
Hüseyin Özalp
Bahçeli, açılım ve kırmızı başlıklı kız
Devlet Bahçeli’nin dünkü yazısını dikkatle okudum. Üniversitede, “Türkiye Ekönomisi” dersimize giren hocamızın alıştığımız her zamanki üslubunu ve tuhaf benzetmelerini aradım ancak izini bile bulamadım.
Devlet Bahçeli’nin “bir gecede demokrasi havarisi kesilmesi”, herkesin ezberini bozdu. Barış açılımını başlatmasından çok önerdiği yöntemler ve tanımlamaları şaşırtıcı oldu ve tartışıldı. Bunlardan en çarpıcı olanlar elbette, Öcalan’ı silah bırakma çağrısı için Meclis’e DEM grubuna daveti ve “kurucu önder” tanımlamasıydı.
MHP Lideri’nin geçmişte PKK, DEM, Kürt sorunu gibi konulara olan yaklaşımı bilindiği için pek çok kişi gibi ben de sürekli bu işin altında bir Çapanoğlu mu var diye düşündüm doğrusu.
Bahçeli bayram vesilesiyle Türkgün gazetesine yazdığı makalede, İmralı’nın çağrısı doğrultusunda bir kez daha PKK’nın süratle kongre toplayıp bileşenleri ile tasfiye kararı alması çağrısında bulundu. Bahçeli milli ve kapsayıcı demokratik bir anayasa ile darbe kalıntılarının tamamen temizleneceğini ve herkesin kendini içinde bulacağına inandığı bir yapı inşa etmek gerektiğini vurguladı.
Yeni anayasa denince en fazla tartışılan vatandaşlık tanımı oldu. MHP’nin yeni anayasa görüşmelerinde şimdiye kadar ortaya koyduğu tavra bakarak, sınırlarını nereye kadar esnetebileceği konusunda kafa yoralım.
Meclis Partiler Arası Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun hazırladığı metinde vatandaşlığı düzenleyen 66’ncı madde üzerinde partilerin uzlaşma sağlayamadığı görülüyor. En katı ve tavizsiz olan MHP’nin önerisi:
(MHP önerisi) (1) Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür. (2) Türk vatandaşı babanın veya Türk vatandaşı ananın çocuğu Türk vatandaşıdır. (3) Vatandaşlık, kanunun gösterdiği şartlarla kazanılır ve ancak kanunda belirtilen hallerde kaybedilir. (4) Hiçbir Türk, vatana bağlılıkla bağdaşmayan bir eylemde bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkarılamaz. (5) Vatandaşlıktan çıkarma ile ilgili karar ve işlemlere karşı yargı yolu kapatılamaz.
Temel hak ve özgürlüklerin düzenlendiği bütün maddelerde HDP, “kamu güvenliği” gerekçesiyle yasayla kısıtlama yetkisi verilmesini öneriyor, MHP bunların tamamına karşı çıkıyor.
MHP, anayasa maddeleri içerisinde vatandaşlık ve toplum geçen her kelimenin önüne Türk kelimesinin konulmasını öneriyor. “Türk vatandaşları, Türk toplumu” gibi. Anadil konusundaki tavrını ise uzun uzadıya anlatmaya gerek bile yok sanırım.
Uzlaşma komisyonunun metni TBMM internet sitesinde duruyor, isteyen MHP ve diğer partilerin önerilerini inceleyebilir.
Bahçeli, yazısının sonunda Başkanlık sistemine övgüler düzerek anayasa değişikliğinden gerçekte ne beklediğini ele veriyor. “Kudretli bir devlet” vurgusu yaparak ağzındaki baklayı çıkarıyor. Anayasa değişikliğinden asıl beklentisinin Erdoğan’ın bir kez daha seçilmesi olduğu net olarak anlaşılıyor.
Açılım görüşmeleri kamuoyuna kapalı ancak Bahçeli’nin teklifi açık ve net: “Siz hele bir silahı bırakın, gerisini hallederiz” diyor.
Ancak ilk açılımın ardından AKP’nin talebiyle İmralı-Kandil arasında mekik dokuyanlar hakkında bile iddianame düzenlenerek hüküm verildiğini düşününce, “Acaba Öcalan’ı DEM grubuna çağırmanın arkasında ne var?” sorusu ister istemez akla takılıyor.
Dolayısıyla insan, “Kırk yıllık Kani olur mu Yani?” diye düşünmeden edemiyor.
Kayyumu DEM mi önledi?
İlk günden beri aklıma takılan soru, DEM’in İmamoğlu’nun tutuklanması sürecinde nasıl bir rol üstlendiğidir. Zira, İmamoğlu’na kent uzlaşısı nedeniyle terör suçlaması yapılması en çok DEM’i rahatsız etmiştir. Bunun barışa sabotaj olduğunu yüksek sesle de dillendirdiler.
CHP ile AKP-MHP arasında diyaloğun tamamen kesildiği düşünülürse, diyaloğu süren DEM’in rahatsızlığını kapalı kapılar ardında da güçlü bir şekilde vurgulaması çok yüksek bir ihtimal olarak görülüyor. Terörden tutuklama ve kayyumdan son anda vazgeçilmesinde DEM’in bu tavrının payı yadsınamaz. Tamamen budur denmese bile payı vardır.
DEM’e karşı kırgınlık hatta öfke duyanların olaya bir de bu yönden bakmasında fayda var.
Çünkü CHP tabanında AKP ve MHP ile iş tuttukları düşüncesiyle bir kırılma duygusunun yaşandığını rahatlıkla görebiliyoruz. DEM, barış görüşmelerini sonlandıran, bozan taraf olmaktan da titizlikle kaçınacaktır. Zira ilk açılımdan sonra ödedikleri bedel ortada.
Bu barış açılımı da herhangi bir neden ile bozulursa, AKP ve MHP cephesinde oluşacak hiddet ve şiddeti de tahmin etmek hiç de zor değil.
Bu yüzden Devlet Bahçeli, açılım, barış, demokrasi, hoşgörü gibi kelimeleri bir arada görünce aklıma hep Kırmızı Başlıklı Kız hikayesi geliyor.
Hikayeyi herkes biliyor, bir kısmını aktarmakla yetinelim:
Kız: Senin gözlerin neden o kadar büyük?
Kurt: Seni daha iyi görebilmek için!
Kız: Peki, senin kolların neden bu kadar büyük?
Kurt: Sana dahi iyi sarılabilmek için!
Kız: Burnun neden bu kadar büyük?
Kurt: Seni daha iyi koklayabilmek için!
Kız: Peki ağzın neden bu kadar büyük?
Kurt: Seni daha iyi yiyebilmek için!
Bahçeli halkı tahrik suçu işliyor
Bahçeli ayrıca 19 Mart darbesine karşı sokağa çıkanları da tehdit ediyor. Bahçeli, “Sokağa davet edilenlerin karşısına 15 Temmuz’da olduğu gibi başkaları çıkarsa kaçınılmaz çatışma nasıl önlenecek? Demokrasi dışı arayışlara girenler bedelini ödemeye de hazır olsunlar” diyor.
19 Mart darbesini protesto edenler demokrasi dışı arayış içinde değil, demokrasi arayışındadır. Asıl bu sözlerin vebali çok büyüktür. 15 Temmuz mizanseninde on beş günlük askerler ve askeri öğrencilerin başları kesildiği dikkate alındığında Bahçeli’nin bu sözlerinin nasıl bir provokasyon içerdiği ortadadır. Bahçeli halkı kin ve nefrete tahrik suçunu açıkça işlemektedir.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.