Naim Babüroğlu
II. Abdülhamid, vatan ve Harp Okulu
33 yıl padişahlık koltuğunda oturan II. Abdülhamid, Sultan Abdülmecid’in 43 çocuğundan biridir. İktidarında, bugünkü Türkiye’nin yaklaşık iki katı toprak kaybeder. Döneminde, Sırbistan, Karadağ, Teselya, Narda, Romanya, Bulgaristan, Doğu Rumeli, Bosna Hersek, Niş, Dobruca, Girit, Kıbrıs, Mısır, Tunus, Kars, Ardahan, Batum, Oltu, Kağızman ve Kotur olmak üzere, 1 milyon 592 bin 806 kilometrekare toprak elden çıktı.
★★★
Abdülhamid, Sultan Abdülaziz’in devrilmesinde rol oynayan donanmayı da Haliç’e hapseder ve çürütür. Donanma elden çıkmasaydı, bazı toraklar kaybedilmeyecekti. Saltanatında, Edmond James de Rothschild imtiyazlıdır. Rusya’dan gelen Yahudiler için, Osmanlı’dan toprak satın almaya başlar. Rothschild ailesi, 1882-1918 yıllarında Filistin’de yaklaşık 500 bin dönüm arazi satın alır. II. Abdülhamid zamanında, 1876-1908 yılları arasında Filistin’deki Yahudi nüfusu üç kat artar.
★★★
Abdülhamid dönemi ilginçtir... Osmanlı Dışişleri, Avrupa’daki bazı Türk büyükelçileriyle yazışmalarını Türkçe değil, Fransızca yapıyordu. Çünkü, bu büyükelçiler Türkçe yazmayı bilmiyorlardı. Avrupa’nın bitmeyen istekleri karşısında taviz vermek... Sarayın, alışkanlık durumuna gelen dış politikasıydı.
★★★
II. Abdülhamid, Meclis’i Mebusan’ı 14 Şubat 1878’de kapatır. Meclis, tam 30 yıl kapalı kalır. Ruh hastalığı derecesinde aşırı kuşkuludur. Gizli polis örgütüne çok önem verir. Gizli polislere “hafiye”, ihbar mektuplarına da “jurnal” denirdi. Jurnallleri asılsız bile çıksa, jurnalciler ödüllendirildi. Herkes, gölgesinden korkar bir duruma gelmişti. ★★★ Basına da aşırı sansür uygular. Mizah, karikatür yasaktı. Gazeteler, akşam tüm haber ve yazıları sansüre gönderirlerdi. Padişahın burnu büyük diye burun sözcüklerinin üzeri çizilirdi. Gazetede, padişahı uygunsuz bir duruma düşüren bir baskı yanlışı olur. Bu yüzden, devletin resmi gazetesi olan “Takvim-i Vekayi” kapatılır. Devlet, tam 18 yıl resmî gazetesiz kalır.
★★★
Liyakat sistemi yoktu. Askeri ve sivil terfiler, padişaha ve saraya bağlılığa göre yapılırdı. Paşalar bulundukları makamlara, saraya olan bağlılıklarına göre gelirdi. II. Abdülhamid döneminde, medrese el üstünde tutulurdu. Medreseye kayıtlı öğrenciler askerlikten muaf tutulurdu. “Liyakat” değil; “biat”, “biat”...
★★★
Mustafa Kemal Paşa, 27 Ocak 1923’te, İzmir’de annesinin mezarını ziyaret eder. Mezar başında, duygulu bir konuşma yapar: “Burada yatan annem, eziyetin, zorlamanın, bütün milleti felâket uçurumuna götüren bir keyfi idarenin kurbanı olmuştur... Okuldan, henüz kurmay yüzbaşı olarak çıkmıştım. Hayata ilk adımı atıyordum. Fakat bu adım hayata değil, zindana rastladı. Gerçekten bir gün beni aldılar ve baskı idaresinin zindanlarına koydular. Orada aylarca kaldım. Annemin, bundan ancak hapisten çıktıktan sonra haberi olabildi... Kendisiyle, ancak üç beş gün görüşebildim. Çünkü tekrar baskı idaresinin casusları, cellatları ikametgahımızı sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi. Annem ağlayarak arkamdan takip ediyordu. Sürgün yerinde geçirdiğim tehlikeler, onun hayatının acılar ve gözyaşları içinde geçmesine neden olmuştur...”
★★★
Rahmi Apak, Osmanlı Dönemi’ni yansıtan, “Yetmişlik Bir Subayın Anıları” adlı kitabında şöyle yazar: “Biz öğrenim gördüğümüz yıllarda, Padişah İkinci Sultan Hamit memlekette tam bir diktatör durumunda idi... Harp Okulu’nu, sıkı kontrol altında bulundururdu. Mesela; öğrencilerin ellerine verilen silahlar, mekanizmaları (atış yapacak parçalar) sökülmüş ve süngüsüz Martin Hanri tüfekleridir... Öğrenciler, tek bir mermi atmazlar, atış eğitimleri yapılmaz. Böylece, bir tüfeğin nasıl patladığını hiç işitmeden, kıtalara askerleri yetiştirmek ve gerektiğinde düşmanla savaşmak için gönderilirler... Ders programında manevi destek verecek bir şey yoktu. Hatta harp tarihi bile okutulmazdı. Vatan, millet sözlerini söylemek yasaktı. Herkes Müslüman idi, Türklük bile dile getirilmezdi. Okul idaresinin dağıttığı Fransızca-Türkçe sözlükte, ‘patrie’ sözcüğünün karşılığı olan ‘vatan’ sözünün yazılmış olduğu saraya jurnal edilmiş ve bu sözlük toplatılarak kaldırılmıştı...”
★★★
Kazım Karabekir, II. Abdülhamid dönemi için şöyle diyordu: “Abdülhamid’in sadık hizmetkarları, refah ve israf içinde yaşıyor, ama halk fakirleşiyordu.” Bu dönemde gelirler azalır, sarayın harcamaları artar...
★★★
Ve yıllardan 2024... “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye haykıran teğmenlerin yargılandığı bir Türkiye... “Tarih tekerrürdür derler...” Ve tarih bir dikiz aynası... Arada bir bakılması gereken... Nedensellik yasası ise şöyle der: Her insan, kendi doğasına uygun davranır... Ne ise odur... Bu yasa, günlük yaşayan balık hafızalı toplumlar için geçerli değildi elbet...
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.