ALTAN ABİ (ÖYMEN)

"Asırlık çınar" denilen insanlardandı gerçekten.

Artık o da tarihin ve takvimin yaprakları arasında yerini aldı.

Ben de kendi penceremden, yolumun kesiştiği kadarıyla onun hakkında bir kaç kelam etmeyi kendime bir sorumluluk olarak yükleyip elime kalemimi aldım.

Bir asra yaklaşan (93 yıllık) ömründe birçok dönemi bizzat yaşamış, sonra da bunları cilt cilt kaleme alarak gelecek kuşaklara da aktarmıştı.

Çok partili hayata geçişi, Demokrat Parti'nin gelişi ve gidişini, İnönü-Ecevit kutuplaşmasını, 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007 ve 15 Temmuz 2016 darbe, muhtıra, post modern darbe ve darbe girişimlerini gazeteci/siyasetçi olarak yaşadı. 

Benim ise Altan Abi ile yolum Milliyet'te kesişti. Ankara Bürosunda 1989 yılında başladığım Milliyet'te ben gece muhabirliği yaparken o ise gazetenin duayen başyazarıydı.

Kim bilir belki çok şey yaşamış olduğundan, belki de karakteristik olarak (ki bana göre de böyle) çok sakin, dingin, telaşsız bir insan, gazeteci ve siyasetçiydi. Amiyane deyimle onun feveran ettiğini, acul davrandığını, telaşa düştüğünü gören olmamıştır.

Gazetecilikte de siyasette de herkesin "Ağır Abisiydi." Çünkü hemen hemen herkese bir el uzatmışlığı, bir yardım etmişliği, bir dokunmuşluğu vardı... Başkent Ankara medya-siyaset labirentlerini de; İstanbul'un dükkalıkla eşdeğer konumu ve Bizans Oyunlarını da yerinde görmüştü. Belki dişiyle tırnağıyla dipten kazıya kazıya gelen keskin bir "Mücadele Adamı" değildi; ama hayatın sunduğu yolda bir deneyim küpü ve onun da ötesinde bir sağduyu/sükunet abidesi olduğu konusunda hemen hemen herkes hem fikirdi. Zaten 1999 yılının 18 Nisanında yerel-genel birlikte yapılan seçimlerde CHP'nin tarihinde ilk kez yüzde 10  ülke barajının altında kalması üzerine çok kısa süre içinde "Abi Formülü" ile isminin devreye girmesi ve hemen akabinde CHP Genel Başkanlığına taşınması da zor olmamıştı.

SHP-CHP dönemlerinde ben alan muhabiri olarak o başyazar olarak gergin, tartışmalı, kavgalı, çekişmeli kurultayları beraber izlerdik. Biz muhabirler atmosferin gerginliğine kapılıp oradan oraya koştururken o sakince olanları izler, notlarını alır ve genelde "HAYIRLI OLSUN" tarzında bir başlık ve insanı çıldırtan bir sakin üslupla yazısını kaleme alırdı. Kurultay salonunda sandalyeler ve tekmeler havada uçuşurken onun ertesi günkü yazısında adeta lirik motifli bir "kır düğünü" teması hakim olurdu.

Birlikte çalıştığımız yıllarda yazılarını da daktilo veya bilgisayar ile değil bildiğiniz elle yazardı. 30-40 adet beyaz A4 kağıdını alır çizgiler, işaretler, oklar ve karalamalarla bezediği yazısını İstanbul'a geçilmesi için ilgili arkadaşa teslim ederdi. Bazen o kadar çok karalama yapardı ki, yazıcı (teleksci) arkadaşlar bir sayfada tek başına kalmış bir cümle hatta tek sözcüğü arayıp güçlükle bulabilirlerdi.

