İç cephe

Atatürk Büyük Nutuk adlı eserinde “Asıl önemli olan iç cephedir” diyor. “Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin meydana getirdiği cephedir. Görünürdeki cephe doğrudan doğruya düşman karşısındaki silahlı cephedir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilebilir. Fakat bu durum hiçbir zaman bir memleketi, bir milleti yok edemez. Önemli olan memleketi temelinden yıkan, milleti esir edebilen iç cephenin çöküntüsüdür.” Büyük önder daha sonra iç cephenin nasıl çökertilebileceğini örneklerle anlatıyor. Atatürk ilerdeki yıllarda “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” diyerek konuyu özetleyecektir.

Günümüzde bu sorun son derece önemli ve yaşamsaldır. Dış güçleri arkasına alan bölücü örgütlerden, emperyalizmin yarattığı dinsel terör hücrelerine uzanan bir sarmal tam anlamıyla günceldir ve yurttaşlar olarak hepimizi tedirgin etmektedir. Yadsınamaz gerçek, iç cephenin güçlü olabilmesi için önce iktidarların güvenilir, sonra da ekonomik bağımsızlığın olmasıdır.

Adına özellikle küreselleşme konulan insanlığın baş belası neoliberal akım egemen sınıfların elindeki en güçlü silahtır. İktidarlara payanda olan ve kendilerini “liberal solcu” olarak tanımlayanlar emek /sermaye çelişkisini öteleyerek, etnik, dinsel, mezhepsel ve cinsel kimlikleri öne çıkarmaktadırlar. Bu takım daha dün, bir CİA aparatı olan Fethullah Gülen’in “Mezarlardakiler bile oy kullanmalı” talimatına uyarak “Yetmez ama evet” naralarıyla yeri göğü inletmiş, önce yargıyı cemaate teslim etmiş sonra da tek adam rejiminin temeline harç koymuştu. Tüm bu çabalar emperyalizm karşısında bütünlüğünü koruması gereken iç cephede önemli gedikler açılması sonucunu doğurdu. Borcu başından aşmış iktidar ise, günümüzün kapitülasyonu olan kamu/özel yatırımları ile devlet hazinesini boşaltmakla meşgul. İktidar yabancı yargı güvencesiyle belirli şirketlere yolcu, araç ve hasta garantileri vermekte, kur korumalı mevduat sahiplerine ezilen sınıfların cebinden faiz aktarmaktadır. Tüm bunların sonucu orta sınıfların tasfiye edilmekte olduğudur. Hayatın güzelliklerini yaşamak artık mutlu azınlığın tekelindedir. On bin lira aylığıyla lokanta vitrinlerini dışardan izleyebilen emeklilerin yerine, onların bir aylık maaşını bir yemekte ödeyenleri görüyoruz. Yönetenlerin, yönetilenlerin gözünde itibarlarını hızla yitirmekte olduğuna tanık oluyoruz.

Barınma en doğal insan hakkıdır. Çeşitli il ve ilçelerde evsiz yurttaşlara sabit ödeme ve taksit koşuluyla konut güvencesi veren TOKİ’ye karşı, 2017 tarihli Sayıştay raporuna göre açılan tazminat davası sayısı 52 bin 780’e ulaşmıştı. Bu rakam gün geçtikçe büyümektedir. İnşaatlar zamanında bitirilmemekte, sabit olacağı söylenen taksitler değişmekte, yurttaşların maaşını aşmaktadır. Bazen kira yardımları kesilmesine karşın hak sahiplerine evleri teslim edilmemektedir. Orta sınıfın “Aldatıldık” feryadı göğe yükselmekte, gazete sütunlarında, televizyon ekranlarında haber konusu olmaktadır. İnsan haklarının en önemli kalemi sağlıktır. “Yaşama hakkı” anayasalardan kutsal kitaplara kadar her önemli metinde yer almaktadır. Oysa akşamları televizyon başına geçen insanlar, beyaz camda gördüklerinden utanmakta, sağlamken hasta olmaktadırlar. Acilen ameliyat olması gereken hastalara altı ay, bir yıl sonra verilen randevulardan tutun, doktorlara yönelen şiddet manzaraları iç karartmaktadır. Yurttaşından savaşta kanını dökmesini isteyen iktidarlar, barışta onlardan kan parası almaktadır. Uygulanmakta olan sağlık politikası fiilen özel hastanelere yönelmiştir.

İnsan haklarının başında eğitim gelmektedir. Uzatmaya hiç gerek yok. Geleceği emanet ettiğimiz yavrulara bir öğün sıcak yemek vermeyen iktidar, vatandaştan uçmadığı hava alanlarının, geçmediği köprülerin, gidemediği özel hastanelerin parasını tahsil etmektedir. Kazanma hırsı bir türlü bitmeyen sermaye, yurdun dağlarına, ovalarına, ormanlarına ve tüm doğal güzelliklerine göz koymaktadır. Genellikle verilen “ÇED gerekli değildir” raporlarına karşın çiftçiler, üreticiler ve duyarlı yurttaşlar Anayasadan aldıkları çevre hakkını savunmakta, jandarmalarla karşı karşıya gelmektedir. Yukarıda yazılanların önemli sonuçlar doğurduğu tartışılmaz elbette. Tamamında siyasal iktidarlar yanlış politikalarıyla olumsuzluklara kaynak olmaktadır. Asıl korkutucu olanı yurttaşların onlara karşı duyduğu güvensizliğin artık devlete yöneldiğidir. En büyük tehlike, devlete güveni kalmayan kitlelerin her geçen gün çoğalması Atatürk’ün önemle vurguladığı iç cephenin yarılmasına ve çökmesine yol açmasıdır. Emeği ve emekçileri bir yana iterek sermayenin yanında yer alan iktidarların memleketimize verdiği en büyük zarar budur!

Çare, emekçilerin, tasfiye edilen orta sınıfların, çevrecilerin, cumhuriyetin kuruluş felsefesine inananların özetle tüm aydınlanmacıların oluşturacağı demokrasi cephesidir. Ezenlere karşı ezilenlerin, karanlığa karşı aydınlığın, hurafeye karşı lâikliğin, emperyalizme karşı tam bağımsızlığın örgütlü mücadelesidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.