Gizem Yıldırım
Sabır Fabrikası: Üretim Sadece Halktan! - Karnımız aç olabilir ama fit bir toplum olma yolunda ilerliyoruz!
Sabır Fabrikası: Üretim Sadece Halktan!
Sabır… Ne kutsal bir kelime! Bizim topraklarımızda neredeyse genetik bir miras gibi kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Çocuk yaşta öğreniyoruz sabretmeyi; istediğin oyuncağı alamayınca, sofrada yoksulluk hissedince, sınav sonucu istediğin gibi olmayınca… Çileyi sabırla yoğururuz, yokluğu sabırla aşarız, haksızlığı sabırla sineye çekeriz. Sabır, bizde bir erdem değil, kader planının anahtarı gibi.
Ve işte, yine aynı cümle: “Vatandaşlarımızdan biraz daha sabır istiyoruz.” Ne tanıdık, ne ezber bir söz! Her mevsimde, her yılda, her kriz döneminde bir ritüel gibi önümüze geliyor. Neredeyse ajandalarımıza not düşeceğiz: “Bu ayki sabır talebi de geldi.”
Peki, neye sabredeceğiz? Zam dalgalarına mı? Yükselen faturalarla boşalan cüzdanlara mı? Yağ almak için kuyruğa girmeye mi? Yoksa çocuklarımızın geleceğini gün be gün kaybettiğimize mi? Elektrik faturaları astronomik, mutfakta yangın var, kiralar dudak uçuklatıyor. Ama olsun, sabır... Çünkü sabırla her şeyin üstesinden geliriz, değil mi?
Ancak bu sabır niyeyse hep bizden bekleniyor. Halktan, yoksuldan, emekçiden, işsizden… “Biraz daha sabır” diyerek lüks koltuklarında oturanların ise sabra pek ihtiyacı yok gibi. Onların sofraları dolu, maaşları düzenli, konforları yerinde. Belki bir gün, onlar da bu sabrı deneyimleseler… Mesela, bir ay boyunca asgari ücretle geçinseler. O zaman belki “sabır” dediklerinde ne anlama geldiğini anlayabilirler.
Ama bu milletin sabrı da bir sınır tanıyor. Çünkü sabır sonsuz bir kaynak değil, biriktikçe taşan bir bardak gibi. Ve o bardak artık taşmak üzere. Evet, sabır güzeldir, ama sabır insana umut verdiğinde güzeldir. Şimdi bu halk sabır değil, çözüm bekliyor. Çünkü hak edilen bir hayat, “biraz daha sabır” diyerek kazanılmaz; cesaretle ve adaletle inşa edilir.
Sabır tarlasında değil, umut bahçesinde buluşmak dileğiyle...
2. YAZI
Karnımız aç olabilir ama fit bir toplum olma yolunda ilerliyoruz!
Dün bize “Biraz daha sabır” dediler. Bugün ise “Daha sağlıklı yaşayın” diye sesleniyorlar. Sağlık reformu adına ekmeğin gramajını düşürmüşler, gerekçe de belli: Fazla karbonhidrat tüketiminin zararları! Meğer biz sadece fazla ekmek yiyen bir toplummuşuz, bunun önüne geçmek için büyük bir adım atmışlar.
Bir ekmek alıyorsunuz, fiyatı aynı ama boyutları küçülmüş. Neden mi? Çünkü bu bir iyilikmiş. Sizi düşünüyorlarmış! Ekmek gramajı düşünce obeziteyle mücadele edeceğiz, daha sağlıklı olacağız. Yani açlıkla terbiye yerine, gramajla forma gireceğiz. Sağ olsunlar, halk sağlığına verdikleri bu “önemle” bizi de zayıflatacaklar.
Tabii insanın aklına şu geliyor: Dün sabır, bugün sağlık… Yarın ne diyecekler acaba? Elektrik kesintileri için “karanlıkta uyumak daha derin uyku sağlar,” su kesintileri için “soğuk duş bağışıklık güçlendirir” mi? Belki yakında domates küçülür, “minimalist beslenme” derler, et porsiyonları azalır, “bitki bazlı diyet modası” diye açıklarlar.
Belli ki temel ihtiyaçlarımız küçülüyor, ama bunu “büyük düşüncelerin” bir parçası olarak sunuyorlar. Ekmeği küçültüp sağlığımızı düşünmüşler! Karnımız aç olabilir ama fit bir toplum olma yolunda ilerliyoruz, değil mi? Açlık sınırı değil, sağlıklı yaşam sınırıyla tanışıyoruz.
Ama şunu unutuyorlar: Halkın sabrı ve zekası küçültülmez. Bir ekmekle insanlarla dalga geçmek, çaresizliği süslü cümlelerle pazarlamaya çalışmak artık inandırıcı değil. Dün sabreden halk, bugün “sağlıklı yaşam” masallarına gülüp geçiyor. Belki bir gün gerçekten halkın ihtiyaçlarına odaklanmayı da öğrenirler, işte o zaman halk sabır gösterir; ama bu sefer umut için, gerçekten doyurulan sofralar için.
Bu tam bir Güldür Güldür Show skeci gibi gerçekten! Ekmeğe zam yapmayı “sağlıklı yaşam” adı altında pazarlamak, trajikomik bir yaratıcılık örneği. Halkın satın alım gücünün düşmesi ve ekmek gibi temel bir gıda maddesine ulaşmanın zorlaşması bu kadar absürt bir şekilde mi açıklanır? Artık insanlar “az ekmek yesinler, sağlıklı yaşasınlar” diye mi teselli bulacak?
Bu durum, gerçeklikten kopmuş bir yönetim anlayışının mizahi yansıması gibi. Halkın temel gıdaya erişim mücadelesi sürerken, böyle açıklamalar zammı haklı göstermeye değil, adeta dalga geçmeye benziyor. Eğer böyle bir skecin sahnesi yazılsa, eminim ki seyirci hem güler hem düşünür. Ama ne yazık ki, bu mizahın kaynağı gerçek hayat...