Kemal Anadol
Türkiye-Yunanistan ilişkileri ve politikacılar…
Yunanistan’ın önemli aydınlarından mimar Andreas Politakis’in babası 1919’da İzmir’e çıkan Yunan Ordusunda üsteğmen rütbesi ile görev almış. Uzun süren askerlik yaşamında birçok savaşın içinde bulunmuş, generalliğe kadar yükselmiş. Ölmeden önce oğluna bir vasiyette bulunmuş. “Şunu gördüm ki” demiş. “Büyük devletler Yunanistan ve Türkiye ilişkilerinin düzelmesini istemezler. İki ülke arasındaki gerginlik ancak silah tüccarlarına yarar. Her iki halkın kalkınması ve refahı ancak barışla mümkündür. Bu sözlerimi unutma ve ona göre davran.” Milliyet gazetesinin genel yönetmeni Abdi İpekçi’nin henüz elli yaşında 1 Şubat 1979 günü bir suikast sonucu öldürülmesi Politakis’i çok etkilemiş. Onu hiç tanımadığı halde Milliyet gazetesine “Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü” oluşturmayı önermiş. Öneri olumlu yanıt alınca, dönerli olarak iki yılda bir Yunanistan ve Türkiye’de politika, iletişim ve sanat dallarında ödül verilmesi kararlaştırılmış. Bu girişim iki ülke aydınlarının katkılarıyla kurumlaşarak 2001 yılına dek sürmüştü. İki ülkede oluşan jüriler iki yıl içinde barışa ve ilişkilere katkıda bulunan kişileri saptayarak açıklıyorlardı. Etkinlikler Türkiye ve Yunanistan kamuoylarında büyük destek buluyor adaylar gündem yaratıyordu. Politikacılar, yazarlar, sanatçılar arasında bu ödüle sahip olmak bir ayrıcalıktı dersem abartı sayılmamalıdır. 1994 yılında ödül töreni Yunanistan’da gerçekleşecekti. Ancak Yunan hükümeti PKK’nın Atina’da büro açmasına izin vermişti. İlişkiler son derece gergindi. Türk heyetini güvenlik amacıyla Atina’ya oldukça uzaktaki Lagonisi semtinde konuk ediyorlardı. Ödüller de sıkı önlemler içinde burada verilecekti. Yunanistan aydınları, politikacılar, gazeteciler, kameralar salondaydı. Ödül alanları Politakis sahneye davet ediyor, ödülü ünlü bir kişi tarafından veriliyor ve ödül sahibi kısa bir teşekkür konuşması yapıyordu. Adım okununca sahneye ilerlemiş, ödül belgesini eski Dışişleri Bakanı Papulas’tan almıştım. Sonradan Cumhurbaşkanı seçilecek olan Papulas’ın birkaç cümlesinden sonra sıra bana gelmişti. “Ben de bir politikacıyım. Bu nedenle altını çizerek söylüyorum” demiştim. “Türkiye-Yunanistan ilişkileri ve dostluğu politikacılara bırakılamayacak kadar önemli ve ciddidir. İlişkileri pekiştirecek olan halklardır. Gazeteciler, sanatçılar, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleridir.” Kısa konuşmamı yadırgayanlardan çok onaylayanlar olmuştu. Belleğimde yer eden bu toplantının üstünden 28 yıl geçti. Ama her geçen yıl beni haklı çıkardı maalesef. Bunun nedeni her iki ülkedeki siyaset erbabının çapsızlığı ve dış politikayı sürekli iç politika malzemesi olarak algılamalarıdır. Halklardaki haksız önyargıları değiştirmeye çalışmak yerine, tam tersine pekiştirmeleri ve yeni önyargılar oluşturmalarıdır. Bunun ilk ve tek istisnası Atatürk ve Venizelos dönemlerinde görülmüştür. Türkler için “Kurtuluş Savaşı”, Elenler için “Küçük Asya felâketi” olarak tanımlanan 1922 tarihi üzerinden sadece on iki yıl sonra Venizelos heyetiyle birlikte Ankara’ya gelmiş, Başbakan İnönü ile Türk-Yunan Dostluk Anlaşmasını imzalamıştı. Bununla da yetinmemiş Atatürk’ü Nobel Barış Ödülüne aday göstermişti. Savaşın ve mübadelenin yarattığı yaralar kapanmadan bu öneriyi yapmak Venizelos’a Yunan kamuoyundan ancak tepki getirebilirdi. Ama o bu tepkileri göğüsleyecek kadar cesurdu. Sadece 1934 yılına değil tarihe not düşüyordu. Kısa bir süre sonra İsmet