Dr. Girayalp Karakuş

Dr. Girayalp Karakuş

Bazı Kürtler Atatürk’ü Neden Sevmezler?

Kürtlerin büyük bölümünün Atatürk’e mesafeli yaklaşması tarihsel olgulara dayanmaktadır. Kürtler, iki dayanak noktasından yola çıkarak Atatürk’ü tekfir etmektedirler. Birincisi; Atatürk’ün Türkiye’yi cemaat-tarikat topluluğundan ulus-devlete convert etmesi. İkincisi ise Atatürk’ün Kürtlere verdiği özerklik sözünü tutmaması iddiasıdır. Birinci noktayı açıklığa kavuşturmak gerekirse öncelikle Atatürk’ün Türk milliyetçisi olduğunu söylemek gerekir. Kendisi ulus sorununa sosyalist bir bakış açısı ile yaklaşmıyordu dolayısıyla Türk devletinin temellerini bir etnik unsura (Türk) dayandırmıştır. Atatürk’ün siyasetinin böyle olması şaşırtıcı değildir çünkü 20. yüzyılın popüler devlet modeli ulus-devlet idi. Atatürk, Fransız Devrimi’nden etkilenen devlet adamlarından biriydi. Kürtler ise dünya tarihinin en dindar halklarından birisidir. Osmanlı Devleti’nde ümmet bilinciyle hareket eden Kürtler, etnik milliyetçiliğe dayalı bir devletin kurulmasını benimsemediler. Genç Cumhuriyet kurulduğunda 1925 yılında hazırlanan Şark Islahat Raporu ile Kürtler dönüştürülmeye çalışılmıştır. Bu raporda Kürtlerin Türklerle kaynaştırılması için yer değiştirilmesi (göç) ve Türkçe’nin bölgede yaygın bir dil olarak kabul görmesi sağlanmaya çalışılmıştır. Merkezi hükümetin Türkleştirme politikaları palyatif tedbirler idi. Sonuçta Kürtler ulusal benliklerine-dillerine sahip çıkmışlar ve Türkleşmeyi kabul etmemişlerdir. Atatürk, bölgenin yapısını iyi bilen devlet adamlarındandı. Bölgedeki feodal aşiretçilik-şeyhlik yapısını biliyordu. Şeyh-derviş ve ağalarla iyi geçinerek Kürtlere sözünü dinletebileceğini düşünmüştür. Ancak Güneydoğu ve Doğu Anadolu gibi coğrafyalarda reform yapmak son derece zordur. Yapılan devrimler bölgede karşılığını bulamadı. Dini hukuktan medeni hukuka geçiş ile birlikte Türk-Kürt arasındaki Müslümanlık retoriği kayboldu. Nitekim bölgedeki dini yapılar da yapılan devrimlerin anlaşılmasına engel olmuştur. Genç Cumhuriyet’in merkezileşme isteği ile birlikte bölgeden vergi toplamak istemesi tepkilere yol açmıştır. Rusya’nın uzun yıllar Kafkasya’dan vergi toplayamaması gibi Osmanlı Devleti’de Şark’tan vergi toplayamıyordu. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde görece özerk bir yapı vardı. Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu uygulamayı sonlandırmış ve devletin gücünü Kürt coğrafyasında hissettirmek istemiştir. Örneğin; Dersim (Tunceli)’ de yapılanlar gibi. Kürtlerin Atatürk’ü sevmemesinin ikinci sebebine gelince; Atatürk’ün Kürtlere özerklik sözünü tutmaması iddiasıdır. Bu konuyu ilk defa Robert Olson adlı araştırmacı gündeme getirmiştir. Olson, İngiliz arşiv belgelerini refere etmiştir. Abdullah Öcalan’da Olson’un tezini savunmuştur. Bu tezin 5 ayağı vardır:

            1. “22 Ekim 1919’da, İstanbul Hükümeti’yle Heyet-i Temsiliye arasında yapılan Amasya Görüşmeleri sonrası hazırlanan protokollerden birinde (2. Protokol), Atatürk Kürtlere özerklik vaad etmiştir!

            2. Koçgiri İsyanı’ndan sonra Haziran 1921’de TBMM’de yapılan bir gizli oturumda Kürtlere özerklik verilmesi kararlaştırılmıştır!

            3. 10 Şubat 1922’de TBMM’de yapılan bir gizli oturumda Kürtlere özerklik verilmesi kararlaştırılmıştır!

