Deprem on binlerce binayı yıktı ama kutuplaşmayı yıkamadı

“Depremin ilk günü bizim susma zamanımız, devletimizin konuşma
zamanı, siyasetinse susma zamanı demiştim ve buna uyduk.”
Bu cümle devlet aklının ta kendisidir.
Deprem felaketinin ilk günlerinden itibaren keşke yukarıdaki sözlerin
sahibi Genel Başkandaki devlet aklı tüm siyasilerde olabilseydi.
Bu felaketin büyük bir dayanışmaya yol açtığı, birlik ve beraberlik
duygusunun öne çıktığı, Türkiye’nin tek yürek olduğu yorumları yapıldı.
Ama perde arkası hiç de öyle değil.
Felakete karşı dayanışma gösterdiği söylenen toplum, perde arkasında
ise en zor anlarda bile nasıl bir kutuplaşma yaşanacağını gösterdi.
Asla sorgulamadan sadece izlediği televizyon kanalı, takip ettiği yutubır,
taraftarı olduğu siyasi parti, okuduğu gazete ya da haber sitesinden
beslenenler, deprem felaketini bile birbirine saldırmak için kullandı.
Ama ne saldırma…
Acımasız, sınırsız, insafsız, seviyesiz ve kimi zaman da alçakça.
Dozu her geçen gün artan karşılıklı saldırılarla, sağduyusunu yitirmiş,
politize olmuş bir toplumun içler acısı halini, deprem felaketi bile
saklayamadı.
‘Objektif’ bakabilmek ise işte bu kutuplaşma ortamında en çok reddedilen
ve saldırı gören tavır oldu.
Deprem bölgesine adımını atmamış, gerçekleri sahada görmemiş,
beynini başkalarına teslim etmiş insanlardan oluşan kitleler, beslendikleri
kaynaklardan zehirlenirken, olaylara objektif bakanlara ve objektif
yazanlara asla tahammül edemediler.
Sahada gördüğünüz eksiklikleri, ihmalleri, hataları yazarsanız iktidar
taraftarlarının ağır eleştirilerine, hakaretlerine maruz kalırsınız. Tüm
olumsuzlukları olumluya dönüştürerek anlatmanızı bekleyen bu
kesimden yemediğiniz küfür kalmaz. ‘Seni deftere not ettik’ diyerek,
akılları sıra korku salarlar. Muhalif damgasını alnınızın çatına
yapıştırırlar.

