Dr. Girayalp Karakuş

Dr. Girayalp Karakuş

Ukrayna’nın NATO’ya Girmesi Türkiye’nin Yararına mı?

Ukrayna’da Kasım 2011’den bu yana Ukrayna ve Rusya arasında dünya barışını ciddi şekilde olumsuz etkileyen bir restleşme mevcuttur. Ukrayna ve Rusya’nın tatbikatları sürerken NATO, Doğu Avrupa’ya ek konuşlanma peşindedir.            ABD başkanı Biden Rusya’nın Ukrayna’yı her an işgal edebileceğini savunmaktadır.  ABD son olarak Amerikan vatandaşlarını bölgeden tasfiye etmiştir. Biden: “ABD ve Rusya birbirlerine ateş açmaya başlarsa bu bir dünya savaşı olur” dedi. Washington Post ve New York Times gibi prestijli Amerikan gazetelerinde her gün savaş propagandası yapılmaktadır. Yani yangına körükle gidilmektedir. Ancak Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova, ABD'nin Ukrayna kışkırtmasına ilişkin açıklamada bulundu. "Anglo-Saksonların ne pahasına olursa olsun savaşa ihtiyacı var. Provokasyon, dezenformasyon ve tehditler, kendi sorunlarını çözmek için favori yöntemleri” diyen Zaharova, "Tüm dünya militarizmin ve emperyal hırsların kendini nasıl açığa vurduğunu izliyor” ifadesini kullandı. (1) ABD böyle kanlı bir savaşı neden istemektedir? Cevabı basit… ABD Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi bütün Avrupa’yı ekseninde toparlamaya çalışmaktadır.

            TÜRKİYE ABD BAĞIMLISI

            Türkiye ABD’ye öylesine bağımlı ki Barzaniler Irak’ta Türkmen bölgelerinde katliam yaparken (1959 Kerkük Türkmen Katliamı), bölgenin demografik yapısı ile oynarken, Türkmenleri göçe zorlarken ve tapu kayıtlarını yağmalarken ses çıkaramamıştır. İran Türkmenlerin yardımına koştuğunda ise Türkmenler İran etkisine girmişti. ABD ise IŞID’e Musul’da koridor bıraktı böylelikle Suriye’ye rahat geçebilsin diye. Türk dış politikasının dünyadaki algılanışı şöyledir: “Çok konuşan ama gereğini yapamayan bir devlet”. İngilizler bu diplomasiye “dişsiz demokrasi” adını vermiştir. (2)

            Türkiye zamanında PYD lideri Salih Müslim’i Ankara’da ağırlamış ve Esad’a karşı işbirliği önermiştir. Ancak Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğünün önemini bir türlü göremedi. PYD liderliği emperyalizmle işbirliği yaptı. Zaten Suriye’de Kürt nüfusu yüzde 7-10 civarında. Amerika’nın desteği olmasa bu nüfus yüzde 35’lik kesimi yönetemezdi. (2)

            Türkiye Irak’taki diplomatik sıkışıklığını Kıbrıs, Adalar, Suriye ve Ermeni meselesinde de yaşamaktadır. Bilindiği üzere Amerikalılar bu konularda Türkiye’nin aleyhine tezlerin arkasında durmaktadır. Adalarda hâlen işgal edilmiş yerler var ancak Türkiye yeterli tepkiyi gösterememektedir.

            Türkiye, Bosna Hersek, Yunanistan, Hırvatistan Atlantikçi, Sırbistan Avrasyacı, Bulgaristan ise ortadadır. Çin son dönemlerde Rusya-Ukrayna kriziyle Avrasyacı olmaya başlamıştır. Amerikalılar şu şekilde düşünüyor: “Jeopolitik eksen olan Ukrayna bağımsız kalabilirse, Rusya ağır bir darbe yer ve siyasi olarak bir değişim ve dönüşüm yaşayabilir. Ukrayna koparılabilirse, Rusya sadece Asya devleti olarak kalır.” Rus uzmanlar ise şöyle düşünüyor: “Ukrayna, Rusya için hayati önemdedir. Batıdaki en zayıf noktamıdır.” (3)

            ABD ve Batı 1979’daki Afganistan Savaşı’nda olduğu gibi Rusya’yı bataklığa çekmek istemektedir. ABD ve Batı Ukrayna’da çatlak yaratarak istikrarsızlık adası oluşturmaya çalışmaktadır. Baltık ve Doğu Avrupa ülkeleri ABD’ye yeterince güvenmemektedir. Çünkü Rusya’ya karşı kendilerini koruyacak bir gücün olmadığından yakınmaktadırlar. ABD Rusya’ya karşı finans yarışına hazırlanmaktadır. Rusya’nın en can alıcı zaaf noktası da ekonomisidir. Ancak son zamanlarda doğalgaz ve petrol fiyatlarının artmasıyla Rusya rahat bir nefes aldı.

UKRAYNA NATO’YA GİRMEMELİ

            Ukrayna’nın NATO’ya girmesi Türkiye’nin lehine mi yoksa aleyhine midir? Can alıcı soru burada yatmaktadır. Türkiye Sovyetler Birliği’nden bu yana Rusya ile komşudur ve herhangi bir sınır anlaşmazlığı yaşamamıştır. Stalin dönemi hariç genelde dostane ilişkiler gerçekleştirilmiştir.  ABD ise Johnson mektubundan bu yana Türkiye ile inişli çıkışlı ilişkiler yürütmüştür. Türkiye bu ilişkide ABD ile eşit pozisyonunda hiçbir zaman olmamıştır. Yeterli miktarda ticari ilişkiler de kurulmamış hatta Suudi Arabistan, Mısır gibi Arap ülkeleri ABD ile daha dostça ilişkiler kurabilmiştir. ABD, Ege denizi, Kıbrıs, Yunanistan, Suriye, Ermenistan gibi konularda her zaman Türkiye’nin karşısında yer almıştır. ABD Bulgaristan, Yunanistan ve Ortadoğu’da Türkiye’yi üsleriyle çevrelemiş pozisyondadır. Ukrayna’nın NATO’ya girmesiyle bu çevrelenme tamamlanmış olacaktır.

