KORKU MU, KURUNTU MU?

1950’den beri ilk kez bir erken seçim bu denli kısa süre içinde yapılacak. Şurada 47 gün kaldı, henüz iki ittifak da çok sesli ve her gün değişen bir görünüm içinde.

Yine de, AKP’nin 20 yıllık Reisinin artık sonunun geldiği ve CHP Genel Başkanının 15 Mayıs sabahı Çankaya’dan, “Günaydın Ben Kemal” demeye hazırlandığı gibi bir hava var!

Yani CHP Genel Başkanı, -parlamenter demokratik düzene geçene kadar olsun- 15 Mayıs 2023 sabahı, tarihinin en derin batağından Türkiye Cumhuriyetini kurtaracak “Yeni Tek Adam” olma yolunda.

Her kalem gibi ben de, ülkenin en acil sorununun “laik demokratik cumhuriyetin yerine dinî bir cumhuriyet kurma inat ve hırsı içindeki AK Sarayın ilk seçimde durdurulması” olduğunu yazıp duruyorum.

Ancak korku mu yoksa kuruntu mu, ayırt edemiyorum ama bu kez gördüğüm manzara bana 1970’ler ve sonrasındaki olumsuz gidişatı anımsatıyor: 

1973 seçimleri, İsmet Paşa’nın gitmesiyle Cumhuriyet Halk Partisinde(CHP’de) başlayan Bülent Ecevit döneminin ilk büyük sınavıydı. CHP’nin seçimlerdeki rakibi, 12 Mart Muhtırası ile şapkasını alıp giden Süleyman Demirel’in Adalet Partisi(AP) idi.

AP, Sadettin Bilgiç ile arkadaşlarının, Demirel’e karşı çıkışıyla doğan bir parçalanmışlık içindeydi. AP’den ayrılanlar eski Meclis Başkanı Ferruh Bozbeyli’nin başkanlığındaki Demokratik Parti(DP) ile seçime katılıyordu. 

Demirel’in Odalar Birliği Genel Sekreteri Prof. Necmettin Erbakan da, kurduğu merkez sağın(AP’nin) aşırı muhafazakâr kesimine hitap eden partisi Milli Selamet Partisi(MSP) ile seçime giriyordu.

Milliyetçi Hareket Partisi(MHP), Alparslan Türkeş’in liderliğinde -sözde- komünistlere karşı (aşırı faşizan) politikasını sürdürerek politik sahnede var olma savaşı veriyordu.

Böylece Merkez Sağ oylar(AP) 4 parçaya bölünmüştü.

CHP’de ise B. Ecevit ekibiyle kavgadan yenik çıkan Turhan Feyzioğlu’nun liderliğindeki Güven Partisi kırığı vardı. Üzerinden 12 Mart cuntasının geçtiği, eski ağır toplarının bir başka partiye koptuğu ve İnönü’nün küstürüldüğü bir ortamda CHP’nin tek başına başarılı olma olasılığı az sanılıyordu.

Görünen, yarışın AP ile CHP arasında geçeceğiydi. Demirel’in sloganı her zamanki gibi, “Büyük Türkiye” sözcüklerinde simgeleşen, kalkınmayı, büyümeyi öngören, yatırımcı imaja dayanan bir stratejiyi içeriyordu. Yapımı tamamlanan Boğaziçi Köprüsü de Demirel’in seçim kozlarındandı. Seçim alanlarını Barajlar Kralı afişlerinden sonra artık “Köprüler Kralı” afişleri süsler olmuştu. 

CHP 1973 seçiminde, 1969’da “Toprak İşleyenin, Su Kullananın” savıyla uyumlu içerikteki “Bu Düzen Değişmelidir” başlıklı seçim bildirgesini, benim de görev aldığım  “Ak Günlere” bildirgesiyle daha da somutlaştırmıştı.

Kamuoyunda, Genel Başkan B. Ecevit’in o seçimde, siyasal yaşamının en başarılı seçim kampanyasını yürüttüğü kanısı hâkimdi. CHP, devlet partisi olmaktan, halkın partisi olma dönüşümünü inandırıcı bir dille sunmayı başarmıştı.

