Dr. Girayalp Karakuş

Dr. Girayalp Karakuş

Osmanlı Belgelerinde Alevilik

Sünnilik ve Alevilik inancının uzlaşmaz çelişkisinin kökeni oldukça geçmişe dayanmaktadır. Makalede bu prosesin sadece bir kesiti olan Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemi ele alınacaktır. Kullanılan kaynaklar Osmanlı belgeleridir. Derleyen ise  “Alevilik İle İlgili Osmanlı Belgeleri” kitabının yazarı “Baki Öz’dür.” Belgeler incelendiğinde dönem itibariyle Osmanlı Devleti ile Safevi Devleti arasında ciddi bir jeo-politik alan hâkimiyeti mücadelesi yaşandığı görülmektedir. İkincil faktörler ise dinsel retorikler ve sosyal yaşam tarzı çatışmasıdır. Osmanlı ile Safeviler arasındaki dinsel retorik ve sosyal yaşam tarzlarında kimin haklı olduğu tartışılamaz çünkü bireylerin nasıl yaşayacağına ancak kendisi karar vermelidir. Laikliğin özü de budur. Ancak dinler savaşının yaşandığı bir devirde Osmanlı Devleti’nde yaşayan Alevi kökenli insanlarımız ciddi sıkıntılar yaşamıştır. Öyle ki Amerika’da yaşanan komünist avının (McCarthycilik) daha beteri Osmanlı Devleti’nde yaşanmıştır. Belgelerde monist bir üslup vardır. Ayaklanmalara karışanlar ile sıradan Alevi insanlar aynı kefeye konmuştur. Dönemin hükümdarları kendi hâkimiyetlerini konsolide etmek için dini kullanmış ve din adamlarından aldıkları fetvalarla kendi ülkesinde yaşayan Alevi inanışa sahip insanları hedef göstermişlerdir. Bu yaşananlar ile ilgili derlenen Osmanlı belgeleri şunlardır:

Kanuni Sultan Süleyman’ın Nahçivan seferine çıkarken Diyarbakır Beylerbeyi Ayas Paşa’dan doğudaki Alevi/Kızılbaşların tümünün öldürülmesini istediği fermandan bir bölüm:

“… Kızılbaş lekesi olanlar hapis ile yetinilmemeli, bu gibiler isabetli tedbirlerle elde dilecek habis vücutları ortadan kaldırılmalıdır. Kızılbaşlığa eğilim duyanlara gecikmeden fırsat ve mecal vermeyesin.”(1)

 Amasya’da Süleyman Fakih’in ortadan kaldırılmasıyla ilgili buyruk:

“… Kafirlik üzere olup, yasadışı davranışlarda bulundukları doğru ise, toprak kadısının becerisi ile, adı geçenleri güzelce ele geçirip ve de hiç kimseye duyurmadan, el altından Kızılırmak’a götürüp boğdurasın. Ya da başka bir biçimde ve uygun görüldüğü şekilde “Hırsızlık ve haramilik eylediler!” diye iddia (iftira) eyleyip, haklarından gelesin.” (2)

Daha bunlar gibi pek çok ferman, buyruk vs. var ancak bu katliamlara dini olurluk kazandıran fetvalara da yer vermek istiyorum.

Yavuz Sultan Selim’in Alevi kırımı yapabilmek için Müftü Hamza’dan aldığı fetvadan bir bölüm:

“Kızılbaş topluluğu, peygamberimizin şeriatını, sünnetini, İslâm dinini, din ilmini, iyiyi ve doğruyu açıklayan Kuran’ı küçük gördüler. Yüce Tanrı’nın yasakladığı günahlara helâl gözü ile baktılar. Kutsal Kuran’ı, öteki din kitaplarını aşağıladılar… “Bu topluluğun durumu kâfirlerin halinden daha kötüdür. Bu topluluğun kestiği veya gerek şahinle, gerek ok ile, gerekse köpek ile avladığı hayvanlar murdardır. Onların gerek kendi aralarında, gerekse başka topluluklarla yaptıkları evlenmeleri geçerli değildir. Bunlara miras bırakılamaz… “Hatta bu şehirlerde onlardan olduğu bilinen veya onlarla birlik olduğu tespit edilen kimseler öldürülmelidir.” (3)

Yavuz Sultan Selim’in Şeyhülislam İbni Kemal’den Alevi katliamına onay veren fetvasından bir bölüm:

“Onların, çocuklarının her biri zina çocuğudur. Onlardan birinin kestiği hayvan (ölü) mundar olur, her kim bir zorunluluk olmadan onlara özgü kırmızı şapkayı giyerse, küfürün korkusu ona hakim olur. Bu da açıkça küfür ve inkâr belirtilerindendir…” Bunların malları, kadınları ve çocukları Müslümanlara helâl olur.” (4)

Kanuni Sultan Süleyman döneminde şeyhülislamlık yapmış biri olan Ebussuud Efendi’nin Kızılbaş/Alevi topluluklarının ölümle cezalandırılmasını isteyen fetvasından bir bölüm:

Soru: “Kızılbaş topluluğunun dine göre topluca öldürülmesi helal mıdır? Bunları öldürenler gazi, bu öldürme sırasında ölenler de şehit olur mu?

Cevap: “Kızılbaşların topluca öldürülmeleri elbette dinimize göre helaldir. Bu, en büyük en kutsal savaştır. Bu yolda ölmek de şehitliğin en ulusudur.” (5)

Sonuç olarak resmi tarih yazınlarında her millet kendi ulusunu adaletperest, hoşgörülü, cevval, mert vs. olarak gösterir. Ancak tarih bilimi nesnel değil, sübjektif bir disiplindir. Aslında bu yorumu yaparken bile sübjektif davranıldığı söylenebilir. Anakronizme düşmemek gerekir aslında her olay ve olguyu dönem şartları ile değerlendirmek gerekebilir. Ancak değişmeyen bir olgu var o da “adalet duygusu” dur. İnsanları etnik veyahut dini kimlikleri üzerinden değerlendirip ayrımcılık yapmak veya onları öldürmek her dönemde kötüdür. Dönem itibariyle Osmanlı ile Safevi Devleti arasındaki mücadele görünüşte mezhepsel olarak görülse de bu bir kılıftı. Özellikle şahlar veya sultanlar kendi kişisel hırslarını gizleyip toplulukları mobilize etmek için dini kullanmıştır. Maalesef bu her iki taraf için de geçerlidir. Toplulukları mistifiye ederek düşman yaratmayı Yavuz Sultan Selim’de Şah İsmail’de yapmıştır.   

Kaynakça

  1. Der: Baki Öz, Alevilikle İlgili Osmanlı Belgeleri, B:2, Can Yayınları, İstanbul, 1996, s. 26.
  2. Age, s. 46.
  3. Age, s. 103-105.
  4. Age, s. 105.
  5. Age, s. 117.

Önceki ve Sonraki Yazılar