Dr. Girayalp Karakuş

Dr. Girayalp Karakuş

Siyasal İslâm Yurtsever Midir?

              Muhafazakâr anlayış toplumu statik görür ve devleti otoriter bir aygıt olarak görmektedir. Siyasal İslam ekonomide liberal, siyasette otoriterdir.(1)  Siyasal İslamcılar birey aklına da yeterince güvenmezler. John Locke’un “Tabula Rasa (Zihnin boş levha olması)” kavramına da inanmazlar. Onlara göre; bireyler doğuştan kötüdür bundan dolayı bireyler devletin öncülüğünde güdülmek zorundadır. Bireyi ehlileştirecek aygıt otoritedir. Oysa devrimci-demokratlar böyle düşünmemektedir. Bireyler doğuştan iyidir ve onların ekonomik ve siyasal statüleri iyileştirilirse her şey düzelebilir. Yani bireyi kötü yapan sosyal çevre ve ekonomik koşullardır. Muhafazakârlığın ise demokratik bir dinamik olmadığını söyleyebiliriz. Siyasal İslam doğası gereği ceberut devleti savunur.   Muhafazakârlık bir projenin eseri olarak 2000’li yılların başlarında ülke içinde yeniden büyüyen sermaye odaklarının odak noktası olmuştur. Bu çerçevede toplum dönüştürülmeye çalışıldı. Artık Kemalizm dar bir elbise olarak görüldü. Bu anlayışın temsilcileri ise yine soldan kişilerdi. Halil Berktay, Murat Belge gibileri örnek gösterebiliriz. Son on yılda Siyasal İslamcılar “vesayet”, “demokratikleşme”, “değişim” gibi kavramları sık dile getirir oldular.

            Siyasal İslâm Yurtseverlikte Sınıfta Kaldı

            Siyasal İslamcılar “yurtseverlik”, “vatanperverlik”, “ gibi kavramları nötralize etmişlerdir. Türkiye’deki ilk İslamcılar’ında milli değerlere mesafeli davrandıklarını söyleyebiliriz. Babanzade Ahmed Naim kavmiyet davası güdenleri isyancı olarak nitelendirmişti. (2) Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “milliyetçiliği ayaklar altına aldık” sözleri ise hâlâ hafızalardadır.

            Yurtseverlik noktasında Siyasal İslam’ın sınıfta kaldığını söyleyebiliriz. Tayyip Erdoğan’ın AKP’yi kurmadan önce 18 Temmuz 2001’de İsrail Büyükelçisi David Sultan’la bir görüşme yaptığı ve ona “Yeni oluşacak partinin İsrail ve ABD politikalarına ters düşmeyeceği” yolunda garanti verdiği konuşulup yazıldı. (3) Meclise başörtüsü ile girdiğinde krize neden olan Siyasal İslamcı Merve Kavakçı ise anılarında Silahlı Kuvvetlerini şöyle suçluyordu. Siyasal İslamcı diyorum çünkü kendisi de İslam’ın özü itibariyle siyasal olduğunu söylüyor.(4) “ Türk Silahlı Kuvvetleri Ergenekon’a bulaştı.” (5) Aynı şahıs aynı zamanda Türkiye’yi ABD’li siyasetçi Colin Powell’a şikayet etmiştir. Yurtsever bir insan her ne olursa olsun ülkesini emperyalistlere şikayet etmez ancak Yeni Sağ’ın böyle bir duruşu hiçbir zaman olmamıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri’ni Ergenekon ile Merve Kavakçı tarafından suçlanması son derece talihsiz bir vargıdır. Çünkü Türkiye’deki demokratikleşme ve özgürleşme hamlesini yapan kurum “ordu”dur. Merve Kavakçı’nın buna da bir cevabı vardır. Zira Kavakçı Türkiye’de en güvenilir kurum olarak Silahlı Kuvvetlerin gösterilmesini de yadırgıyor. Kavakçı’nın babası da yakın zamanda FETÖ lideri Fethullah Gülen’in tövbe edip Türkiye’ye gelmesini salık vermiştir. Kavakçı meseleyi babasının yaşlılığına bağlamıştır. Kavakçı zamanında yaptığı kışkırtıcı hareketlerin karşılığını daha sonra almıştır. Kendisi en son Malezya Büyükelçiliğine, kızları Cumhurbaşkanlığı danışmanlığına, yeğeni ise Cumhurbaşkanlığında görev alarak nepotizmin (adam kayırmacılık) doruklarına ulaşıldı.