Altan Abi'nin kişiliği ve mizacıyle eşdeğer bir diğer belirgin özelliği de olağanüstü dalgınlığıydı. Çanta, kalem, şemsiye, çakmak unutmaları meşhurdu. Baskasının çakmağını almaları daha da meşhurdu. Onun bu özelliğini en iyi gözlemleyenlerden birisi dönemin Milliyet Ankara Bürosu'nun mizah dedektörü Zülfikar Doğan'dı. Zülfikar Doğan  kendisi gibi sigara tiryakisi olan Altan Abi'ye çakmak yetiştiremeyince çareyi oldukca ağır kristal bir masa çakmağı edinmekte bulmuştu. Ama bir gün o kristal ağır çakmak da ortadan kaybolmuş. Meğer o çakmağı da yine bir iş için gelen Altan Abi sigarasını yaktıktan sonra paltosunun cebine koyuvermiş. O kadar farkında değilmiş ki, çakmak, ancak İstanbul'a dönmek için Esenboğa Havalimanı'nda X Ray'den geçerken cihaz ötünce ortaya çıkmış. Zülfikar Abi bunu ballandıra ballandıra anlatır biz de etrafında toplanıp gülmekten kırılırdık. Yine Zülfikar Abi'nin anlatımına göre; havanın ılıman olduğu bir kış mevsiminde Altan Abi genel davranışın aksine; paltosunu giyip ceketini kolunda taşırken rastlaşmışlar; Zülfikar Abi durumu farkedip uyarınca ceketini giyip, paltosunu koluna asmış...

Tekrar siyasi/mesleki özelliğine dönersek... Titizlik, sağduyu, sükunet Altan Öymen'in bünyesinde öyle yer etmişti ki bazen bu özelliği kendisini çok zor durumlarda da bırakabiliyordu. 1999 yılı 23 Mayısında CHP Genel Başkanı seçildiği kurultayda PM Listesi hazırlama çalışması uzadıkça uzamıştı. Delegasyon, adaylar, basın ve konuklar saatlerce "Anahtar Liste" bekledik... Bu bekleyiş çok uzayınca kurultay salonunda onun adına korsan anahtar listeler dağıtılmış, hatta yaşanan fiili ve hukuki tartışma sonucunda o  kurultayda PM seçimi tamamlanamamıştı. Altan Öymen'in TAM PM listesi ve oradan da yeni bir parti yönetimi oluşturabilmesi için bir kurultayın daha toplanması gerekmişti.

Partisinin Meclis dışında bulunduğu ve Başbakanlık koltuğunda eski lideri Bülent Ecevit'in oturduğu Genel Başkanlık döneminde ben ve Sabah Muhabiri Emin Koç'tan parti çalışmalarının periyodik bir yayınla kamuoyuna ve örgütlere duyurulması çerçevesinde bir ricası olmuştu. Biz de uygun formatta bir hazırlık yapıp kendisine sunduğumuz halde titizce günlerce incelemiş, incelemiş;  aradan uzun zaman geçip haberlerin güncelliği kalmayınca da yayından toptan vaz geçmişti.

Döneminde (1999-2000 yılı) CHP'deki üye yenileme çalışması çok gerçekçi ve radikal bir adımdı. Eğer bu projesini tamamlayabilse ve akabinde partiyi olağan kurultaya taşıyabilse kesinlikle daha uzun ömürlü bir genel başkan olabilirdi. Olmadı çünkü sakin mizacının arkasında bir de genlerinde taşıdığı  Karadenizli inadı ortaya çıktı. Olmadı ve Mersin örgütündeki bir atama krizinin tetiklediği olağanüstü bir kurultayda koltuğunu apartta bekleyen Deniz Baykal'a bir nevi "kendi eliyle" sunmuş oldu.

1.5 yıllık CHP Genel Başkanlığı döneminde YSK kararıyla tekrarlanan Bilecik il belediyesi seçimlerinin Yaşar Tüzün'ün adaylığı ile kazanılması en önemli başarısı olarak tarihe geçti. Yine CHP'nin ilk kadın genel başkan yardımcısı olarak  sendikacı kökenli Yaşar Seyman'ı ataması da parti tarihindeki yerini almıştır. CHP'nin geleneksel çizgisinin dışında sosyolojik bir açılımla genel başkan düzeyinde "iftar programı" yapması da onun döneminde gerçekleşti...
Başlarda çok kısa ve net  konuşmalar yaparken sonraları mikrofona ve genel başkanlığa oldukça alıştı. Onun dönemindeki Kars, Bilecik, Ürgüp-Avanos gibi yurtiçi ve dokuz günlük unutulmaz Çin gezisinde beraber çok anımız oldu. Bilecik'te genel başkan olarak ilk kez bir miting konuşması yapma heyecanına ortak olmuş, Ürgüp'te çekişmeli bir tavla partisi yapmış ve Pekin'de Çin Seddi, Kışlık İmparatorluk Sarayı ile meşhur Tienenman Meydanı'nı; İmparatorluk Başkenti Xian'da Teracota Askerleri Müzesini (Çamurdan heykeller müzesi dünyanın harikaları arasında yer almaktadır) ve Şanghay'da Yu Yuen Garden Bahçelerini, ünlü televizyon kulesini ve yüzlerce gökdelenden oluşan Pudong Nehri Projesini yerinde görmüştük.

