Kemal Anadol
Tarihi çarpıtmak!
Baştan söyleyelim tarih bir bilimdir ve propaganda aracı değildir. Her ulus devletin kuruluşundan sonra kendi resmi tarihini yazdığı da bir gerçektir. Resmi tarih en çok ders kitaplarına yansır. Dağılan Osmanlı İmparatorluğundan kopan ve kendi ulus devletini oluşturan Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Körfez ülkelerinde bu örneklere bol miktarda rastlanır. Bir dönem Yunanistan Millî Eğitim Bakanı olan Maria Reposi’nin, ders kitaplarında öğrencilere Türk düşmanlığını aşılayan şoven bölümlerin çıkarılması ve yeniden düzenlenmesini istediği için başına gelmeyen kalmamıştı. Kadının siyasal yaşamı sona ermiş, akıl almaz yöntemlerle sosyal linçe muhatap olmuştu. 1931-41 yılları arasında liselerde okutulan dört ciltlik Tarih dersi kitabı da Türk resmi tarih tezi kabul edilmektedir. Bu kitaplar üzerinde yapılan tartışmalar günümüzde de sürmektedir. Bir süredir siyasal yaşamımızda ilginç bir tarih anlayışına tanık oluyoruz. Resmi tarihe karşı olarak yola çıkanlar bu kez kendi resmi tarihlerini yazıyorlar! İktidara yakın köşe yazarları, televizyonların kadrolu elemanları kurgulanmış tezlerini güncel siyasetin sosuna bulayarak kamuoyuna sunuyorlar. İdeolojisini Necip Fazıl’ın tarihini de fesli Kadir’in oluşturduğu bu akım, kendi amaçları doğrultusunda bir söylem oluşturuyor. Bunun en yakın örneği Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın 26 Eylül 2022 günü kabine toplantısından çıkışındaki sözleridir: “Sultan Abdülhamit 33 sene gram yer kaybetmeden Osmanlı’yı yönetti.” Oysa İkinci Abdülhamit döneminde Tunus, Bulgaristan, Sırbistan, Bosna Hersek, Kıbrıs, Kars, Ardahan, Batum Osmanlı sınırlarının dışında kalmıştır. Yani bir milyon altı yüz bin kilometrekare toprak yitirilmiştir. Bu yeni tarih anlayışının örneklerini sıralamaya sütunlarımız elvermiyor. Temel yanlış şurada… Dünün olaylarına bugünün gözlüğüyle bakarak yorum yapmak bilimsel olmadığı gibi yanıltıcıdır. Bu, tarihçilerin değil siyasetçilerin başvurduğu amaçlı bir yöntemdir. Doğru ve bilimsel olan, geçmişe bugünün değil o günün gözlüğüyle bakmaktır. Merhum Demirel bilgisine başvuran TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu üyelerine çok özlü bir ders vermiştir. “Dünün çamaşırını bugünün güneşiyle kurutamazsınız!” Oy verme günü 14 Mayıs 2023 olarak belirlendi ya… Yine köşe yazarlarına iş düştü; yakın geçmişi yeniden yazmak! Artık belgelerin, tanıkların, anıların, gazete koleksiyonlarının bir hükmü yok. Ne yapıp yapıp verilen siparişi temin edecekler! Sipariş nedir? AKP’nin 1950’deki Demokrat Parti’nin devamı olduğunu yazmak, kanal kanal dolaşıp anlatmak. Erdoğan Demokrat Parti’nin 1950 seçimlerindeki “Yeter söz milletindir” sloganını yinelerken sağ elini kaldırarak Rabia işareti yapıyor. Oysa Demokrat Partininki baş parmağı diğerleriyle bitişik tam bir sağ el. O kadar da oluversin ne gam! Gerçekte ise, Rabia işareti ile tam bir el arasında ne kadar fark varsa iki parti arasında da o kadar fark vardır! Demokrat Parti’nin Genel Başkanı Celal Bayar “Atatürk’ü sevmek millî bir ibadettir” diyerek yola çıkmıştı. Oysa bu cümle “iki ayyaş” tanımıyla bağdaşmıyor. Özgürlük kahramanları olarak üç isim yan yana sınırlanıyor. Menderes, Özal ve Erdoğan… Demokrat Partinin çakma değil gerçek devamı olarak yola çıkan Adalet Partisi’nin Genel Başkanı, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle devrilen Başbakan Süleyman Demirel nerede? 12 Eylül cuntasının başı Kenan Evren’in ekonominin başına getirdiği Turgut Özal ne zaman demokrasi kahramanı oldu? Yanıtı duyar gibiyim. “Boş veeer böyle işte! Hem şimdi bunları kurcalamanın sırası mı?”
