Erol Çevikçe
İŞGÜZAR DEĞİL GİBİ?
Adalet Partisinin uzun iktidarları süresince, Dışişleri Bakanı hep İhsan Sabri Çağlayangil idi. Meclise ilk girdiğim yıl, 1950 sonrası tarihimizin en girift sorunuyla karşılaştık. Hâlâ uluslararası ilişkilerimizi etkilemeye devam eden Kıbrıs Barış Harekâtı’nın kararını veren 1974’teki Ecevit hükümetinde bakandım. R.T. Erdoğan’ın, sayesinde buralara geldiği Erbakan Hocanın Milli Selamet Partisi (MSP) ile CHP’nin o koalisyon hükümetinin Dışişleri Bakanı da Prof. Turan Güneş’ti.
AKP iktidarı öncesi, Mesut Yılmaz, Erdal İnönü, Hikmet Çetin, Deniz Baykal, İsmail Cem gibi Genel Başkanlık düzeyinde deneyimli politikacılar bu görevi üstlendiler. 2007’de Cumhurbaşkanı olana dek, Abdullah Gül de, AKP hükümetlerinin Dışişleri Bakanıydı.
Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi cumhuriyet döneminin hemen tüm dışişleri bakanları her zaman, başbakandan sonra kabinenin çoklukla ikinci etkili politikacısı olmuştur. Yine o nedenle de bir değişiklik sırasında, o partinin başbakan adayı gücünde ve niteliğinde görülmüşlerdir. Öyle olduğu için AKP’nin cumhurbaşkanı adayı dışişleri bakanı Abdullah Gül olmuştur.
Tek Adam olmaya karar verdiğinde R. T. Erdoğan partide etkili gördüğü için ilk ipini çözdüğü A. Gül oldu. Hatta Cumhurbaşkanı seçildiğinde anayasaya göre istifa etmesi gereken AKP Genel başkanlığında kaldı ve olağanüstü kongre yapıp genel başkanlığa emanetçisi olarak Ahmet Davutoğlu’nu getirdi. Arkasından da Başbakan yaptı.
Oysa Ahmet Davutoğlu Dışişleri Bakanı iken daha bir yılını doldurmadan özellikle çevre ülkelerle “sıfır sorun” derken, dışta ve içte sorun yaratır duruma gelmişti. Nedeni ise, ilk adımlarında görüldü ki, yükselme ve öne çıkma hırsı, bilgi ve becerisinin çok üstünde. Dış ilişkilerde ve devlet yönetiminde yeterince birikimli değil.
Başbakan olunca da, emanetçi olduğu halde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yaranmak telaşıyla, her konuda etkin olma çabasına girdi! Ahmet Davutoğlu’nun bu tutumu (AKP’den ayrıldıktan sonra ve hele ki, millet ittifakını yanlışlara sürüklediğinde) görüldü ki, haddini aşan “işgüzarlığından” kaynaklıydı.
Bu yazdıklarımın nedeni, İstanbul Belediye Başkanlığından beri ve özellikle Partili Cumhurbaşkanı olduğunda R.T. Erdoğan’ın içerde ve dışarda uyguladığı politika ve kadro anlayışı “demokrasi bizim için amaç değil, hedefimiz yolunda araçtır” sözündeki hedefi olan, laiklik karşıtı ve İslam’ın cahiliye dönemindeki yaşam biçimini ülkeye hâkim kılmak olduğunu belgelemekti.
Başta eğitim sistemi ve idarî uygulama olmak üzere, anayasa ve yasalarda yaptığı ve hatta daha da yapmak istedikleri bunu açıkça gösteriyor. Yapılan değişikliklerin hemen tamamının gerekçeleri dinî referanslar, kadroların da yüzde doksan küsuru imam hatipli ve ilahiyat okumuş ya da ilahiyat üzerine yazmış, çizmiş kökenliler.
Son bir yıldır işler sarpa sardığı için ekonomi ve dış ilişkilerde göreceli olarak çark etmek zorunda kaldı. Ekonomide hala “ben iktisatçıyım” iddiasını sürdürmenin çaresini arar olsa da, özellikle Arap ülkeleri ile (onların da arkasında ya ABD ya da Rusya olduğu için) ilişkilerdeki kör düğümünü çözmek için her gün yeni bir ödün ve özür adımı atıyor.
Ekonomideki Mehmet Şimşek değişikliği, dediğim gibi R. T. Erdoğan’ın da bildiği kadarıyla ekonominin yıllardır biriken gerçeklerine ters üretim, yatırım ve mali yapısını kısa zamanda ve kolayca düze çıkaracak bir adım değil.
Yazımın başında uzunca dış işleri bakanları üzerinde işte bunun için durdum; Dış politika ise birikimli ve inisiyatif kullanabilir doğru bir Bakan değişikliği ile göreceli olarak ilişkilerde ülke çıkarına gelişmelere kapı aralayabilir.
Mısır başta, Suriye ve diğer Arap ülkeleri ve hatta Yunanistan ile önce dolaylı son zamanda doğrudan başlayan ve gittikçe ülke sayısı artarak süren sıcak ilişkilerin, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın AK Saray üzerinde etkili olduğu izlenimi veriyor.
Önce Dışişlerinde askeri ateşe sonra A. Gül döneminde bakanlıkta danışman, sonrası devletin istihbarat teşkilatı MİT Müsteşarlığı. Bu çizgide yaptığım dosya çalışması, belki de R.T. Erdoğan’ın başından beri görev verdiği deneyimi ve üslubu yerinde tek kadro adamı.
Ankara’dan AKP’nin kalan bir-iki az da olsa aklı başında olanlarından gelen yer altı haberine göre, “ülke bu sisteme mecbur kalacaksa, Reis’ten sonra partinin başına Hakan Fidan bari gelse” derlermiş!
Not: Eski ABD Başkanı George H. W. Bush, Beyaz Saraya Amerikan CIA Başkanlığından gelmişti. Viladimir Putin de, Rusya Devlet Başkalığına Rusya İstihbaratı KGB’den gelmişti.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.