Erol Çevikçe
Çare “DEMOKRATİK SEÇİM SANDIĞI”
"İnanılırlık ve güvenirlilik" üzerine yapılan anketlerin sıralamasında, "politikacı", hep en alt sıradadır.
Halkımızın indinde CHP’nin İsmet Paşadan sonraki Genel Başkanı Bülent Ecevit gibi istisnalar dışında, "tüm politikacılar, bencil ve kötüdür". Oysa son yirmi yıla kadar gerçek bu denli olumsuz değildi.
Evet, artık iktidar gücünü kullanarak partizanlık, haksızlık, adaletsizlik, yolsuzluk, ilkesizlik yapan ve yapanlara göz yuman ve halkın inançlarını istismar eden politikacılar çoğunluktalar.
Ancak azınlık da olsa, dürüst ve namuslu görev yapanların da varlığı bir gerçek. 1973'de ilk milletvekili seçildiğimde ben de genel izlenim gibi, dışardan olumsuz düşüncelere sahiptim. Ne var ki, daha ilk yılımda tersine yani doğrucu ve dürüst olanların daha çok olduğuna tanık oldum.
O yıllardan beri, bakanlık, genel başkan yardımcılığı, parti mahalle delegeliği dahil, politikada her düzeyde görev yapmış bir yurttaş olarak, "politikacıyı" ve zaman içindeki “değişim ve gelişim” çizgisini yakından, içinden görenlerdenim.
Önce söylemek zorundayım,12 Eylül 1980 darbesinin partileri kapatması ve politik kadroları yasaklaması, parti içi demokrasiye ve nitelikli kadrolaşmaya çok zarar verdi. Bugün yaşanan ulusal birliği, bütünlüğü ve barışı tehdit eden sorunların kaynağı o kırılmalara dayanır.
12 Eylül darbesinde, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Demokrat Parti’nin devamı olan Adalet Partisi (AP) gibi, laik demokratik cumhuriyetle özdeş iki partinin kapatılmasıyla halkın, devletle arasında oluşmuş, en uzak köylere kadar uzanan kılcal damarlar koptu.
Anayasal kısıtlamalarla, özellikle gençler ve sendikalar başta olmak üzere, sivil tolum örgütlerinin, bilim ve araştırma kuruluşlarının politikadan dışlandığı bir ortamda kurulan yeni partiler, ilk seçimde var ve kalıcı olmak için çareyi, alt kimlikler çevresinde toplanan bir taban oyu oluşturmakta aradılar.
Oysa özellikle 12 Eylül darbesi öncesi, iki önder parti, CHP ve AP'de, değil etnik ya da din/mezhep temelinde politika yapmak, etnik ya da mezhepsel kimliğini belli etmek bile büyük yanlış ve ayıp hatta dışlanma nedeni sayılırdı.
Partiler arası bu rekabet ülkeyi, etnik kökene, bölgesel hesaplara ve din, mezhep esasına, yani alt kimliklere dayalı siyasal ayrışmaya götürdü.
Bugün de karşı karşıya kalınan politik manzara bu durumu belgelemektedir: Ayrıştırıcı olduğu savı nedeniyle AKP’nin suçlu ilan ettiği Halkların Demokratik Partisi (HDP), 12 Eylül Anayasası’nın Kürt kökenli yurttaşlarımızı ve dilini bile yok saymasının bir ürünüdür.
28 Şubat 1997 dolaylı darbesi Refah Partisi'ni kapatmasa ve Genel Başkan Necmettin Erbakan ve partinin üst yönetim kadrosu tasfiye edilmese, ne Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) olur, ne de Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilebilirdi.
Öte yandan 1980'lerin sonunda, komünizmin Moskova'da çöküşüyle, dünyada esen bireycilik rüzgârının, ülkemizde de 1990'ların başından bu yana, yeni kuşakları etkisi altına aldığını görüyoruz. Artık son çeyrek yüzyılda, ilkeli ve toplumsal amaçları hedefleyen siyasal rekabetin yerini, seçmenin kısa dönemli ekonomik beklentilerini istismar eden, Parti Başkanları arası bir yarış (çekişme) almış durumda.
Böyle olunca da, özellikle 2007 seçiminden bu yana yaşandığı gibi, gerçekleri saptıran ve hükümet gücüyle yönlendirilen tek yanlı propaganda da, seçmenin kafasını, tam anlamıyla karıştırdı.
O hale geldi ki, sindirilmiş medyada, yargı ve kamusal kurumların içinde yansızlık ve sorumluluk kalmadı. Dolayısıyla, halkın bilinç ve akil dünyasının üzerine çöken bu kara bulut, ahlak, adalet ve vicdan duygularını bile soldurdu. O kadar ki, yalın ve çıplak bir suçun karsısında, arkasını dönüp, "çalsın da, iş(!) yapsın" anlayışı, yarı kitleyi sarmış durumda.
Benim kuşağımın, bu manzara karsısında içine düştüğü karamsarlığı anlıyorum. Ancak, inandığım bir gerçek var, toplumsal olaylar hep ileriye doğru akar gider. Ne denli "usta" olursa olsun R.T. Erdoğan gibi partizan, saplantılı ve “demokrasiyi yalnızca sandık” sanan, gelişme ve değişimi yadsıyan, seçmenin yarısının oyunu almış karşıtlarına “vatan haini güruh” diyen bir politikacı kitle üzerine baskı kurarak, yıldırma ve haksız ayrıcalık yaparak ülkesini sürekli geri götüremez.
Bütün büyük kentleri yitirdiği 2019 yerel seçiminden beri bu gerçeği görmüş olmalı ki, ilk seçimde o güvendiği sandıktan çıkamayacağı korkusundan başta bildiğini sandığı ekonomi olmak üzere her alanda ülke yönetimi dağılmış ve hatta sahipsiz kalmış durumda.
Özellikle genç kuşakların kabiliyeti ve kapasitesi ve önceki seksen yılda cumhuriyet hükümetlerinin yaptığı enerji, alt yapı ve tarım-sanayi-hizmet sektörlerindeki yatırımlar sayesinde, başta enflasyon ve işsizlik olmak üzere iç ve dış sorunlar beklenenden daha kısa süre içinde çözülecektir.
Yeter ki, başta CHP, muhalefet partileri, somut çözüm ve programlarıyla her kökenden, inançtan ve sınıftan yurttaşın güvenini alabilen, umut veren (Kürt kökenli yurttaşın da desteğini de alacak) bir adayla demokratik seçim sandığını halkın önene getirmeyi başarsınlar.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.