.
Hesap makinesi ile üniversite yıllarında tanıştık ama kullanılması yasaktı sınavlarda.
Yaşamın vazgeçilmezi haline gelen teknolojinin her aşamasını yaşayarak,
Gaz lambasından, radyodan, elimizdeki akıllı telefonlara kadar geldik.
50 yıl öncesinin teknolojisi, bilimi ve bilgisi ile yetişen bizler,
Bugünün teknolojisini kullanmanın çabası içine girdik.
Zamana ayak uydurabilmek, zamandan ve bugünün kuşaklarından kopmamak için.
*
Şanslıyız ki doğayı, doğallığı, her yaşın güzelliğini yaşadık.
Olanaksızlıkların, zorlukların üstesinden gelmek için,
Çözüm yolları düşündük, yarattık, uygulamaya çalıştık, mücadele ettik,
Ama hiç bireysel olmadık, arkadaşlarımızla paylaştık var olanı,
Kişisel değil toplumsal, ulusal ve evrensel baktık yaşama,
Düşündüğümüz doğrultuda yazdık, konuştuk, mücadele ettik.
Başardık başaramadık, kaybettik kazandık, sevindik üzüldük...
Ama yılmadık, vaz geçmedik, her koşulda mücadele etmeye devam ettik.
Sonuçta, kendi adıma mutlu olduğum dolu dolu geçen yılları yaşadık.
*
Yaşadıklarımız geri gelmeyecek, biliyorum, yaşamın doğal akışı bu.
Ancak göz ardı etmememiz gereken bir başka gerçek daha var.
Bugün yaşamı şekillendiren Kapitalizmin,
Teknolojiyi kullanarak neredeyse 24 saat çalıştırdığı,
Kazanmaya, daha çok kazanmaya şartlandırdığı insanlar,
Sermayenin doymak bilmeyen açlığı karşısında,
Aşırı stres ve yıpranmışlıklarıyla genç yaşlarda işlerini bırakıp,
Bir sahil kasabasına yerleşmek hedefi ile yaşıyorlar.
Yani çocukluğumuzdaki doğayı, doğallığı yaşamak,
Bugün çok kazanılarak ulaşılacak bir amaç.
Geldiğimiz zamanda,
- Ya sermaye insanlığı, insanca yaşamı ve doğayı yok edecek,
- Ya da insanlık teknolojinin esaretinden kurtulacak, yaşamına ve doğasına sahip çıkacaktır.
Bu bir yol ayrımı, günümüz kuşaklarının düşünmesi ve sorgulaması gereken…
*
Diyeceksiniz ki, teknolojiye karşı olmak da neyin nesi?
İnsanın yaşamını kolaylaştıran ve yaşam kalitesini yükselten teknolojiye değil,
İnsanları esir almasına, bireyselleştirmesine, yalnızlaştırmasına,
Teknolojiyi kullanan sermayenin insanı ve yaşamı sömürmesine karşıyım.
Geçmişin güzelliklerini ve içimizdeki çocuğu yaşatalım ki,
Geleceğe umutla bakalım…