Çin Komünist Partisi'nin davetiyle Altan Öymen'in genel başkan olarak katıldığı gezide Yaşar Seyman Genel Başkan Yardımcısı, eski bakanlar Ziya Halis, İbrahim Tez ve eski Tunceli Milletvekili Orhan Veli Yıldırım da parti yöneticisi olarak yer almışlardı. Gazeteci olarak da benim yanı sıra Radikal'den Zihni Erdem, Sabahtan da Emin Koç katılmıştı. Bu gezide birçok anı biriktirmiş, Çin'in tarihten gelen medeniyet taşıyıcılığına günümüzün modern kalkınma hamlelerini monte edip Amerika'nın karşısında gerçek bir SÜPER GÜÇ olma sürecini yerinde incelemiştik. Bu geziye ilişkin detaylı anekdotlarımı "CİNAYETİ GÖRDÜNÜZ MÜ?" kitabımda "Çin'de dokuz gün" başlığıyla yazmıştım. Bir tanesini burada da yazayım: Çin'de çok keskin bir "pazarlık yapma" kültürü var. Bizdeki gibi örneğin bir malın/ürünün fiyatı 220 birim ise "200 düz olsun" denilmiyor. Örneğin eğer almak istediğiniz bir ürün 220 Yuen ise sizin satıcıya 10 veya 15 Yuen veriyorum demeniz gerekir. Sıkı pazarlıkla 20 veya 25 Yuena alabilirsiniz. Biz bu klasik usulde alış veriş yapıp otellerimize dönerken; akşam bir de bakıyorduk ki bizim 20, 25 Yuena aldığımız bir ürünün aynısını Altan Abi 200 veya 220 Yuena almış. Türkiye'de kendi yaşamında çok da pazarlık kültürü olmayan Altan Abi'nin bu alışkanlığını Çin'de de sürdürmesi üzerine biz de kendi aramızda, "Vallahi Çin'de enflasyon Altan Abi yüzünden yükselecek" diye espri yapıyorduk.  

Altan Abi de benim gibi iflah olmaz bir Trabzonspor sevdalısı idi. Sohbette siyaset ve gazetecilik dışında bir konu açılsa hemen Trabzonspor'un durumunu, değerini ve önemini konuşmaya başlardık. O Trabzonlu bir Trabzonsporlu ben ise, "Bize her yer Trabzon" felsefesini edinmiş Diyarbakırlı bir Trabzonsporlu olarak sohbet ederdik.

Altan Abi yaklaşık bir ay kadar önce önemli bir  operasyonu (akciğer) daha atlatmış, evine dönmüş, hatta kendisini ziyaret eden dostlarıyla sağlıklı pozlar vermeye de  başlamıştı.

Ama bu son operasyon onu epey yormuştu. Kan değerlerinde düşme, yeniden hastaneye yatma derken yoğun bakım ve entübe haberleri "sonun habercisi" modunda peş peşe gelmeye başladı.

Sonunda o da doğan her canlı gibi yapması gereken "tadımı" yaptı.

Ve şimdi 35 yıla varan geçmişimizdeki yaşanmışlıkların hepsi birer güzel anıya dönüştü.

Hayatın gerçek döngüsü de budur, maalesef.

Sonuçta kim olursan ol hancı değil yolcusun.

Bir varsın, bir yoksun.

Ne demişler, "hayat bir göz açıp kapayıncaya" kadar.

Nurlarda uyu; ruhun şad olsun Altan Abi...

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.