            AKP, hiçbir zaman liberal ve demokrat olmadığı gibi kendilerinin deyimiyle “muhafazakâr demokrat olmayı” dahi becerememiştir. AKP’nin ulusallaşma paradigması ise doğuştan sakattır.  AKP’nin popülist milliyetçi yaklaşımı “Diriliş Ertuğrul, Kuruluş Osman vs” gibi diziler gibi illüzyondur. Kısa vadeli politikaların gereği olarak MHP’yi yanında tutma çabalarının tezahürüdür.

AKP Sözcüleri Amerikan-İslâm Sentezini Savunuyor

            Siyasal İslam’ın terörle ilişkisi de enteresandır. 11 Eylül saldırılarından sonra İslamcı terör örgütü listelerinin başında olan 28 örgütün 15’i örgüt isimlerinin başında “İslam” terimini kullanmaktadır. Böylece siyasal İslam kendi post-modernist dönemini yaşamaktadır. İslamcı terörün bu şekilde güçlenmesinin ardında ise etnisist-milliyetçi örgütlerin katkıları büyüktür. Bu örgütlere katılan bireyler kendi kimliklerini de yaratmış oluyorlar. İslamcı terör örgütlerinin artış göstermesinin nedenlerini araştıran Huntington, Hıristiyan sağdan Robertson ve Falwell gibi isimler İslâm’ın Hristiyanlığın aksine bir reformasyona ve aydınlanmaya uğramamasına bağlamaktadır. Dünyadaki 32 çatışma bölgenin üçte ikisi Müslüman coğrafyada olması düşündürücüdür.(6)

            AKP sözcüleri 20 yıldan bu yana Amerika-İslam sentezini savunmaktadır. AKP’liler Türkiye’deki laiklik anlayışını eleştirirken sürekli olarak ABD’nin kendi içindeki dinsel gruplara hoşgörü ile yaklaşan politikasından övgüyle bahsetmektedir. (7) Ancak AKP’lilerin ayırt edemediği bir konu var: “ABD’deki dinsel cemaatler ülkenin rejimini değiştirmek istemiyorlar ve bu oluşumlar şeffaf yapılardır. Hesap verebilirlikleri var.” Türkiye’deki tarikat ve cemaatlerin ülkemizin kırmızı çizgilerine saygısı yok.

            Siyasal İslam’ın literatüründe “emperyalizm” kavramı olmamıştır. Bir zamanlar Taraf gazetesinde yazan Nabi Yağcı’da artık ülkelerin birbirine muhtaç olduğunu ve eklemlendiğini dolayısıyla emperyalizm çağının kapandığını ifade etmiştir. Siyasal İslamcıların teorisyenleri olmadığı için sol-liberalleri devşirerek kendi doğrultularında yazı yazdırmışlardır. İslamcılara göre emperyalizm soyut bir kavramdır. Çıt kırıldım akademisyenler de bu şekilde düşünmektedir. Böyle düşünenlere sormak istediğimiz şey bellidir: “ Dünyada gelişmiş ülkeler hâlâ zayıf ülkeleri siyasi ve ekonomik olarak baskı altına almıyor mu? Merkez ülkeler çevre ülkeleri sistemden dışlamıyor mu? Küba sırf sosyalist olduğu için onlarca senedir ekonomik ambargoya maruz kalmıyor mu? Norveç’te doğan Knut ile Afrika’da doğan Fatma arasında fırsat eşitliği var mı? Bunları görebilmek için ciltlerle dolu kitap okumaya gerek yok.

“Sorgulayıcı bir akıl yeterli.”

