Diyanet İşleri Başkanı’na açık mektup

Diyanet İşleri Başkanı Sayın Ali Erbaş,

Üzülerek söylüyorum ki, son aylarda yaptığınız açıklamalar kutuplaştırıcı sonuçlar doğurmaktadır. Yakın dönemdeki vaazlarınızda laikliğe gönülden bağlı kesimleri rahatsız edecek yorumlarınızı giderek arttırdınız.

Rejim tartışmaları nedeniyle zaten yorucu bir gündemle yaşıyoruz. Bu yazıda bunlara değinmeyeceğim, çünkü sizin alanınız siyaset değil, dini ve halkımızın bir kesiminin manevi kimliği…

Sayın Erbaş evrenin kökenini, geleceğini, yaşamı açıklamanın farklı yöntemleri vardır. Bunlardan biri din, diğeri felsefe, bir başkası ise bilim. Kesişmelerden söz edilse de her birinin kendi özgün, geniş bakış açılarına sahip olduğunu ve bağımsız olarak saygı duyulmayı hakkettiklerini biliyoruz.

Siz ise, sadece kendi inandığınız doğruları provokatif bir şekilde ortaya koymayı tercih ediyorsunuz. Unutmayın ki bu ülkenin yurttaşları arasında ateistler, agnostikler, deistler, spiritüel deistler ve ayrıca çok farklı dinlere mensup insanlar da var.

Hutbeleriniz, on binlerce camiden yayılarak tüm ülkede yankılanıyor ve hepimizin en büyük şikâyeti olan ayrımcılık ve bölünmeyi derinleştiriyor, bunlardan doğabilecek şiddet ihtimalini körüklüyor.

1 Ağustos 2025 Cuma günü, 90 bin camide bir hutbe okuttunuz: “Bedeni açıkta bırakan elbiseler, vücut hatlarını belli eden kıyafetler tarz ya da imaj değil, Allah’ın emirlerini ihlal etmektir.” Devamında da ve bu şekilde giyinenlere tepki vermeyenlerin “vebal altında kalacağını” ısrarla belirttiniz! Bakın sonra neler yaşandı: İstanbul Bahçelievler’de bir kadın giyimi nedeniyle, bir başka kadının saldırısına uğradı. Ardından AKP Kocaeli Gençlik Kolları Başkanı Mehmet Acar, saldırıyı övdü ve kadınların kıyafetlerini “teşhircilik ve çocuk istismarı” gibi alakasız şekilde suçlayan ifadeler kullandı. Ayrıca saldırı suçunu işleyen kadına yönelik “ablamızın ellerine sağlık” diyerek bu talihsiz olayın tekrarlanmasına açık kapı bıraktı. Üstelik Acar, bu suçun cezasının devlet tarafından verilmesi gerektiğini öne sürerek provokasyonuna farklı bir boyut daha ekledi.

 

Türkiye’de gerilimlerin nasıl büyüdüğünü çok iyi biliyorsunuz Sayın Erbaş. Ülkemizde maalesef insan canının değeri pek yok. Her gün ortalama üç kadın öldürülüyor. Hem de kendilerini onların sahibi olarak gören erkekler tarafından. Bu verilerin ışığında kadınların kıyafeti üzerinden böyle bir açık provokasyon haline dönüşen bir çağrı yaptığınızda, sonuçta neler yaşanabileceği hiç aklınıza geldi mi? Bu mektubu, ülkedeki gerilimlerin artmaması için sizi nazikçe fakat ivedilikle “bilgilendirmek” amacıyla kaleme alıyorum. Son hutbenizin, niyetinizi aşan bir etki yaratabileceğini düşünüyorum; bu nedenle sözlerinizi en kısa sürede revize etmeniz uygun olacaktır. Mesela bu “vebal” kelimesi üzerinden giderek bir kadın yaralansa veya Allah korusun, öldürülse bir sorumluluk hissedecek misiniz Sayın Erbaş?

