Tevfik Kızgınkaya
Zor Bir Yazı…
102’nci yılında Ulusal Egemenliğimizi yazmaya başlamıştım ama gelen haberle yaşamın acı gerçeği ile yüz yüze geldim.
Babam Hamdi Kızgınkaya’yı fiziken kaybetmiştik.
O andan itibaren tüm duygu ve düşüncelerim babamla doldu.
Son görevimizi yerine getirdikten sonra kendimle baş başa kalınca,
Yaşamımda ilk defa kişisel nitelikteki bu yazıyı yazmaya karar verdim.
Benim için gerçekten zor ama önemli.
Bir görev gibi…
*
Yaşamın iki temel gerçeği doğum ve ölüm,
İnsan yaşamının doğal başlangıcı ve sonu.
Doğum sevincin ve mutluluğun kaynağı, ölüm ise kederin ve hüznün.
Yaşam içinde birçok kez tanık olduğumuz doğumlarla sevindik, ölümlerle üzüldük.
Ailemizin içinde yaşanan sevinçler ve üzüntüler ise daha büyük.
Bu üzüntülerin en acı olanı, hiç kimsenin yaşamasını istemediğimiz evladını yitirmek.
Yaşamda var olmamızı sağlayan anne ve babanın kaybı ise başka bir acı.
İnsanın yaşamdaki en büyük dayanaklarından yoksun kalması,
Kendi duyumsamamla, bir anda büyük bir boşluğun içine düşmek gibi…
*
1981 yılında çok genç yaşında annemi yitirince yüz yüze geldim yaşamın bu acı gerçeğiyle.
Ve bir anda büyük bir boşluğa düştüğümü yaşamıştım.
Perşembe günü gelen haberle ikinci defa yaşadım bu büyük acıyı ve boşluğu.
Sonrası bambaşka bir yaşam öğretisi…
Her sabah duyduğum sesi bir daha duyamayacağımın,
Derdimi, sıkıntımı, sevincimi ya da güzel bir haberi paylaşamayacağımın,
Her yazımla ilgili eleştirisini, görüşünü alamayacağımın,
Eşimle, torunu ve eşiyle ilgili güzel dileklerini duyamayacağımın farkına varmak…
Denir ya, baba evladın sırtındaki dağdır,
Her zaman sırtımda hissettiğim o dağın bir anda olmadığının yarattığı o büyük boşluğun girdabını yaşarken…
Gelen aramalarla, gönderilen mesajlar, iletiler ve yapılması gerekenlerle,
Yaşamın içine dönmenin zorunluğu ve çelişkisi…
*
Yaşamda en büyük zenginliğin dostluklar olduğu böylesi zamanlarda çok daha iyi anlaşılıyor.
Acılar paylaşıldıkça azalır sözünü doğrularcasına…
Arayan, gelen, acımızı paylaşan dostlar bir parça da olsa dolduruyor bu büyük boşluğu,
Gerçekten azaltıyor dayanılmaz olan kederi ve hüznü.
Ne mutlu ki, babamız Hamdi Kızgınkaya’yı,
Yaşamda bıraktığı izlerle, kazandığı sevgi, saygı ve dostluklarla uğurladık son yolculuğuna,
Bıraktık annemin yanına, sonsuz uykusuna…
*
İlk anda nasıl bir insandı diye düşündüm,
Sonsuzluğa gidişini haber verebilmek için dostlarına.
Bulunduğu ortamlardaki hali, tavrı, davranışları ve bizlerle olan ilişkisi canlandı dünyamda.
Yaşama hep gülümseyen ve çevresini de gülümsetmeye çalışan bir insan,
Söz konusu Cumhuriyet olunca sözünü ve duruşunu sakınmayan yurtsever,
Sınıf arkadaşları içinde bir ele başı,
Arkadaşlarını, yitirdikleri arkadaşlarının eşlerini bir araya getirerek dostluklarını sürdüren bir arkadaş,
Ülkemizin sorunları karşısında kalemini ve dilini tüm sivriliği ile kullanan bir yurttaş,
Doğduğu yerle ve şehirle bağını koparmayın bir Erzincanlı,
Kendi yaşamı içinde son derece disiplinli, spora düşkün, dilinde şarkılar, türküler olan neşeli ve esprili bir delikanlı,
Ve her an yanımızda olan, bizleri öğretileri ile besleyen, yetiştiren ailesine bağlı bir baba…
*
Hayatımın Akışında adıyla kaleme aldığı yaşam öyküsü Cumhuriyetin ilk kuşaklarının yaşam mücadelesinin ve yaşama bakışlarının bir yansıması.