İnönü Atina’ya giderek iki ülke arasındaki dostluğu pekiştirmişti. Atatürk emperyalist devletlerin oluşturduğu bloklara girmek yerine çevredeki ülkelerle Balkan Paktı, Sadabat Paktı gibi yeni barış kümeleri oluşturmayı yeğlemişti. Bunlar “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesinin somut örnekleriydi. Silahlanma yerine kalkınma en akılcı yoldu ve tüm tarafların yararınaydı. Yunanistan ve Türkiye’nin çıkarlarının barış olduğu tartışmasız bir gerçektir. Ama emperyalist güçler buna karşı çıkarlar. Çünkü her iki ülkeye silah satacaklardır, onların ekonomi politikalarını belirleyeceklerdir. Dış ticaret dengesi hep onların çıkarına olacaktır. Düşmanlık ve şoven duyguları kışkırtmak daha kolaydır. Soğuk savaş döneminde bugünkü gibi her iki ülke NATO üyesiydi. Ama baba Papandreu “Yunanistan için tehlike kuzeyden değil doğudan geliyor” diyebilmiştir. Yunan cuntasından Dışişleri Bakanı Çağlayangil’in yardımıyla Kuşadası’na kaçan babası Konstantin Mitsotakis’in tersine oğlu Kiriyakos Mitsotakis yanlış üstüne yanlış yapmaktadır. ABD ile yaptığı Savunma İş birliği Anlaşması (SİA) 300 üyeli parlamentodan sadece 181 oyla geçebilmiştir. Yunanistan’ın tamamı ABD üssüne çevrilmiştir. Yunanistan’ı ABD’nin 51. eyaleti olarak tanımlayanlar vardır. (Parantez içinde, 1 Mart 2003 günü AKP hükümet tezkeresinin reddinin ne kadar önemli olduğunu anımsatmak istiyorum. Tezkere geçse idi bugün Anadolu’da en az 65 bin ABD askeri konumlanacaktı! Bu başarıyı sağlamakta büyük katkısı olan 22. Dönem TBMM CHP grubunun üyesi olmakla bir kez daha onur duyuyorum.) Sokakta kavga eden çocuklar gibi abilerini çağıran ve “Arkamızda ABD ile AB var” diyen Mitsotakis’e ana muhalefet lideri Çipras şunları söylüyordu: “Yunanistan Doğu Akdeniz’in zor bir bölgesinde istikrar ve güven merkeziyken batının ileri karakoluna dönüştü. Aslında korumasız bir karakola… Çünkü umarım olmaz ama egemenliğimizi savunmak gerekirse kendimizi kandırmayalım bir başımıza olacağız.” Ukrayna’da Kiev’i ziyaret eden Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias sirenler çalıp sığınağa girince paniğe kapılmıştı. Dönüşünde Katimerini gazetesine bir makale yazdı. 25 Ekim 2022 günlü yazıda Yunanistan’ı Ukrayna’ya, Türkiye’yi de Rusya’ya benzetiyor. “Türkiye bizi açıkça uyarıyor. Ukrayna olmak istemiyorsanız dikkatli olun diyor. Biz de ABD, AB ve diğer ortaklarımızla ittifakları genişletiyoruz.” Bir Dışişleri bakanının gönüllü Ukrayna olmaya soyunmasını dünya kamuoyu hayretle ve dehşetle izliyor! Gelelim ülkemize… 20 Eylül 2016 günü R.T. Erdoğan saraydaki muhtarlar toplantısında “Bizi 1923’te Lozan’a razı ettiler. Birileri bize Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştılar. Bağırsak sesi duyulan adaları biz Lozan’da verdik” diyordu. Adaların Balkan savaşında Ulu Hakan Abdülhamit Han’ın donanmasız bıraktığı ordu yüzünden bir ayda elimizden gittiğini bilmiyor olsa gerek. Lozan’da hiç olmazsa İmroz ve Bozcaada’yı geri alabilmiştik. Ama o bu konuşmayı yaparken İzmir, Aydın ve Muğla il sınırları içindeki 17 adaya Yunan askerleri gelip fotoğraf çektiriyorlardı. Gerçekten bağırsak sesimiz duyulacak adalara! Oysa 1996 yılbaşında Kardak kayalıklarına Yunan bayrağı çekilmesi üzerine o günkü hükümet savaşı göze almış ve sorun özümlenmişti. Sayın Erdoğan 6 Eylül 1922’de ise “Bir gece ansızın gelebiliriz” diyordu. Çünkü konjonktür değişmiş, seçim yaklaşmıştı. Ah bu dış ve iş politikaları birbirine karıştırma hastalığı!
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.