            4. Atatürk 16/17 Ocak 1923 tarihinde çıktığı İzmit seyahatinde “Kürtlere özerklik verileceğini” söylemiştir!

            5. Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı yıllarındaki konuşmalarında “Kürdistan” tabirini kullanması “bağımsız Kürdistan”ı tanıdığının işaretidir!” (1)

            Bu belgeler incelendiğinde Atatürk’ün Kürtlerin “ırk hukuku” ve “sosyal haklar” prosesinde Kürtleri kabul ettiği görülmektedir. Ancak Atatürk’ün özerklik konusunda söz verip vermediği tartışmalı bir konudur. Örneğin; İzmit Basın Toplantısında Atatürk’ün görüşlerinin her tarafa çekilebileceği anlaşılmaktadır. Atatürk bu konuyla ilgili görüşlerini kendisine yöneltilen bir soru üzerine şöyle ifade etmiştir:

            “Kürt meselesi; bizim yani Türklerin menfaatına olarak da katiyen söz konusu olamaz. Çünkü bildiğiniz gibi bizim milli sınırımız dâhilinde mevcut Kürt unsurlar o surette yerleşmiştir ki pek sınırlı yerlerde yoğunluğa sahiptir. Fakat yoğunluklarını kaybede kaybede ve Türk unsurlarının içine gire gire öyle bir sınır ortaya çıkmıştır ki Kürtlük namına bir sınır çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye’yi yok etmek lazımdır.

Örneğin, Erzurum’a kadar giden, Erzincan’a, Sivas’a kadar giden, Harput’a kadar giden bir sınır aramak lazımdır. Ve hatta, Konya çöllerindeki Kürt aşiretlerini de göz önüne almak lazım gelir. Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük düşünmektense, Teşkilatı Esasiye Kanunu (Anayasa) gereğince zaten bir tür yerel özerklikler oluşacaktır. O halde hangi livanın (sancak) topluluğu (yerel halkı) Kürt ise onlar kendi kendilerini muhtar (özerk) olarak idare edeceklerdir. Bundan başka Türkiye’nin halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade etmek lazımdır. İfade olunmadıkları zaman bundan kendilerine ait sorun çıkarmaları daima söz konusudur.” (2)

            Atatürk’ün basına verdiği demece göre; ucu açık bir durum söz konusudur. Atatürk, Türkiye’nin sınırları içerisinde “Bağımsız bir Kürdistan” kurulmasına karşı çıkmaktadır. Ancak Kürtlerin sosyal ve siyasi haklarını kabul ettiği görülmektedir. Atatürk; Koçgiri, Ağrı, Dersim, Şeyh Sait isyanlarında bağımsız Kürdistan hayallerine sertlikle cevap vermiştir. Kürtlerin belli bir bölümü bu isyanlarda devletin aşırı güç kullandığını iddia etmektedirler. Somut durumun somut tahliline göre; devlet refleksi diye bir durum söz konusudur. Dönemi anakronizme düşmeden değerlendirmek gerekir. Dünyanın her yerinde devletler, kendilerine silah doğrultan güçleri sertlikle bastırmıştır. Sovyetler Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve Batılı devletler de bunu yapmıştır. Alman devletinin Baader Meinhoff örgütünü sertlikle bastırması, ABD’de Teksas’ın bağımsızlığını isteyenlere 99 yıl hapis cezası verilmesi, Miguel Castells’in başına gelenler gibi. Tabii ki doğrudan demokrasilerde hukuk devletleri ön plana çıkar ve suçluların cezası bu şekilde verilmez.

            Son kertede “Kürt Meselesi” günümüzde Türkiye’nin en büyük sorunudur. Geçmişte yapılan bazı hatalar neticesinde iki kardeş halk birbirine düşman hâle getirilmiştir. Bu durumun oluşmasında emperyalist müdahaleler de olmuştur. Kürt sorununun çözümü ve iki kardeş halkın tekrar bir araya gelmesi sorunun demokratik yolların doğru kullanımına bağlıdır. Bir yurttaş kendisini nasıl hissediyorsa etnik kökeni odur. Dolayısıyla Kürtler, Türklerin bir boyudur gibi yaklaşımlar artık marjinal kalmıştır. Bu çözümlemeyi yapanlar biyolojik milliyetçilik yapanlardır. O halde yapılması gereken Milli Mücadelede omu omuza mücadele verdiğimiz Kürt halkını tekrar kazanabilmektir.

Kaynakça

  1. Sinan Meydan, “Atatürk Kürtlere Özerklik Vaad Etmişti Diyenlere Belgelerle Cevap”, Oda Tv, 07.04.2011. https://www.odatv.com/analiz/o-yalani-artik-soyleyemeyecekler-16661
  2. Mustafa Kemal, Eskişehir-İzmit Konuşmaları,1923, İstanbul, 1999, s.103; Agm; Alev Coşkun, “İzmit Basın Toplantısı: Mustafa Kemal, Kürt konusu ve ‘Devletin dini olacak mı’ sorularını yanıtlıyor”, Cumhuriyet, 29.01.2023. https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/alev-coskun/izmit-basin-toplantisi-mustafa-kemal-kurt-konusu-ve-devletin-dini-olacak-mi-sorularini-yanitliyor-2026200

  

 

  

Önceki ve Sonraki Yazılar