Kafkaslardan Kars’a, Kars’tan Erzincan’a gelen baba Tevfik Çavuş ile Erzincan’ın bugünkü adıyla Üzümlü İlçesinden (Cimin nahiyesi) Selvi hanımın 4 çocuğundan 23 Mayıs 1925 tarihinde dünyaya gelen en küçüğü.
11 yaşında babasını yitiren, dönemin zorlu koşullarında çıkışı okumak için askeri okula gitmekte bulan bir köy çocuğu.
Başarılı bir öğrencilik sonrası ülkemizin dört bir köşesinde görev yapan bir subay.
Erzurum Dumlu, Gelibolu, İstanbul, Ankara, Gebze, Kayseri, Konya, Kars, Edirne…
Gittiğimiz her yerden dostluklarla ve ayrılığın hüznüyle bir başka kente gidişlerle geçen görev yılları…
Askerlik mesleğindeki başarısı ile Tümgeneralliğe kadar yükselen, 1979’da siyasetin kararıyla emeklilikle tamamlanan meslek yaşamı ve başlayan emeklilik yılları…
Yaşamdan emekli olmayan duruşuyla, gazetelerde ve dergilerdeki yazılarıyla görüşlerini paylaşan, CHP’ne üye olarak birikimini siyasete aktaran bir yurttaş…
*
Hamdi Kızgınkaya’nın kim olduğunu ve yaşama bakışını en güzel yaşam öykünün başına koyduğu şiiriyle kendisi anlatıyor.
BEN İNSANIM…
Ben insanım insan…
Ne kimseye ödün veririm,
Ne de kimseden övgü beklerim,
Ben insanım insan…
Çıktığım tepeler alçalırlar altımda,
Orada, emeği ile çıkmayanları gördükçe,
Nefretim artıyor, utanıyorum insanlıktan,
Onlar utanmasa da…
Sürüngenler var orada,
Alınlarından ter damlayanlar da…
Ne varsa o ter damlalarında var inan,
Ben onlarla birlikte insanım, insan.
Yükselmek yücelmek demek değildir bunu bil,
Sanılmasın yükseklerde bulunanlar hep ehil,
Bazıları sığıntıdır, kişiliksiz ve sefil.
Her görevde ehil kişi görmek tatlı hayaldir,
Ehil, olgun kişilere saygı duymak helaldir.
Ey insan olarak doğan yüce varlık!...
İnsan gibi geliş, İnsan gibi yücel.
Uğraşın, kendi gücüne uysun,
Yaptıklarına saygı duyulsun,
Kimsenin esiri olmadan, yeteneğine güven ve de ki;
“Ben insan olarak doğdum, insanca yaşadım,
İnsan olarak ölecek ve anılacağım.
Ben insanım…”
*
97 yıllık yaşamıyla ve öğrettikleriyle,
Bizlere onur ve gurur kaynağı olan
Babamız Hamdi Kızgınkaya,
Yaşamda bıraktığı güzel izlerinde buluşan dostları ve sevenleriyle uğurlandı son yolculuğuna.
Sözleri gibi yaşadı, anıldı, anılacak ve hep yaşayacak…
*
Biliyorum, eğer yazmazsam bulunduğu yerden bana kızacak.
Bugün 23 Nisan,
Tek kişinin egemenliğine son verildiği,
Egemenliğin Halkın, Ulusun olduğu gün.
Ulusal Egemenlik, Demokratik Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin temelidir.
Bu temele sahip çıkmak,
Yurttaşlık sorumluluğunun ve bilincinin gereğidir.
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız Kutlu Olsun.