            Batı’nın mali tekeli de kırılmak üzeredir. Batı’nın küresel mekanizmalarına alternatif olarak BRICS hayata geçirildi. Yeni kurulacak düzende Çin para birimi olan YUAN’a geçildiğinde dünyada kıyamet kopabilir. Türkiye’de yeni düzende yerini sağlam adımlara göre atmalıdır. Rusya-Ukrayna krizi ile yeni bir Soğuk Savaş dalgası gelebileceği gözler önündedir.

DENGE ABD ALEYHİNE

            Sovyetler Birliği dağılmadan önce ABD, Sovyetler Birliği’ne sözler vermişti. Buna göre; NATO Doğu Avrupa’ya yayılmayacaktı ancak ABD sözlerini tutmadı. Rusya neden yazılı taahhüt almadı? Bunun birincil sebebi; Rus toplumunun kültürel olarak sözlü ifadelere kıymet vermesinden kaynaklanmaktadır. Her toplumun kendine özgü bir yapısı vardır diyebiliriz. 

            6 Mayıs 2012 tarihinden itibaren yemin ederek üçüncü kez Rusya Devlet Başkanı seçilen Vladimir Putin, seçimlerden önce “Güçlü Olmak: Rusya İçin Ulusal Güvenlik Garantileri” başlıklı bir makale yazarak yeni dönemde izleyeceği güvenlik stratejisinin ipuçlarını göstermiştir. Bu strateji Avrasyacı anlayışın tezahürüydü. Rusya yeni dönemde stratejik caydırıcılık potansiyelini güçlendirecek, silahlı kuvvetlerini konvansiyonel anlamda geliştirecek, askeri anlamda Kuzey Denizi ve Uzak Doğu’da güç boşluğunu dolduracak, ABD’nin füze savunma sistemine askerî ve teknik yanıtı asimetrik ve etkin olacaktı. (4)

            2012 yılındaki Putin Doktrini son on yılda adım adım gerçekleştirildi. Öncelikle Gürcistan ve Kırım’da sahada tatbik edildi. Putin’in Avrasyacılığı Amerikan tek kutupluluğuna karşı başkaldırının merkezi hâline geldi. Örneğin Walter Russel Mead Wall Street Journal’a yaptığı bir değerlendirmede dünyadaki güç dengesinin ABD aleyhine değiştiğini ifade etmiştir. (4)

JEO-POLİTİK AKTÖR OLUNUR MU?

            Türkiye’nin şu anki aşamada jeo-politik bir aktör olması mümkün görünmemektedir. Çünkü iç ve dış istikrarını sağlayamamış, tutarlı bir ideolojiden yoksun ve bölünmüş bir devlettir. Türkiye’de bir yanda Cumhuriyet’ten, emekten, adaletten ve eşitlikten yana bir grup diğer tarafta dini ve tutucu öğeleri ön plana çıkaran ve Batı’yla her türlü vesayet ilişkisine açık bir grup vardır. İkinci kesim aynı zamanda Batı ve ABD emperyalizmi ile barışıktır. Bu çatışmalar sürekli olarak devletin değişmesine yol açmaktadır. Yaşanan polemikler ülkenin zaman kaybetmesine yol açmaktadır. (3)

            Bu proseste Atatürk’ün şu 3 öğüdüne uyulmalıdır: 1)Moskova ile dostluğu önemse; 2)Emperyalist güçlerle içli dışlı olmama; 3)Araplararası sorunlarda taraf olmama

            Türkiye dış politikada “aktif kolektivizm”(aktif dayanışma) prensibiyle hareket ederek sorunlarını çözebilir. Türkiye jeo-politikçi anlayışla hareket etmektedir. Bu anlayış güçle orantılıdır. Türkiye’nin jeo-politikçi bir gücü azdır bundan dolayı kendi huzurunu komşusundaki barış ortamında görmelidir.

            Sonuç olarak NATO komünizm tehdidine karşı kurulmuş bir örgüttür. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla misyonunu tamamlamıştır. Her ülke kendi sınırını kendisi savunmalıdır. Macron’un “NATO beyin ölümünü gerçekleştirmiştir” derken bunu  kast etmişti. ABD tek başına savaş çıkarmayı göze alamadığı için kendi yanına müttefikler alarak dünya barışını tehdit etmektedir. NATO, ABD’nin savaş çıkarma aparatı hâline gelmiştir.

Bunun en bariz örneğini Ukrayna krizinde görmekteyiz. Kim bilir belki de Rusya Soğuk Savaş yenilgisinin intikamını alıyordur…

Kaynakça

1)Sol Haber, 12.02.2022.

2)Barış Doster, Yönünü Arayan Türkiye, Halk Kitabevi, İstanbul, 2017, s.  18.

3) Soner Polat, Türkiye İçin Jeopolitik Rota, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2020, s. 107.

4) Ömer Göksel İşyar, Avrasya ve Avrasyacılık, 2. B., Dora Yayınları, Bursa, 2013, s. 318-321. 

Önceki ve Sonraki Yazılar