Erdoğan Toplumdaki Post-İslâmist Akımı Göremedi

            Siyasal İslam bugün itibariyle AKP’de işlev kazanmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan zihinleri siyasi açıdan İslamlaştıramadı dolayısıyla Erdoğan kaybetti, Mustafa Kemal Atatürk kazandı diyebiliriz. AKP en doğru biçimde Polonya’daki sağcı muhafazakâr PİS (Hukuk ve Adalet Partisi) ya da Macaristan’daki FIDESZ partisiyle karşılaştırılabilir. AKP tam anlamıyla Ortadoğulu bir parti değildir. Siyasal İslâm’ı doya doya yaşayan kesimler 1980 ve 1990’lı yıllardaki Refah Partililerdir. Şimdiki nesil tam olarak böyle değil. AKP’li gençlerin beklentileri farklı. (8) AKP’li gençlerin esas beklentisi zenginlikten kendilerinin de pay almasıdır.

            Erdoğan, Siyasal İslamcı geçmişinden dolayı seçimleri kazanmadı. Ali Babacan gibi teknokratları çevresinde toplayarak ekonomiyi stabilize ettiği için oyları kendi tarafına çekmeyi başardı. Şuanda bu durumdan söz edemeyiz. Tarikat ve cemaatleri (bunların içinde Gülen ekibi de var) de kendi tarafına çektiği için 20 senedir iktidardadır.  AKP bu şeffaf olmayan yapıları oy deposu olarak gördü. Bugün, AKP sadece Erdoğan’dan ibarettir. Erdoğan’ın imajı sarsılırsa AKP biter. Ancak Erdoğan’da toplumdaki Post-İslamist akımı da göremedi. AKP ciddi anlamda güç kaybetmiştir. Masaya sunabilecekleri yeni argümanları da kalmamıştır. AKP Müslüman ülkelerde de yalnızları oynamaktadır. Örneğin; Libya hükümeti ile Türkiye birlikte hareket etti ancak Libya hükümetinin başka seçeneği yoktu.  Libya hükümeti Erdoğan’ın her görüşünü benimsediği için böyle bir siyaset izlemedi. Diğer taraftan Tunus’taki El Nahda hareketinin lideri Gannuşi’yi de buna örnek gösterebiliriz.(8) 2000’li yıllarda Müslüman dünyada Türkiye’nin sözü geçerliydi ancak şuanda Katar’ın yıldızı parlamaktadır. Türkiye’nin adı sadece Katar’daki Dünya Kupası’na gönderilecek olan Türk güvenlik kuvvetleri ve Afganistan Kabil Havaalanın işletmesinde Katar’ın yanında yardımcı oyuncu olmakla anılır olmuştur. Türkiye her ne kadar Mısır, Ermenistan ve İsrail ile ilişkilerini düzeltmeye çalışsa da bütün bunların yeterli olması şüpheli görünmektedir. (9)

 

Kaynakça

1)Aras Aladağ, Hegemonya Yeniden Kurulurken Sol Liberalizm ve Taraf, 2. B, Patika Yayınları, İstanbul, 2013, s.

2)Tarık Zafer Tunaya, İslâmcılık Akımı, 2. B, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2007, s. 71. 

3)Vural Savaş, Emperyalizmin Uşakları İhanetin Belgeleri, 4. B, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2005, s. 135.

4) Merve Kavakçı-İslam, Başörtüsüz Demokrasi’de Adı Konmamış Darbe, 3. B, Timaş Yayınları, İstanbul, 2014, s. 18.

5) Age, s. 324.

6) Nezahat Altuntaş, Siyasal İslam, Milliyetçilik ve Terör, H.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 25, Sayı 2, 2007, s. 267-294. 

7) Deniz Tansi, “Amerikan-İslâm Sentezi”, Kış 2004. Vural Savaş, Emperyalizmin Uşakları İhanetin Belgeleri, s. 255.

8) Gazete Duvar, Oliver Roy ile Röportaj, 21.07.2020.  

9) Zeynep Gürcanlı, “Katar’ın Yükselişi”, Dünya Gazetesi, 03.02.2022, s. 12.

Önceki ve Sonraki Yazılar