Kemal Anadol
Bu da benim programım...
Seçimlere çok az bir süre kaldı. İttifaklar ve partiler görüşlerini, tasarımlarını kısaca seçim bildirgelerini açıklamaya başladılar. Hukuksal, siyasal ve ekonomik modellerini kamuoyunun dikkatine sunuyorlar. Geçim sıkıntısı içindeki kitleler de yaşam gailesinden fırsat bulurlarsa bunlara göz atmaya, siyasal tartışmalardan anlam çıkarmaya çalışıyorlar. Ben de seksen yaşını aşmış, bu ülkenin okullarına, mahkemelerine, parlamentosuna, hapishanelerine girip çıkmış bir yurttaş olarak ideolojik görüşlerim doğrultusunda dilek ve isteklerimi kısaca kendi programımı okurlarıma ve kamuoyuna duyurmak istiyorum. Sözcüğün tam anlamıyla memleketimiz zor durumda. “Ne zaman olmadı ki?” diyeceksiniz. Elbette haklısınız. Ancak bu kez durum farklı. Dünyada ilk kez başarıya ulaşan antiemperyalist bir savaşla, dağılan imparatorluğun külleri içinden doğmuş Türkiye Cumhuriyeti yüz yaşına girerken birçok tehlikeyle karşı karşıya. Atatürk’ün kurucusu olduğu demokratik, lâik, sosyal hukuk devleti var oluş ilkelerini yitirmeye başladı. Cumhuriyetimizi “reklâm arası” olarak niteleyenler, kutsal isyanımız için “Keşke Yunan galip gelseydi” diyenler, Anayasadaki değiştirilmesi bile istenemeyecek maddelerin arkasından dolananlar başlarını almış gidiyorlar. Bu seçimlerde atı alan Üsküdar’ı geçmemeli! “Lâik olmayan bir ülkede demokrasi olamaz” gerçeği oy hesabıyla verilen ödünlere kurban edilmemeli. Tam bağımsızlık ilkesinin ışığında üretim ekonomisini gerçekleştirecek, olaylara kamusal, sınıfsal ve hukuksal bakan bir demokratik yönetim biçiminin gerçekleşme koşulları bu yazının kapsamı dışındadır. Ben, geride bıraktığımız 10 Aralık İnsan Hakları gününün verdiği esinle insanoğlunun doğuştan sahip olduğu haklara değinmek istiyorum. Bu haklar 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin getirdiği ekonomik özgürlüklerle güçlendirilmiştir. Yurttaşlarımızın egemen sınıfların kendilerinden esirgediği yaşam biçimine bir an önce kavuşması gerekiyor. Bunun için evrensel ölçülerde bir demokrasi ve hukuk devleti herkes için hava gibi su gibi bir gereksinimdir elbette... Ancak insanoğlunun varlığını sürdürebilmesi için olmazsa olmazların başında can güvenliği, beslenme, barınma, sağlık ve eğitim gelir. Bunlar, “kâr, daha fazla kâr” diyen neoliberal anlayışa kurban edilirse o ülkede insan haklarından söz edilemez. İnsan onuruna yaraşır bir yaşam biçimi her yurttaşımızın hakkıdır. Sağlıktan başlayalım isterseniz. Hastane kapılarında randevu bekleyen yurttaşlarımızın eski deyimle hal-i pür melali (üzüntü/bıkkınlık/felâket) her akşam beyaz ekranlara yansıyor. Kanser, kalp gibi en kısa sürede müdahale ve tedavisi gereken ancak aylarca sonraya gün verilen hastaların feryadı göklere yükseliyor. Performans adı altında beş dakikayla sınırlanan muayene süresinden ne hasta ne de doktor mutlu oluyor. Sağlık hizmeti, hastaya müşteri gözüyle bakan özel hastanelerin egemenliğine terkediliyor. Düşünebiliyor musunuz Kamu-özel iş birliği (KÖİ) denilen yeni kapitülasyon modeliyle yapılan 14 şehir hastanesi için 2023 bütçesine konulan kira ve hizmet bedeli 46 milyar 700 milyon lira! Dışişleri, Ticaret, Kültür ve Turizm Bakanlıklarına konulan paradan fazla! Üstelik bu hastaneler sadece beş patrona ait. 2022 yılına kadar bunlara ödenen parayla 500 yataklı 84 devlet hastanesi yapılabilirdi! Okurları rakamlara boğmak istemiyorum. Yurttaşını askere alan ve savaşta kanıyla canını vermesini isteyen devlet, barışta kan tahlilinden nasıl para isteyebilir? Parası olmadığı için verilen ilaçları alamayan yurttaştan devletin katkı payı istemesi hangi adalete sığar? Pandemi sırasında yere göğe sındıramadığımız doktorlara “Hakkınız ödenmez” diyen devlet gerçekten sözünü yerine getirdi! Geçim sıkıntısı ve şiddetten bunalan çok değerli hekimlerimizin 2 bine yakını bu yılın ilk dokuz ayında yurt dışına göçtü. Uzun sözün kısası… Sağlık hizmeti her T.C. yurttaşına ücretsiz olmalıdır. Hastane, doktor, muayene, tahlil, kontrol, ilaç hepsi ücretsiz olmalıdır! Çünkü sağlık tam anlamıyla insan hakkıdır. Parası olmayan hastayı sokakta bırakan devlet modeli tarihe karışmalıdır; daha doğrusu çöpe atılmalıdır! Eğitime gelince… Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay, okullardaki