Erol Çevikçe
TEK ADAM ve GÜNÜMÜZDEKİLER
Suriye topraklarında yığınağı artırmak AK Sarayın tek başına verdiği karardı. Verilen onca şehidin -kanı yerde kalmayacak-diyerek (Avrupa’dan) sıcak (mali) destek alarak, güney sınırımızı mülteci girişine açmak, ta AK Sarayın kararıydı.
Tek elden yönetilen ülke, bütçesiyle, güvenlik güçleriyle, yargısıyla ve istihbaratıyla, birinci dünya savaşından tam yüz yıl sonra ilk kez bu denli yalnızlık ve çaresizlik yaşıyor.
Sanki devletin bütün kurumları, sorumluluk ve yetkilerini AK Saraya devretmiş durumda? Parlamento işlevsiz, bakanlıklar sadece sekretarya. Bakan diye atananlar, gece yarısı Sarayın imzası ile gelen emirleri personele dağıtan birer kurye ya da özel ulak gibi…
Yüz yıla yaklaşan demokrasi deneyimimizin kazanımları olan, halkın adına egemenliğin sorumluluğunu almış Meclis, bağımsız Yargı, laik demokratik Kamu Yönetimi (İcra) adeta tarihi birer anı?
AK Saray, TBMM’yi yok sayan, “Ben de seçildim” diyerek, millet adına “temsili” ve devlet adına “vesayeti” eline almış konumda. Tam anlamıyla bağımlı yaptığı parti kadrosunun, hükümet üyelerinin, yazılı ve görsel yazar-çizerlerin (medyanın) düşünme, sorgulama ve karar alma hak ve sorumluluğunu tek başına ve tek elden üstlenmiş ve bunu da herkese kabul ettirme inadında.
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, bireysel önyargıları ve sezgileri, bilinçaltı saplantıları ve kendince ilahî(!) duygularıyla, hak-hukuk ve ahlak anlayışına göre, kimi zaman ve yerde baskı, kiminde ödün ve ödül yoluyla, istediği sonucu almayı sürdürüyor. Bu nedenle de Türkiye’miz, içerde ortasından ayrışmış, dışarda yapyalnız, yüz milyonluk bir ülke görünümünde.
Ne yazık ki bu süreç, AK Saray’da erişilmez bir güce ulaştığına inanan Partizan Cumhurbaşkanının (Reis’in) daha yolunun başında, laik demokratik cumhuriyetin yerine, hedefi olan çağdaş ve uygar dünyaya kökten zıt bir yaşamı zorlamak* emeliyle (ihtirasıyla) başladı.
Vesayeti eline geçirdiğinde şu sözü (vaadi) verdi: “Hedefimiz dindar nesil yetiştirmektir”. İşte Milli Eğitim sisteminde gelinen aşama? Bilinçaltındaki hiç azalmayan baskın dürtü de, daha 1994’de bir TV kanalında açıkça itiraf ettiği, İslâm’ın mutlak şartı dediği, “Şeriatın” mirasçı banisi olmak.
Toplum felsefesi üzerine yapılan bilimsel araştırmalar şu gerçeği ortaya koyuyor; “Tek Adam” haline gelmiş liderlerin kişilik (pedagojik-psikolojik-ruhsal) yapısını, çocukluk ve erginlik dönemlerinde aldığı aile, çevre ve okul eğitiminin niteliği belirler. Bu açıdan bakıldığında, AKP’nin kuruluşu ve sonrasında, eğitimleri, bilgileri ve deneyimleri ayrı (artı) olan Abdullah Gül, Bülent Arınç, Ahmet Davutoğlu, Ömer Çelik ve şimdilerde de İbrahim Kalın gibi kimlikler, O’nun o katılaşmış kişiliğini ve o değişemeyen gerçeğini niçin ve nasıl görmediler, göremediler ya da gördüler ise neden engellemeye çalışmadılar?
Çünkü bu kişiler ve diğer has “adamları”, aldıkları eğitim ve yetişme koşulları bakımından farklı olsalar da, politik kariyer-amaç-hedef-bireysel yararları için Recep Tayyip Erdoğan’ı uygun (kullanılabilir-yönlendirilebilir) gördüler! Bazıları da, hala o hesap içindeler. Hem de, hepsinin ortak davası olan milli görüşün Lideri Necmettin Erbakan’ın, daha 1990’ların başında R.T. Erdoğan’la ilgili uyarılarını bile-bile ve karşın.
Bütün bunları anımsatmamın nedeni, ülkenin karşı karşıya kaldığı olumsuz bu hali (savaş ortamını), bir-kaç kişiye ve onların sorumsuzluğuna indirgemek değil, bu gerçeği gördüğü halde bireysel çıkar için bu değirmene hala su taşıyan “Günümüzdekilerin” de, elbet bir gün onların durumuna düşeceklerini, belgelemek (dosyalamak).
(*) “Demokrasi bizim için amaç değil, hedefe ulaşma yolunda araçtır” Başbakan R.T. Erdoğan, 2004 Rize
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.