Ama yıllardır sürekli yinelenen yalanlarla yaratılan haksız ve insafsız bir algı can acıtıyor. Adnan Menderes’i CHP ve İnönü’nün astırdığı iddiası… Bugün hayatta olmayan İsmet Paşa, kendi partisi de sahip çıkmadığı için direğe bağlanmış kaleciye benziyor. Önüne gelen penaltı çekiyor! Oysa durum çok farklıdır. 27 Mayıs’ta iktidara el koyan Milli Birlik Komitesi’nin bir süre sonra iktidarı zayıflamıştır. Güç Silahlı Kuvvetler Birliği cuntasına geçmiştir. İdam oylamasını yapacak Milli Birlik Komitesi üyeleri tehdit altındadırlar; can güvenlikleri yoktur. Durum kaosa dönüşmektedir. Adnan Menderes’in muhterem eşi Berin Hanım oğlu Aydın’la birlikte Pembe Köşk’e gider. Onları İsmet Paşa ile muhterem eşi Mevhibe Hanım karşılarlar. Berin Hanım Paşa’dan idamları önlemesi konusunda girişimde bulunmasını ister. Mevhibe Hanım sürekli “Paşam bir şeyler yap ne olur” demektedir. İnönü daha sonra Cemal Gürsel’e bir mektup yazar. Bu mektupta İnönü Gürsel’den cezaların infaz edilmemesini istiyordu. Sonraki yıllarda açıklanan mektubunda ordu içindeki bazı grupların idamların infazını şart koştuğu yolundaki duyumlara işaret ederek şunları yazıyordu: “Eğer varit ise ordu adına Milli Birlik Komitesi’nin idam kararlarının tasdikine icbar edilmesi haksız ve kanunsuzdur. Ordu adının böyle bir durumda kullanılması Türk Ordusunun ebedi şerefine karşı saygı duygusu ile telif olunamaz. Ordu tesiriyle bir infaz muamelesi millette orduya karşı deva bulmaz bir kırgınlık yaratacaktır. Millet ile ordu arasına girecek böyle bir hatıranın tepkisini düşünmek insana dehşet veriyor.” Bu konuda oldukça ayrıntılı bilgileri “Filmi Geriye Sarınca” adlı kitabımda yazdım. Merhum Aydın Menderes’in “Babam ve Ben” kitabıyla Veli Sırım’ın “Aydın Menderes Babasını Anlatıyor” kitapları kaynak olabilirler.
Geçmiş olayların günlük politikalara konu edilmesi çok hem de çok özen ister. Belgelerle doğrulanmayan savların gerçek gibi piyasaya sürülmesi yanlıştır; hem halka hem de tarihe karşı saygısızlıktır. İnsanları sahte bilgilerle aldatmak ve haksız algı yaratmak ise onurlu bir davranış değildir. “Bunlardan bana ne, biz kendi tarihimizi yazmaya devam edeceğiz” diyorsanız söyleyecek fazla bir şey yok. Herkes günün birinde bu dünyaya veda edecek. Geriye müfteri, yalancı bir isim bırakmak bir tercih olabilir elbette. Ama gerçekler mutlaka ortaya çıkar ve tarih kendisine ihanet edenleri affetmez!
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.