Türkiye Cumhuriyeti laik ve demokratik bir hukuk devletidir. Anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilk dört maddesinde bu olgu kesin olarak “mıhlanmıştır”. Ne sizin ne de hiç kimsenin bu tarifi değiştirmeye, hatta bunu gündeme dahi getirmeye hakkı yoktur. Ve bildiğiniz gibi laik bir ülkede, din ve vicdan özgürlüğü vardır. Devlet, bütün dinlere ve farklı dinlere mensup vatandaşlara eşit mesafededir. Son olarak da laikliğin temel tarifi, din ve devlet işlerinin tamamen birbirinden ayrılmasıdır. Yani devletin hiçbir işi, hiçbir kanunu, hiçbir uygulaması dini esaslar üzerine temellendirilerek yaşama geçirilemez.

Dolayısıyla bu ülkenin kadınlarının kıyafetlerine karışmaya kalkışmanız, anayasamıza göre mümkün olmadığı gibi, hiç kimsenin de haddi değildir. Kaldı ki, Anayasanın 136. Maddesi sizin görevinizi de kesin olarak tarif etmiştir: “Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek özel kanunda gösterilen görevlerini yerine getirir.”

 

Sayın Erbaş, sizce 136. maddeye tamamen ters düşmüyor musunuz?

Bunları kötü niyetle yaptığınızı düşünmek istemiyorum. Bir din insanı yalnız halkın iyiliğini ister. Din birleştirici ve farklı din ve mezhepleri kucaklayıcı bir görev ifa etmelidir. Burası Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti; bayram hutbelerinizde anmayı çoğunlukla ihmal ettiğiniz Mustafa Kemal Atatürk’ün bize emanet ettiği ülke…

Ama şu bilinmelidir ki, hiç kimsenin baskıları ya da unutkanlığı, Türk halkının Atatürk’le olan ilişkisine zarar veremez. Bu Cumhuriyet her zaman onun çizdiği yolda yürüyecektir. Anıtkabir yılda en az 5 kere dolup taşacak, izdihamlar yaşayacak ve yılda 365 gün heyecanla ziyaret edilecektir.

Ben, sizin halkın bir kısmını diğerine karşı kışkırtmak istemediğinizi, sadece “şanssız bir unutkanlık” sebebiyle Atatürk’le ilgili anma atlamalarını yaptığınızı, kadınlarımızla ilgili söylemlerinizde de belki yüklü geçen yazdan çok etkilenmiş olabileceğinizi düşünmek istiyorum. Çünkü bu Cumhuriyetin hiçbir din insanı buna benzer hatalar yapamaz. Ne anayasa izin verir ne de Türk Ceza Kanunu... Nasıl kapalı giyinen kadınlara karşı bir şiddet çağrısı yapılamazsa, özgürce giyinen çağdaş kadınlar için de aynı haklar söz konusudur. Dolayısıyla siz ülkemizin önemli bir kurumunun başındaki insan olarak Anayasal yetkilerinizi ve maaşınızı bu Cumhuriyet’ten aldığınızı unutmamalısınız.

Son olarak, Bakara Suresi 256. Ayet’e göre, dinde zorlama ve baskı yoktur. Dinin, her birimizin ihtiyacı olan barış ve huzura yapması gereken katkılarının temelinde de bu hoşgörü ve kucaklama vardır.

 

Sayın Erbaş; sevgili annem üç yıl önce vefat ettiğinde, beni aramış ve baş sağlığı dilemiştiniz, ben de size teşekkür etmiştim. Öte yandan kadınlara yönelik yorumlarınız ve özellikle son çağrılarınız, laik ve çağdaş bir meslek kadını olan mimar ve mühendis rahmetli annemi de fazlasıyla üzerdi. Hiç şüpheniz olmasın ki, bir Cumhuriyet kadını olarak kendisi de size bu mektubun aynısını yazardı.

Türkiye’deki tüm vatandaşların, tam huzur içinde olmasa da daha da zorlaşan koşullar altında yaşamak zorunda kalmamasını isteyen bir yazar olarak, sizden nezaketle rica ediyorum, hutbelerinizi yazarken lütfen burada belirttiğim hassas noktaları hatırlayın. Ayrıca bu Cumhuriyet’in ve oturduğunuz makamın kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün kabrini de önümüzdeki 29 Ekim’de ziyaret etmenizi öneriyorum. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları gerçekten huzuru hak ediyorlar Sayın Erbaş.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.