Bu bilgiler ve bu saptamalardan sonra o seçimin sonuçlarına karşılaştırmalı olarak bir bakalım:

1969’da %47 oy alan AP, 1973’de %30’a düştü. 1969’da %28 alan CHP ise 1973’de ancak %33 aldı. Yani AP, 4’e bölündüğü için çok büyük düşüş yaşadı. CHP ise ayrılanların çok az oy almasına karşın, ancak %5 artabildi.

Dolaysıyla, CHP tek başına hükümet kuramadı. Ve bu günlere gelen Dinî Siyasetin partisi MSP ile koalisyon kurmak zorunda kaldı. Öylece, Siyasî İslam’ın alt yapısı İmam Hatip okullarının ve bayrağı Türbanın önü (yükseliş yolu) açılmış oldu.

CHP’nin kısa süren koalisyon ve karma hükümet denemeleri halk indinde kalıcı değişim ve gelişim algısı yaratmadı. Üç kez hükümet olan AP’nin başkanlığındaki Milliyetçi Cephe Hükümetleri, ekonomideki enflasyonist baskıyı ve gençlik kesiminde kamplaşmaya varan kanlı gerginliği önlemek yerine, kışkırtan bir politika izledi.

Sonuçta demokratik yönetimlerin çözemeyeceği algısı yaratılan bir ortamda ülke, demokrasiyi askıya alan 12 Eylül 1980 darbecilerinin kontrolüne geçti. Ve başta CHP olmak üzere laik demokratik cumhuriyetin kurucu felsefesi ile özdeş olan partiler de kapatıldı.

Devlet vesayetinde açılan sözde milliyetçi ve laiklik karşıtı partileşme ortamında, bir yandan küresel sermayenin öte yandan Arap sermayesinin işbirliği ve desteğindeki partiler ön alma fırsatı buldular.

Demokrasinin temel taşı sivil toplum ve emek örgütlenmeleri dahil toplumsal kurum ve kurumsallaşmanın yerini, liberalizm adı altında birey ve/veya aile düzeyinde özelleşmiş ve özelleştirilmiş kara/kirli para düzeni aldı.

Toplumsal zaman için kısa sayılacak bu süreç sonunda da artık, mayası bin küsur yıldır siyasal İslam teknesinde yoğrulmuş bölgenin “Demokrasi Sadece Sandıktır“ sapmasındaki laik demokratik cumhuriyet karşıtı mirasçıları, yüz yıllık hesaplaşmanın son çeyreğinde hızlanarak, yeşil bayrağı göndere çekmek için her şeyi göze almış haldeler? 

Ama halk ta (seçmen de), 20 yıl sabrın ve aldatılmışlığın artık dayanma sınırına gelmiş durumda. AK Sarayda ise, hiçbir seçim öncesi görülmedik, ne düşündüğü, ne planladığı anlaşılmaz bir sessizlik var.

Deprem bahanesi ile de olsa, AKP’de bu karanlık ve tehlikeli susuş süredursun, CHP Genel Merkezinde, HDP ziyareti ile 6’lıdan seçmen indinde 7’liye yükselen Masa ile gidilecek 14 Mayıs seçiminin kutlama(!) hazırlıkları da başlamış gözüküyor.

Oysa 6’lı hatta 7 partili koalisyonlarla 15 Mayıs’ta Çankaya’da CHP Genel Başkanının “Günaydın Ben Kemal” diyerek, uçurumun kenarından ülkeyi çekip çıkarmak için 1973’den sonra yaşanan Birinci, İkinci ve Üçüncü B. Ecevit Koalisyonlarından kat be kat zor ve girift bir süreçle karşı karşıya kalacağını görür gibiyim…

Bunları yazarken o yılların olayları gözümün önünden geçti. Ve ben, yukarıda akılımda ya da sezgimde dolaştığını söylediğim tilkilerin nedenini daha iyi anladım; Partim CHP’nin seçimden sonra başına geleceklerden duyduğum “gerçek korkusu mu yoksa kuruntu mu”? diye, size sorayım dedim.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.