Hüseyin Özalp

Hüseyin Özalp

DEM, gemisini kurtaran kaptan misali

Demokrasiye darbe ile barış açılımı sürecinin eş zamanlı olarak planlandığı artık ayan beyan ortada. Bu planlanmış sürecin amacı daha önce de yazdığım gibi DEM oylarının kendisine gelmese bile CHP’ye kalmasını önlemek. Aynı zamanda demokrasiyi askıya alma sürecinde DEM’i mümkün olduğunca yanına çekebilmek.

Nitekim ülkede darbe şartları hüküm sürerken ve Erdoğan’ın demir yumruğu muhalefetin üzerinde sallanırken, DEM ise başının kadife eldiven ile okşanmasının sarhoşluğunu yaşıyor.

Sürecin üzerinden altı ay geçtikten sonra Erdoğan nihayet DEM’i muhatap aldı. İmralı heyetinin Saray’da yaptığı görüşmeden sonra yapılan açıklamada, “Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve heyetiyle yaptığımız görüşme, son derece olumlu, yapıcı, verimli ve geleceğe dair umut verici bir atmosferde gerçekleşti” ifadelerine yer verildi. Açıklamada noktada dünden daha umutlu oldukları vurgusu yapılarak, sürece uyarı ve eleştirileriyle güç katan parti ve toplum kesimlerine şükran sunuldu.

O zaman uyarıları sürdürmekte yarar var deyip ilk saptamayı yapalım: Demokrasi ile taçlanmamış barış sürecinden çözüm çıkmaz.

Ülkenin demokrasi ihtiyacı ise sadece Kürtlerin talepleri ile sınırlı değildir. DEM’lilerin Saray ziyareti kadar gündeme damgasını vuran önemli bir gelişme, iki gazetecinin evlerine yapılan sabah baskını ile gözaltına alınması oldu. Kuruluş dönemlerinde AKP’ye destek veren Nuray Mert, “korkuyorum” diyerek siyaset yazmayı bırakacağını açıkladı.

Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasından sonraki protesto eylemleri nedeniyle hala yüzlerce genç cezaevinde. Ümit Özdağ hakkında halkı kin ve nefrete tahrik suçlamasıyla iddianame hazırlandığı sırada Devlet Bahçeli, demokratik hak arayışındaki insanlara en ağır hakaret ve tehditleri savuruyor.

DEM, görüşmede demokrasi sorunu çözülmeden ne Kürt sorunun çözülebileceğini ne de barış sağlanabileceğini vurguladı mı bilmiyoruz. Çünkü umutluyuz dışında herhangi bir detay verilmiyor.

Masada neler olabileceğini tahmin edebiliriz. AKP cephesinde olmazsa olmaz şart, Erdoğan’ın bir daha seçilmesini sağlayacak anayasa değişikliği olduğu artık alenilik kazandı. DEM ise böyle bir anayasa değişikliğine vatandaşlık tanımı, anadil gibi konuları ekleme derdinde. Tabii ki buna Öcalan ve Demirtaş’ın tahliyesini de ekleyelim.

Madem tam yerine rast geldi bir manzara koyalım:

 “Şimdi zaten bunlara kalsa ne yapacaklar; 'Abdullah Öcalan’ı da bir KHK kararıyla bırakacağım' derler. Demirtaş için de derler. Diğerleri için de derler. Öyle bir yetki var mı? Bizim bu kadar şehidimiz var. O şehitlerimizin anacıkları ve bu milletin evlatları bu işe nasıl bakar! Asla böyle bir şeye prim vermek mümkün değil. Bu kadar şehidimiz olacak, bütün bu şehitlerimizin faillerine siz tahliye kararı vereceksiniz veya beraat kararı vereceksiniz! Bizler bu ülkede siyaset yaptığımız sürece kolay değil bu işler."

Bunlar Erdoğan’ın seçimden önceki sözleri. Ama biz bu keskin dönüşlere milletçe zaten çok alıştık değil mi? Erdoğan’ın “CHP, Öcalan’ı serbest bırakacak” kampanyasıyla seçim kazanmış olması artık kimin umurunda.

