KAMERAYA Değil AYNAYA BAK*

(*) Günümüzün atasözü.

Partimin il yönetiminin bir yetkilisinden aldığım “Genel Başkanın türbanın yasal güvence altına alınmasına yönelik çıkışına ne diyorsunuz” iletisine, “Ne yapmak istediğini anlamış değilim! Aday olmak hırsına kapılmış, yanlış üstüne yanlış yapıyor olmalı. Aday olsa bile bu çıkışlarla (helalleşmek) merkez sağ seçmenden bir fazla oy alamayacağını görememesine, diyecek sıfat bulamıyorum” yanıtını yazdım.

Daha ilk duyduklarında, benim gibi deneyimli laik demokratik cumhuriyetçilerin aklına Anadolu’daki şu deyiş gelmiş olmalı: “Kurumuş pisliğe (Bo) su serpmek”. Sözlük açıklaması “eski, tatsız, hatırlamamayı tercih ettiğimiz konuları yersiz ve gereksiz zamanlarda sık sık önümüze getiren kişilere söylenebilecek deyiş”.

Gerçekten de kapanmış bu konu ile CHP Genel Başkanı adeta Tek Adam R.T. Erdoğan’a çanak tutmuş oldu. Böylece, O’nun asıl derdi olan Anayasadaki “Laik Cumhuriyet” yerine “Dinî Cumhuriyeti” değiştirebilmek için açtığı karşı devrim cihadında bir atak daha yapmasına fırsat verdi. 

AKP’yi bitirecek olan halkın Aş-İş sorunu seçim gündeminin öncelikli ve önemli konusu iken şimdi CHP Üst Yönetimi çanağı geri çekmek için artık uğraşsın dursun!

Dilerdim çok önce yazdığım şu gerçekleri Başkan Kılıçdaroğlu bilse ve ders alsaydı, CHP’yi bu saçmalıkla karşı karşıya bırakmazdı.

                                    Türbanın Özgürlüğü Değil

Popülist politikacılar her dönemde, gündemi meşgul edecek yeni bir konu bulur. Milli Görüş siyasetinin, AKP iktidarıyla ülke gündemine yerleşen ve sonunda CHP’yi de içine çeken türban “sorunu”, her seçimin sıcak konusu yapıldı. O sıcak gelişmeyi herkes kendi açsından yoğun bir biçimde tartışıp durdu. 

Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül gibi Dinci Politikacıların, tartışmayı, türban değil de “başörtüsü” tanımı içinde tutmak istediği açıkça görülüyordu. Bu ayrımın çok önemli olduğunu biliyordum. O yüzden Hürriyet’in muhafazakâr gazetecisi Ahmet Hakan’ın o günlerdeki bir yazısı dikkatimi çekmişti:

“Türban ile başörtüsü arasındaki farklar;

Türban eğitimli, genç ve şehirlidir. Başörtüsü ise kırsal, yaşlı ve eğitimsizdir.

Türban geçişken özelliklidir; türbanlı annenin kızı da türbanlı olur. Başörtüsü ise geçişken değildir; başörtülü annenin kızı başını örtmeyebilir.

Türban bir bilincin eseridir. Başörtüsünde ise bilinçten ziyade bir alışkanlık rol oynar.

Türban, politik bir tercihe de gönderme yapar... Başörtüsü ise politikayla pek ilgilenmez”.

2005’te, daha Ahmet Hakan bu saptamaları yapmadan 5 yıl önce, Vatan Gazetesindeki bir yazımda şunları yazmıştım:

                                                           ***

Daha 1960’larda Milli Nizam Partisi’ni kurarken, laik cumhuriyet ile şeriat düzeni bağdaşmadığı için, Erbakan Hoca’nın asıl hedefi İslami cumhuriyet olmalıydı. Elbette, İran’daki Ayetullah Humeyni gibi devrim yapma olanağı olmadığı için Milli Görüşçüler, Türkiye’de sonucu sandıkta arayacaktı! 

Başbakanlığa kadar geldiler ama asıl hedeflerine ulaşamadılar. Ancak mirasçıları, elde edilmiş halk desteğini arkalarına alarak tek başlarına hükümet oldu. Kimilerine göre Hoca’nın gençleri değişmedi, aynı yolda. Kimilerine göre de geçmişten ders aldıklarından, (olmayacak duaya ‘Amin’ demek yerine) amaçlarını ertelediler? 

Artık demokrasi, onlar için düzeni kökten değiştirmek yerine, kendileri iktidarda oldukça, amaçları için bir araçtır. Genelde sağ politika önderleri için, türban ve imam-hatip okulları tartışması, siyaset meydanının değişmez konusu oldu ve olmayı sürdürdü durdu.

1950’den beri CHP’ye yönelttikleri, “Laiklik diyerek, toplumu dinden uzaklaştırmak istiyorlar” suçlamasıyla oy almaya hep başardılar. 2002 seçimi sonrası aldığı oyun çok üstünde bir güçle iktidara gelen AKP de, tartışmayı aynı amaçla sürekli olarak gündemde tuttu.

Ve hep “başörtüsü” sözcüğünü kullandılar. Türban demekten bilinçli olarak kaçandılar. Oysa başörtüsü, bugün hala köylüsü, kentlisiyle anaların, bacıların günlük yaşamının vazgeçilmez bir geleneğidir.

                                                               ***

Türbanın laiklik karşıtı Dinî siyasetin flaması, yaftası, bir anlamda yemini olduğunu artık hiçbir aklı yerinde, kulluktan kurtulabilmiş kimse yadsıyamaz. 

Bu günün AKP Genel Başkanı R.T. Erdoğan’ın milli görüşçü önderi 1997’deki Başbakan Necmettin Erbakan’ı, 28 Şubat olayının asıl nedeninin temel eğitim de türbana dayalı laiklik karşıtı direniş olduğuna inandıran Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel olmuş ve istifa ettirmişti.

Erbakan Hoca gülerek başbakanlığı bıraktı ve TBMM’den güvenoyu alan yeni bir hükümet kuruldu. Yoksa üçüncü kez demokrasiye ara verecek bir 12 Eylül darbesi daha olacağını hiç kimse o gün de, bu gün de yadsıyamaz.

Hatta AKP’nin, 2007’den sonra türban sorununu yaygın bir özgürlük tartışmasına dönüştürdüğü sıralarda, o darbeyi önleyen Cumhurbaşkanı Demirel’in şu sözünün canlı tanığıyım “İsmet Paşanın laiklikten taviz vermeyen ilkeli ısrarını, çok geç anladığımı itiraf etmeliyim”.  

Demokrasi sevdalısı Demirel’in bu deyişi ve anımsattığım geçmişteki gerçekleri, başta CHP Genel Başkanı olmak üzere, laik demokratik cumhuriyetin sorumluluğunu taşıyanların bir kez daha bilmesi ve aynaya bakmasını öneririm.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.