Deprem bölgesinde gördüğünüz olumlu işleri, çabaları, çalışmaları
yazarsanız, bu kez de kendilerini kahraman rütbesine yükseltmiş
muhalefet taraftarları, sizi eleştiri bombardımanına tutar, sosyal medyada
linç eder ve anında ‘Yandaş’ rütbesine indirirler.
Şahit olduğunuz her şeyi çarpıtarak, en kötüye dönüştürerek anlatmanızı
isterler. Çünkü deprem felaketi üzerinden ne kadar çok iktidara vurulursa
iktidarın o kadar çok yıpranacağına ve yaklaşık 21 yıldır dillere sakız
olmuş ‘Bu kez gidecekler’ beklentisinin gerçekleşeceğine inanırlar.
İki taraf da sizden, felaketten destek devşirme kavgalarında
kullanabilecekleri malzeme sunmanızı bekler, onların tetikçisi olmanızı
isterler.
Kimileri bana “Ne İsa’ya yaranabildin ne de Musa’ya” diyor.
Benim İsa’ya da Musa’ya da yaranma derdim yok.
Tek derdim ‘Objektif’ olabilmek ve toplumun gerçekten ihtiyaç duyduğu
‘Objektif bakış açısını’ sunabilmek.
Bunu iki kez gittiğim deprem bölgesinde daha derinden hissettim.
Depremleri duyduğumuz 6 Şubat’tan bu yana Uğur Mumcu’nun ‘Bilgi
sahibi olmadan fikir sahibi olmak” sözüne uygun davrananların ortaya
attığı iddialar kimi zaman panik havası yarattı.  
Bu iddialardan biri de ölü sayısının açıklananın çok ama çok üstünde
olduğu ve gerçeklerin gizlendiği yönündeydi.
Bilindiği üzere 7,7 şiddetindeki ilk deprem, insanları sabaha karşı 4.17’de
yatakta yakaladı.
Sağ kalanların önemli bir bölümü enkaz altından çıkarılamadı.
Nereden bakarsanız bakın bu depremlerde 150-200 bin civarında can
kaybettik.
Bunu biraz serinkanlı düşünen, hesap yapabilen herkes tahmin edebilir.
Ayrıca bu gerçeği gizlemeye kimsenin gücü de yetmez.
Türkiye’nin dört bir yanından çağrılmış çok sayıda savcı, hekim, adli tıp
uzman ve teknikerleri felaket bölgesinde görev yapıyor.
Hayatını kaybedenlerin ölüm nedenini belirleme, kimlik tespiti vb. işlemler
yapıldıktan sonra resmi ölüm belgeleri imzalanıyor ve cenazeler
yakınlarına teslim ediliyor.
İşte bu işlemler sonucu ölü sayısı hemen her gün güncelleniyor.
Ankara’nın önemli ilçelerden birinin Nüfus Müdürü ile ölü sayısı hakkında
konuşurken değerli bilgiler edindim.
Müdür özetle şunlar söyledi:
“İki haftadır sisteme yüzlerce ölüm giriyoruz. Gece 12’den önce işten
çıkamadık. Ölüm listelerini sistemde girerken ki psikolojimizi anlatamam.
Bizler ki sistemde gençlerin resmini görerek ölüm tescil ederken
ağlıyoruz. Ölüm sayısı belki 200 bini de bulur. Nihai sonucu ölümlerin
işlenmesinden sonra göreceğiz.”
Samimiyetine, çalışkanlığına, kalitesine ve insani özelliklerine inandığım,
güvendiğim İlçe Nüfus Müdürünün devamında söyledikleri daha da
anlamlıydı.
Şöyle bir yorum yaptı: “İkinci konu, ölümüne karine ile mülki amirin onayı
ile ölüm tescil edilecek. Bu çok sakıncalı. Genç bir kız enkazdan çıkarak
gitti ve kamera kayıtlarında tespit edildi. Başlarına aldıkları darbe ile
hafıza yitirenler de olacak. Bu durumda ölümüne muhakkak nazarı ile
bakılanlar ölümüne karine olarak tescil edilecek.”
Peki bu durum nasıl bir sakınca doğuracak diye sorduğumda, Nüfus
Müdürü, “Halbuki ölüm miras hukuku doğuruyor. Ölümler gaiplik kararı ile
tescil edilmeli. Aradan 5 yıl geçip haber alınamayanlar mahkemece
gaiplik kararı almalı” sözleriyle bu durumu açıkladı.
Burada bazı terimleri de doğru anlamak gerekiyor.
İlçe Nüfus Müdürü bunun için bana bazı kanun maddelerini gönderdi.
Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 5. Bölümü, Ölüm karinesi ve Gaiplik
konusu açıklıyor.
Buna göre 32 Madde ölüm karinesi için şöyle diyor:
“Bir kimse ölümüne kesin gözle bakılmayı gerektiren durumlar içinde
kaybolursa, cesedi bulunamamış olsa bile müracaat edilen yerin mülkî
idare amirinin emri ile ölüm tutanağı düzenlenerek ölüm olayı işlenir.”
Gaiplik konusuna ilişkin olarak ise 34 Maddede, “Gaiplik kararları
mahkemelerce on gün içinde o yerin nüfus müdürlüğüne bildirilir ve nüfus
memurlarınca aile kütüklerine tescil edilir.” deniliyor.
Görüldüğü üzere ölü sayısının resmiyet kazanması için zorunlu yasal
işlemler ve süreçler var.
Bunlar olmadan ölü sayısına ilişkin doğru sonuçlara varılmaz.
Bu nedenle kendi sanal alemlerinde, başta ölü sayısı olmak üzere
deprem felaketine ilişkin konularda ahkam kesenlere itibar etmeyin.
Sosyal medyanın vahşi ortamından, sanal alemden ayrılıp, bir gün bile
olsa felaket bölgesini ziyaret etselerdi, yazdıkları ve söyledikleri birçok
şeyden utanırlardı.
Adıyaman’da, Hatay’da, Kahramanmaraş’ta gördüklerimizden sonra
yazacak, eleştirecek çok konu biriktirdik,
Ama her şeyin zamanı var.
Devlet aklına sahip bir Genel Başkanın o sözleriyle bitirelim:
“Depremin ilk günü bizim susma zamanımız, devletimizin konuşma
zamanı, siyasetinse susma zamanı demiştim ve buna uyduk.”

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.