Ekrem İmamoğlu hakkında yürüyen davalardan biri de kent uzlaşması nedeniyle yapılan terör suçlaması. O zaman sormak gerekiyor, kent uzlaşısı terör suçu ise Saray uzlaşısı nedir? Bu çelişkiler ancak demokrasinin askıya alındığı ülkelerde yaşanabilir.

DEM’in bu kadar umutlu olmasını, yüzlerindeki mutluluğu, Sırrı Süreyya Önder'in hayran bakışlarını nasıl yorumlamak gerekir? Belki ülkenin kalanı DEM’in umurunda değildir. Gemisini kurtaran kaptan misali.

Müyesser Yıldız, geçtiğimiz günlerde süreci irdeleyen yazısında DEM’in iktidara ve devlete ortak olma yolunda olduğunu vurgulamıştı.

Süreç oraya doğru evrilir mi? DEM iktidara eklenir ve dinci faşist rejimin sacayaklarından biri haline gelir mi? Bunları yaşayarak göreceğiz.

 

CHP sonunda oyunu gördü

Meramımı daha net anlatabilmek için yeni açılımın başladığı dönemde, 17 Ekim 2024 tarihinde sosyal medyada yazdıklarımı aktarayım. Paylaşımım hala facebook sayfamda duruyor.

“Özgür Özel, adı, sanı, detayları, sınırları ile ilgili henüz hiçbir şeyin belli olmadığı yeni Kürt açılımı hakkında, ‘Oyun dışı değiliz’ demiş. Özel'e hatırlatmakta fayda var. Bu oyunun adı Körebe. Bu oyunda sürekli ebelenecek tek parti CHP olacak.

CHP, HDP'ye selam vermekten bile çekindiği dönemde Kandil ile yol yürümekle, DEM'lenmekle suçlandı. CHP'nin yapacağı iş, Kürt sorununun çözümüyle ilgili böyle bir körebe oyunda AKP-MHP kumpasına girmek değildir.

Yapılacak en sağlıklı iş, ikircikli davranmayı bırakarak, AKP-MHP'nin kuyruğuna takılmadan, Kürt sorununun çözümüne ilişkin kapsamlı ve ciddi bir çözüm paketini kamuoyuna deklare etmek ve seçimden sonra hayata geçirme garantisini vermektir.

Oyuncu olmak önemli değil, oyun kurucu olmak gerekir. Ben hala Kürt sorununa en sağlıklı çözümü sosyal demokratların getirebileceği inancındayım. En azından başarıyla, başarısızlığıyla kendi faturasını öder.

Bu oyun zaten bir dönem daha AKP'yi iktidarda tutma, CHP iktidarını önleme oyunudur. Özgür Özel bu Körebe oyununa girmekle kendi göz bağını bağlayacak, gözleri açıldığında iş işten geçecektir.”

Bu yazıyı kaleme almamın üzerinden beş ay geçti. Oyunun deşifre olmasında, İmamoğlu’nun kent uzlaşması nedeniyle terörden tutuklanma ve İBB’ye kayyum atanma girişimleri etkili oldu. Özel, Şişli’de yaptığı konuşmada AKP’nin Kürt sorununun çözümündeki samimiyetsizliğini dile getirerek, Kürt sorununun çözümü konusunda adresin CHP olduğunu net bir dille vurguladı.

 

“Çözüm Kürt ile Türk'ü kardeş bilmekle olur, eşit bilmekle olur. Laz'ı, Çerkez'i, Pomak'ı birbirinden ayırmamakla, Alevi ile Sünni'yi birlikte kucaklamakla olur. Bunu Selefi hayalleri olan, sandık yerine padişah gibi kalmak isteyen, halife olmak isteyen bir anlayış bunu yapamaz. Bunu demokratlar yapar. Selefilik hayalleriyle, Selefi yaklaşımlarla halefine darbe yapan bir cuntacı Kürt sorununu göremez, çözemez. Bunu çözerse Türkiye'nin kurucu partisi, bugünün birinci partisi Cumhuriyet Halk Partisi çözer."