beslenme yetersizliğine dikkat çekiyor. Yetersiz beslenen çocuklarda sağlık ve gelişimsel sorunların genelleştiğine işaret ediyor. TÜİK istatistikleri maddi yoksulluk içinde olan çocuk oranının yüzde otuz dörde çıktığını gösteriyor. Bu rakamlara göre dört çocuktan biri okula aç gidiyor. Yine dört çocuktan biri düşük kilolu, dört çocuktan üçü ise kansızlık sorunları yaşıyor. İlkokullardaki öğrenci sayısı beş milyonu aşkın. Bu çocukların günlük yemek tutarı 92,1 milyon, yıllık ise 16,5 milyar, tüm kademelerde de yaklaşık 50 milyar lira. Cumhurbaşkanlığının günlük harcamaları için ayrılan para ise 18 milyon lira. Bu bilgileri veren Genel Başkan “Aç karnına ders olmaz” diyor. “Beslenme hakkı sosyal devlet anlayışıyla devlet güvencesi altına alınmalı.” (8 Aralık 2022 günlü Cumhuriyet Gazetesi, Sefa Uyar imzalı haber.) Her türlü rakam, araştırma ve inceleme çocuklarımız ve geleceğimiz için alarm zilleri çaldırıyor. Okulların yetersizliği, özel okullarda çocuk okutmanın yüksek bedeli, servis ücretleri ve çocuklarımızı emanet ettiğimiz öğretmenlerin sorunları ise bir türlü çözülemiyor; çözülemediği gibi her gün bir yenisi ekleniyor. Atanamayan öğretmenlerin feryadı yürek yakıyor. Sağlıklı bir toplumun sürdürülmesi geleceğin güvence altına alınmasıyla mümkündür. Bunun yolu da sağlıklı bir eğitim politikasıdır. Sözün kısası, okul, defter, kalem, her türlü ders araç gereci, servis ve yemek hizmetleri, eğitimin her kademesi, ders kitapları, öğrenci yurtları burslar ücretsiz ve karşılıksız olmalıdır. Çağdaş bir sosyal devlet yurttaşına bu hizmetleri vermek zorundadır. Günümüzde, barınma, su elektrik, doğal gaz gibi enerji gereksinimleri de insan hakları kapsamına girmiştir. Bunlarla ilgili sorunların çözümü iç barış ve toplumsal dayanışmamız için yaşamsal önem taşımaktadır. Yurttaşın verdiği dolaylı ve doğrudan vergilerden oluşan devlet bütçesinde bu hizmetleri karşılayacak pay ayrılmalıdır. Şimdi okurların aklından geçen klâsik soruya gelelim. Bu hizmetleri nasıl, hangi kaynaktan gerçekleştireceksiniz? Uzun uzun rakamlar sıralayarak konuyu dağıtmak istemiyorum. Çarpıcı bir örnekle yetineceğim. Kütahya’nın Altıntaş ilçesinde Afyonkarahisar, Kütahya ve Uşak illerine hitap eden uluslararası Zafer Havaalanı inşa edildi. Tahmin ettiğiniz gibi kamu-özel iş birliği (KÖİ) modeliyle. 2022 yılının sadece üç ayındaki rakamlar gerçeği yeterince aydınlatıyor. Devletin şirkete verdiği yolcu garanti sayısı 329 bin 433. Gerçekleşen yolcu sayısı ise sadece üç bin sekiz yüz kırk yedi! “Ticari sır” diye açıklanmayan sözleşmedeki hata payı yüzde 98, 83. İçinde bulunduğumuz yılın ilk üç ayı için devletin kasasından çıkan para 1 milyon 934 bin 972 avro. Sıkı durun, havaalanının açıldığı 2012 ile 2022’nin ilk üç ayı arasında uçmayan yolcular için devletin şirkete ödediği para ise 53 milyon 982 avro. 10 Kasım 2022 tarihi itibariyle 53 milyon avronun karşılığı, yaklaşık olarak 1 milyar 42 milyon 187 bin TL civarında. Reklamları yapılan bilgisayarlardan birine 10 bin TL verdiğimizi düşünelim. Bu parayla 105 bin bilgisayar almak olası. Ön lisans, lisans, yüksek lisans ve doktora olarak Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde 29.992, Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’nde 29.618, Uşak Üniversitesi’nde ise 33.259 öğrenci bulunmaktadır. Bu üç ilde üniversite öğrencilerin toplamı ise 92.869’dur. Düşünebiliyor musunuz? Bu üç ile hizmet için yapılan Zafer uluslararası havaalanında devletin uçmayan yolcular için ödediği parayla üç ildeki üniversite gençlerinin tamamına ücretsiz bilgisayar vermek olası. 12.131 bilgisayar da artıyor! Onlar da öğretim üyelerinin hakkıdır! Okurların aklına gelecek ikinci soruyu da tahmin ediyorum. “Pekiyi, özel hastaneler, özel okullar, vakıf üniversiteleri ne olacak? Onlar kapanacak mı?” Elbette olacaklar. Ama devletten bir kuruş indirim, teşvik almadan! Kendi öz sermayesiyle ayakta durabilen kurumlar toplumun sağlık ve eğitim hizmetine katkıda bulunacaklardır. Halkın verdiği vergiler ise sadece devletin hastane ve okullarına harcanacaktır! Halk, siyasal arenadaki boş tartışmalar, yüksek dozda hakaret ve küfürler yerine politikacıların bu konulardaki görüşlerini bekliyor!
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.