Dr. Girayalp Karakuş

Dr. Girayalp Karakuş

Tanrı’yı Bulan Adam: Hay Bin Yakzan

Tanrı inancı doğuştan mı yoksa sosyal çevrenin etkisiyle mi oluşur tartışması dinlerin ortaya çıkışından bu yana tartışılan bir konudur. Bu sorunsala İslâm âlimleri, agnostikler, deistler ve ateistlerden birbirinden farklı cevaplar aramışlardır. İbni Sina ve İbn Tufeyl’in yazmış olduğu “Hay Bin Yakzan” adlı felsefi öyküde bu arayışın tezahürüdür. Bu yazıda kendi görüşlerimden ziyade okuyucuya bilgi aktarmak için alegorilerle bezenmiş bu öykünün hakikat arayışını dile getireceğim. Kitabın yazarları aslında Hay Bin Yakzan karakteriyle kendi gerçeklerinin arayışını sembolize etmişlerdir. Öykünün kurgusunun da başarılı olduğunu söyleyebilirim. Kurgu orijinaldir. Romanın konusunda Hay Bin Yakzan ile ilgili farklı iki öykü vardır. Birincisi: öykünün kahramanı “Hay” bebekken annesi tarafından terk edilir. Hay’ı bulan bir ceylan onu büyütür. Ancak kahramanımız yetişkinliğe geçtikçe çevresindeki hayvanlardan farklı olduğunu gözlemler. Onlar gibi koşamamakta ve avlanamamaktadır. Olgunlaştıkça çevreyi gözlemlemeye başlar. Etrafında Tanrı ve din hakkında bir şeyler anlatan da yoktur. Doğayı müşahede ettikçe sorgulamaya ve bir yaratıcının olduğuna inanmaya başlar. İkincisi ise; “Hay” ıssız bir adada yaşamaktadır. İnsanlardan ve medeniyetten tamamen uzaktadır. Kahramanımız birinci öyküde olduğu gibi doğayı gözlemler ve sorgulama yolundan gider. Hakikati araştırır. Bu arada Absal diye bir kadının yolu kahramanımızın adasına düşer. Absal Tanrı’ya inanan ve dindar bir kadındır. Hay’ı ilk gördüğünde korkar ancak kendisine zarar vermeyeceğini anlayınca kahramanımızla iletişime geçer. Ona Tanrı’dan ve dinden bahseder ve kahramanımız aydınlanır.

            Kitaptaki iki olayda aslında Tanrı inancının doğuştan geldiğini ifade etmektedir. Ayrıca insanın doğayı gözlemleyerek mutlak gerçekliğe ulaşacağı iddiası vardır. Alegorilerle yazılan bu kitaptaki kahramanımız “Hay” aslında yazarlarımızın kendisidir. Onlara göre metafizik bilgiye gözlemle ulaşılabilir. Doğanın mükemmel işleyen yapısı incelendiğinde Tanrı’ya ulaşılabilir. Öykünün kahramanı da bunu yapmıştır. Yazarlarımıza göre evrensel hakikat vardır. O da Tanrı inancıdır. Yani denilen şey kısaca şudur: “İnsanlar ıssız bir ada da kalsa vahşi bir hayatta sürse dönüp dolaşacağı yer “Tanrı inancı”dır. İnsan doğa karşısında aciz olduğu için Tanrı inancına bir şekilde yönlenecektir.”

             Son kertede şunu söyleyebilirim: “Felsefe ve teoloji bir bakıma ayrılır. Nedeni ise felsefeciler Tanrı’nın varlığını incelerken baştan Tanrı’nın varlığını kabul etmez. Sorgulama süzgecinden geçirir. Mantıksal olarak doğru bulduktan sonra Tanrı’yı benimser. Felsefe eleştirel düşünme sanatıdır. Ama teoloji eleştirel süzgeçten geçirmeden baştan Tanrı’nın varlığını kabul eder dolayısıyla müspet bir tartışma ortamı engellenir. Bu yüzden de felsefeciler ve teologlar genellikle anlaşamazlar. Kitap hakkındaki düşüncelerime gelince kurgunun güzel olması okuyucunun ilgisini çekmektedir. Kitabın giriş kısmında kadınlara yönelik olumsuz ifadelere tam olarak katılmadığımı belirtmem gerekir. Nedenini bilmediğim bir şekilde dinbilimini inceleyenlerin bazıları kadını kötülüğün simgesi olarak göstermektedir. Onun haricinde kitabı bir çırpıda okuduğumu söyleyebilirim.

Bu kitabı bana öneren babama teşekkür ederim…

Önceki ve Sonraki Yazılar