 

İkinci Kürt açılımının ilk günlerinde, yumuşama ve uyum politikası çerçevesinde “oyunun içindeyiz” diyen Özel’in sonunda oyunu görebilmiş olması ve kendi oyununu kurma çabasına girmesi geç kalmış olumlu bir gelişmedir.

 

Açılımın yasal dayanağı

Yeniden başlatılan çözüm sürecinde, toplumsal uzlaşmaya önem verilmemesinin nedenini irdeleyelim. Aslında çözüm süreçleri söz konusu olduğunda hiçbir zaman toplumsal uzlaşma aranmadı. Tersine toplumun bir kısmı baskılandı, etkisizleştirildi. İlk çözüm sürecine, Ergenekon ve Balyoz operasyonları ile sürece direnebilecek dinamiklerin etkisizleştirilmesinden sonra start verildi.

Buna rağmen devletin içinde AKP eliyle palazlandırılarak iktidara ortak edilmiş olan FETÖ, süreci baltalayan dinamik haline geldi. FETÖ, AKP ile arası bozulduktan sonra Oslo görüşmelerine katılan Hakan Fidan’ı ve Erdoğan’ı yargılamak için harekete geçti. Savcılar, 2012 yılında Erdoğan’ın ameliyata gireceği gün Hakan Fidan’ı ifadeye çağırdı. FETÖ’cü savcılar çok sayıda MİT görevlisinin ifadesini aldı. Hakan Fidan’ın ifadesinin alınması ve yargılanması, MİT Kanunu’nda yapılan değişiklik ile Başbakan’ın iznine bağlanmak suretiyle önlendi.

Şimdi başlatılan yeni açılım sürecinde de toplumsal uzlaşma aranmıyor. Toplumsal uzlaşmaya vurgu yapan sadece DEM tarafı. AKP-MHP cenahı ise toplumsal uzlaşma bir yana açılımın hiçbir detayı ortaya çıkmadan peşin destek vereceğini açıklayan CHP’yi bile sürecin dışında tutma çabası içinde. Sadece dışarda tutmakla kalmıyor, CHP yeni terörist yapılanma olarak hedefe konmaya çalışılıyor.

Erdoğan, yeni süreç başladığından beri DEM’i ilk kez muhatap alıyor. Daha önce süreç ve ilişkiler daha çok MHP Lideri Bahçeli kanalıyla yürüyordu. Bahçeli’nin iki ay süren rahatsızlığı süreci sürüncemede bıraktı.

Erdoğan açılımda da tek yetkili

Her ne kadar TBMM’ye vurgu yapılsa da Erdoğan süreçle ilgili tek isim, tek makam, tek yetkili organ. Bunu, fiili olarak böyledir anlamında söylemiyorum. Hukuki olarak da tek yetkili Erdoğan’dır.

İlk açılım süreci hiçbir yasal altyapısı olmadan başlatılmıştı. Erdoğan bunun sakıncasını bildiği için Oslo görüşmelerini uzun süre yalanladı. Hatta “PKK ile görüşüldüğünü söyleyen namerttir” bile dedi. Bu yüzden FETÖ’nün yargılama girişiminden sonra bir yasa çıkarılarak çözümün yasal dayanağı sağlandı. 2014 yılında Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun çıkarıldı.

Kanunda, çözüm süreci ile ilgili karar alma yetkisi Bakanlar Kurulu’na verildi. Başkanlık Sistemine geçilmesinin ardından 2018 yılında yasa yeniden düzenlenerek Bakanlar Kurulu ibaresi “Cumhurbaşkanı” şeklinde değiştirildi. Yasanın yürürlükteki üçüncü maddesi şöyle:

“Cumhurbaşkanı, çözüm sürecine ilişkin gerekli kararları almaya yetkilidir.”

Anlayacağınız, çözüm süreci Erdoğan’ın iki dudağının arasında. Bu çerçevede sürece ilişkin önemli bazı kararların Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle alınacağını tahmin etmek zor değil.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.