Kemal Anadol
Işığı kim söndürdü?
Devlet dairesinde, hastanede, postanede, okulda, tarlada, çarşı pazarda olmadık can sıkıcı olayla karşılaşan, zamlardan, adaletten, geçim sıkıntısından şikayetçi işçi, memur, emekli, köylü, esnaf, serbest meslek mensubu kısaca yurttaşlarımızın büyük çoğunluğu aklına gelen ilk soruyu sorar arkadaşına, yakınına: “Ne olacak bu memleketin hali?” Bu soru kollektiftir ülkemizde. Sabah kahvaltısından rakı sofrasına uzayan zaman diliminde belleklerde ve dillerdedir. İki dubleden sonra ise farz haline gelir: “Ne olacak bu memleketin hali?”
Günlük yaşamdaki şikayetleri içeren sorunun yanıtlanabilmesi için eleştirel düşünceye gereksinim vardır. Eleştirel düşünce denince akla hemen olumsuzluk gelir. Oysa bu yanlıştır. Eleştirel düşünce bir olgu veya yargıyı doğrulamak ya da yanlışlığını kanıtlamak için yapılan zihinsel bir faaliyettir. İşte ön yargılardan, dogmatizmden uzak bu çaba insanları akla ve bilime götürür. Bunun sonu da insanların karanlıktan çıkması, akla ve bilime vurulan prangalardan kurtulması kısaca aydınlanmaya ulaşması, kavuşmasıdır.
Dünya tarihinde insanlığın yazgısını değiştiren üç devrim gerçekleşmiştir. Birincisi 1789 Büyük Fransız Devrimidir. İkincisi 20. Yüzyılın başında Çarlık Rusya’sındaki 1917 Bolşevik Ekim Devrimidir. Üçüncüsü de 1919’da Mustafa Kemal’in önderliğinde tarih sahnesine çıkan Anadolu İhtilâlidir. Anadolu İhtilâli deyince akla hemen dünyada ilk kez utkuya ulaşan antiemperyalist Kurtuluş Savaşımız geliyor. Oysa ihtilâl savaştan sonra devam etmiş akla ve bilime dayanan “Türk Aydınlanması” gerçekleşmiştir. Günümüzde bu devrimin yüzüncü yılını kutluyoruz. Ülkemizdeki karşı devrimcilerin karalamalarına karşın bu devrimin simgesi Mustafa Kemal Atatürk dünyanın her yerinde örnek lider olarak anılıyor, takdir ediliyor.
Nedir Türk aydınlanması? Nasıl başlamış, nerelerde başarıya ulaşmış, nerelerde önü kesilmiştir? Bugün ne durumdadır? Kısaca 20. Yüzyılın başından günümüze uzanan, üç veya dört kuşağı kapsayan uzun bir öykü, kutsal bir maceradır bizim aydınlanmamız. Bir deniz feneri gibi insanlığı ve yurdunu aydınlatan bu ışığın hikayesini piyasaya yeni çıkan bir eserden öğrenmek olanağını buluyoruz. Bir akademisyen ve 23/24. Dönemler CHP İstanbul Milletvekili olan Prof. Dr. Nur Serter’in “Işığı Kim Söndürdü” adlı kitabından. (Kırmızı Kedi Yayınları, Eylül 2023, İstanbul)
Akademisyen denince akla kuru bir üslup ve bol yabancı sözcüğü kapsayan tumturaklı bildiriler, raporlar gelir. Oysa daha ilk sayfalarda bunun tersine akıcı bir üslupla karşılaşılıyor. Yakın tarihimizin pek bilmediğimiz sürprizleriyle irkiliyoruz. Kitap beş bölümden oluşuyor. Birinci bölüm batı ve Türk aydınlanmasını, genç Türkiye Cumhuriyeti’ni anlatıyor. Cephelerdeki Mustafa Kemal Paşa’dan Atatürk’e dönüşen büyük önderimizin her türlü engellemelere karşın gerçekleştirdiği devrimlere tanık oluyoruz. Bu aynı zamanda altı okun nasıl oluştuğunun da öyküsüdür. İkinci bölüm Atatürk’ün aramızdan ayrılmasıyla başlıyor. Şaşırtıcı bir başlıkla karşılaşıyoruz: “Birinci Helalleşme Dönemi”. Günümüze çağrılar yapıyor. Ülkemizi İkinci Dünya Savaşından uzak tutma beceri ve başarısı gösteren İkinci Adam İnönü’nün savaş sonunda karşılaştığı zorluklar anlatılıyor. Stalin ve Sovyetler korkusuyla batıya özellikle ABD’ye çevrilen yüzümüz, yönümüz… Din tüccarlarına verilen ödünler, devrimin en verimli meyvesi Köy Enstitülerinin toprak ağalarına, tutuculara kurban edilmesi… Hukuksal güvenceden yoksun, alt yapısı sağlam olmayan çok partili yaşama geçiş… Demokrat Parti ve Menderes’in karşı devrimci uygulamaları. On yıllık bir sürede karşılaştığımız demokrasinin çocukluk hastalıkları! Üçüncü ve dördüncü bölümlerde Sahte Atatürkçülerle, Neoliberalizmle, Siyasal İslâm iktidarıyla, tarikatlarla, medreselerle karşılaşıyoruz. Beşinci bölümde ise Türk aydınlanmasındaki Atatürk formülü açıklanıyor. Lâiklik konusundaki duyarlılık; demokrasinin olmazsa olmazı bu ilkenin korunmasına yönelik öneriler.
Kitabın arka kapağında şu satırları okuyoruz: “Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Aklı, vicdanı ve irfanı hür bir gençlik’ istemesinin üzerinde önemle durmak gerekir. Bu söz, Türk aydınlanmasının formülüdür. Klasik aydınlanma tanımı, ‘aklın ve bilimin kılavuzluğu’ olarak kabul edilirken, Atatürk’ün ortaya attığı formül daha geniş kapsamlıdır. Atatürk, aydınlanmayı sadece akla ve bilime dayandırmakla kalmamış, ona vicdanı da eklemiştir. Bu üç unsurun birlikte özgürleşmesi halinde aydınlanmaya ulaşılacağını vurgulamıştır.”
Kitap kutuplaşmanın, ekonomik koşulların, dış politikadaki zorlukların, zamların ve açlık sınırında yaşayan milyonların gündemde olduğu Türkiye’de bu hale nasıl geldiğimizin de anlatımıdır. Ilık su, kurbağa ve kazan örneğinde olduğu gibi yıllardır farkına varmadığımız tehlikenin bugün heyula gibi karşımıza çıktığının hikayesidir. Kitabı bir Kemalist manifesto olarak tanımlayabiliriz. Bu kısır döngüden nasıl kurtulacağımızın çözümlerini de içeriyor. 20. yüzyıl başlarında sadece Türkiye’yi değil mazlum şark milletlerini ve dünyayı aydınlatan bu ışığı kim söndürdü? Bu ışık yeniden nasıl yakılır?
Bu soruyu soran aydınların, gençlerin, özellikle namuslu politikacıların kesinlikle ihtiyacı olan bir eser “Işığı Kim Söndürdü”. Okuyunca bana hak vereceğinize inanıyorum
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.