Erol Çevikçe
Erdoğan, artık suçu ve suçluyu kendi dışında arayarak sandıktan çıkma olanağının kalmadığını görmüş....
“Partili Cumhurbaşkanı (Tek Adam) R.T. Erdoğan, artık suçu ve suçluyu kendi dışında arayarak sandıktan çıkma olanağının kalmadığını görmüş olmalıdır.
Yeter ki, özellikle CHP Üst Yönetimi, gittikçe tırmanan şu kavgacı, suçlayıcı ve gerilimli ağız dalaşını bıraksın. Ve acil sorunlar için halkı inandıracak, umutlarını yeşertecek somut çözümler üzerinde yoğunlaşsınlar”.
Geçen hafta yazımı böyle bitirmiştim. Ancak, “orası beni ilgilendirmez” diyemem. “Somut çözümler” nedir? Benim de yanıt aramam gerekir;
Hemen belirtmeliyim; “Sorunlar ve çözümleri ne denli girift olursa olsun anlamanız, anlatmanız ve çözmeniz için mutlaka basite indirgemeniz gerekir. Yoksa ne anlar, ne anlatabilir ne de çözebilir olursunuz”. Ben bu bilgin sözüne inananlardanım;
İkinci savaştan sonra yalnız Türkiye’de değil, varlığına inanan, güvenen ve kalıcı olmak isteyen her ülkenin, karşı karşıya olduğu temel iki sorunu vardı; “Demokratikleşme ve Hakça Kalkınma (büyüme, teknolojik gelişme, endüstrileşme)”
Demokratikleşme kalkınmaya göre çok daha yapısal olgudur ve süreçtir. Kalkınmanın özü insanın (bireyin) temel maddi gereksinmelerini ilgilendirdiği halde demokratikleşme toplumun yaşam (inanç, düşün, alışkanlık, gelenek, görenek ve eğitim) yapısına bağlı, zorlu, etkili-tepkili ve ağır bir süreçtir,
Evet, ekonomik düzey demokratikleşmeyi etkiler ama bağımlılığı bazen sisteme göre ters de işler. Türkiye’mizde demokrasi sürecinin yol ağızları vardır. 1950 seçimi, gizli oy ve açık-güvenli sayımın yaşandığı ilk seçimdir. Büyük çoğunluk, oy vermekle köyünden Ankara’ya (çevreden merkeze) kadar artık “ne isterse o olacak” sandı.
Gerçekte ise, “yeni seçtiklerinin” hemen tamamının ne aş-iş, ne hak-görev, ne emek-sermaye, ne merkez-çevre ve ne de suç-ceza konularında, “devletçi öncekilerden” farkı vardı.
1961 Anayasası, bence Kuzey Avrupa ülkelerine imrenerek kopyalanmış ileri demokrasinin kapılarını sonuna kadar açma olanakı veren bir vaatti. Göreceli de olsa çalışanların hak pazarlığını, basın-yayın ve tartışma-sorgulama-eleştiri sınırlarını açan-genişleten ve laik eğitim yapısını güçlendiren bir süreç yaşandı.
Demokratikleşme yolunda atılan bu adımlar, Merkez Sağ görüşün desteğini alan vesayetçileri rahatsız etti. 12 Mart müdahalesi ile de o Anayasa tırpan yedi. Geri doğru girilen Milliyetçi Cepheleşme süreci, ülkeyi 12 Eylül 1980 askeri darbesine getirdi. Bu gün Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile karşı karşıya kalınan demokrasi dışı durum o kırılmaya dayanır.
Öyleyse, görev devir alınırsa ne yapmalı? Yeniden demokratikleşme yolunun açılmasının ön koşulu, anayasa ile birlikte (hatta öncelikle) seçim ve partiler yasalarının demokratik bir yapıda yenilenmesidir.
Seçim sistemi ile kesinlikle “temsilde adalet” sağlanmalı. Yani oy dağılımını, meclislere adil yansıtacak gerçekçi düşük barajlı bir formül bulunmalıdır. Öyle ki, Seçilmiş’lerin (partilerin) farklı ilke, amaç ve hedef doğrultusunda seçmenden aldığı yetki ve vekillik, yasalara ve kararlara güçlü bir şekilde yansımalıdır.
Bu gün, Partili Cumhurbaşkanı (Tek Adam) ve parti Genel Başkanları dahil, her düzeyde bütün Seçilmişler, demokratik bir seçim sonucu değil, atanma (hem de doğrudan en tepedeki politikacı) sayesinde post sahibi (milletvekili, parti yönetim kurulu üyesi, belediye başkanı, yerel meclis üyesi ve hatta delege) olmaktalar.
Çünkü 1980’den beri hiçbir partide parti içi demokrasi yoktur. Her düzeyde delege ve alt kurul üye adaylarını tümüyle doğrudan ya da dolaylı olarak Genel Başkanlar seçmektedir (atamaktadır). Yani kendini seçecekleri, kuruculuktan ya da zorunlu istifa sonucu gelen genel başkanlar -görünürde (şeklen) seçimle ama gerçekte atama ile kendileri belirlemektedir (listelemektedir).
Böyle değil de, her kademedeki görev ve yetkililer parti içi demokratik seçimle geldiğinde (belirlendiğinde), bu gün üzerinde çok konuşulan iyileştirilmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sistem doğal olarak oluşacaktır.
Çünkü parlamento (her düzeyde meclis) üyeleri, geniş üye (halk temsilcisi) ya da delege desteğiyle (önseçimle) tabandan seçildiklerinde, halk egemenliğini özgürce temsil etme gücünü-hakkını elde etmiş olurlar ve yasama-denetleme görevlerinde, inandıkları ilke amaç ve hedefleri doğrultusunda özgürce karar verebilirler.
Dolaysıyla, demokratikleşmenin böylece yeniden yol alması için, ilk görev ve özveri şimdiki muhalefet liderlerinin omzundadır. Özellikle kendilerinin de postlarından gitmelerini göze almaları gerekir. Her düzeyde parti içi demokratik seçime sözle değil uygulamalı olarak karar veremedikleri sürece, AK Saraya karşı tırmandırdıkları demokrasi savaşımı, kamuoyu indinde hiçbir zaman inandırıcı olamaz ve destek bulamaz.
Not: İkinci konu olan “ekonomik kalkınmaya” dair düşüncelerimi yarın yayınlayacağım;
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.