
Av. Namık Havutça
Abime Veda
Çok mücadele verdik, o da çok direndi. Ölümü ona hiç yakıştıramadık, ama ne yazık ki ölüm karşısında insanlık çaresiz. 12 Haziran Perşembe günü, doğup büyüdüğü, hiç ayrılmadığı ve çok sevdiği köyü Misakça’da, 74 yıllık hayatında ata toprağında her türlü üretimi yaptığı, yıllarca buğday, çeltik, kavun, karpuz, zeytin ürettiği, toprağından bereket fışkıran köyünde toprağa verdik. Allah nur içinde yatırsın.
Bu süreçte Türkiye sağlık sistemini yakından izleme ve inceleme imkanımız da oldu; ancak bu ayrı bir değerlendirme konusu. Şunu özetle söylemek lazım: “Paran kadar sağlık.”
Onunla yaşadığımız yıllar bir film şeridi gibi geçiyor gözümün önünden. İnsan kaybedince anlıyor hayatındaki önemli insanların bıraktığı boşluğu. Bu satırları yazarken bile gözlerim doluyor, boğazım düğümleniyor. Beş çocuklu büyük ailemizin en büyüğüydü abim. Terzi Hasan’dan olma, Nadide’den doğma, ana babamızın büyük oğlu, beş kardeşin en büyüğüydü o.
Çocukluğumuzun geçtiği 60’lı ve 70’li yıllar… Babam orta halli bir çiftçiydi. O zamanlar müthiş bir insan emek yoğunluklu tarımsal üretim vardı. Evimizde yok yoktu. Her ailede inekler, atlar, tavuklar, koyunlar, keçiler… Aklımızın erdiği yıllarda tarlalar atlarla sürülüp işlenir, buğday insanlar tarafından orakla biçilirdi. Harmanlar, patoz denilen makinelerle günlerce sürerdi. Bakla ve nohut harmanlarında düven sürdüğümüz, her çocuğun ata bindiği, koca bir koyun sürüsünü güdebildiği günlerdi.
Bütün aile tarımsal üretimin bir parçasıydı. Anneler orak biçer, çocuklar da deste toplardı. Kavun karpuz tarlalarında hep birlikte çapa kazılırdı. Çocukları ve büyükleri, emeklerinin karşılığı olarak o yılların en büyük eğlencesi Gönen panayırı ile ödüllendirirdi.
O, abim, babamın en büyük yardımcısı, tarımsal çalışmaların en büyük aktörüydü. Evin avlusunda bulunan at arabasına atları sabah koşturduğunu, tarlaya gitme hazırlıklarını daha 10’lu yaşlarda yaptığını hatırlıyorum. O yıllarda traktör henüz yaygın değildi. Atları da akşamları dinlenmeleri ve beslenmeleri için çayıra, hergeleye birlikte bıraktığımızı hayal meyal hatırlıyorum. Abimin yaşı 15-16’ya geldiğinde babamın aldığı traktöre bindiği günü unutamıyorum. O traktör ailemizin malıydı ama aslında abimindi o, çünkü ondan başka onu kullanabilen yoktu ailede. Gerçi sonra hepimiz öğrendik ama yıllar öyle geçti.
Çiftçinin çok zor ve meşakkatli ürettiği, çok mücadele verdiği ama ürettiğinin karşılığını tam olarak alamadığı yıllardı o yıllar. Gerçi şimdi de öyle ama, şimdi her şey makina olduğu için en azından daha kolay. O nedenle abim Türkiye’de köylülerin yaşadığı haksızlıklara isyan eder ve siyasi mücadelesini de en duyarlı şekilde yürütürdü. Bana da okumam ve bu işlerden kendimi kurtarmam için çok çalışmamı, okumamı söylerdi. İki oğlunun, Ulaş ve Barış’ın üniversite okuyup bu zor işlerden kurtulması gerektiğini düşünüyordu ve bunun için ne gerekiyorsa yaptı. Öyle de oldu; büyük oğlu İstanbul Hukuk’u, küçük oğlu da Kadir Has Bilgisayar Bölümü’nü bitirdi.
Abim çok zeki, araştırmacı, meraklı ve yenilikçi bir çiftçiydi. Hatta ona bazen “Abi sen okusaydın kesin profesör olurdun” diye takılırdım. Benim üniversite okuduğum yıllarda babamın tarımsal faaliyetleri ve yönetimini tamamen ona bıraktığını hatırlıyorum. O evde ikinci babamız gibiydi. Hepimizin üzerinde büyük emeği vardı.
Onlar nesli tükenen insanlardı; müthiş arkadaşlıkları ve dostlukları vardı. Onlarda verilen söz senet gibiydi. Bir şeye “tamam” dediler mi o iş tamamdı, senede veya yazıya ihtiyaç yoktu. Tarım kredi kooperatiflerine birbirlerine haber vermeden kefil olur, traktör alacakları komşularına tarlalarını ipotek ederlerdi. Tek bir uyuşmazlıkları da olmazdı. Bandırma’da uzun yıllar avukatlık yaptığım dönemlerden biliyorum.
Onlar vatanını, milletini seven, Atatürk’e bağlılıkları en üst düzeyde olan insanlardı. Askerlik, onların ömür boyu arkadaşlarına ve çocuklarına anlattıkları en büyük ve kutsal vazifeleriydi. Hiç unutamadığım bir anımız da, abim Ankara Ahlatlıbel Amerikan üssünde askerliğini yaptığı yıllarda, ona yazdığım mektupta “Amerikalıların bizi sömürmek için Türkiye’de oldukları” mealindeki bir cümleyi okuyan komutanın onu uyardığını bana anlatmasıydı. Abim, köylülerin, üretenlerin, emekçilerin yaşadıkları haksızlıklara karşı mücadelede “Toprak işleyenin, su kullananın”, “Ne ezen ne ezilen, insanca hakça bir düzen” sloganlarının kendilerini ifade ettiğini düşünürdü ve partisinin bütün toplantılarına da katılırdı.
Çok sert ve acımasız eleştirirdi. Milletvekili olduğum yıllarda da Ankara’da çiftçinin, köylünün yaşadığı sorunları dile getirmem için beni sürekli arardı.
Artık emekli olmuştu. Babamın, dedelerinin geldiği memlekete Selanik’e, Kavala’ya götür beni diyordu. Planlıyorduk, gidecektik ama olmadı. Hayatının geçtiği zeytin tarlasına bir taş ev yapıp orada Kapıdağ manzarasında bir çay içelim diyordu, olmadı.
Tam çocukları evlendirdi, emekli oldu, torunlarına kavuştu derken bir illet hastalığa yakalandı ve onu kaybettik.
Gördüm ki hayat bir kez yaşanıyor ve yaşanan her şey bir iz bırakıyor. Yaşamı ertelemeyin dostlar. Gidilecek yer varsa gidin, görülecek yer varsa görün, yapılacak şey varsa yapın.
Geriye sadece yaşanan anılar kalıyor. Sevgili abim, sen iyi bir insandın. Özü sözü bir, adaletli, çalışkan, insan ayırmayan, mütevazı, alçak gönüllü ama her şeyden önce Atatürk devrimcisi bir adamdın. Bıraktığın emanetine sahip çıkacağız. Şimdi toprağında rahat uyu.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.