SİYASETTE ÖLÇÜYÜ KORUMAK

Prof. Hikmet Sami Türk

“Siyasî liderler konuşmalarında kullandıkları sözcükleri dikkatle seçmek, yanlış anlamalara yol açabilecek ifadelerden kaçınmak, ölçüyü korumak durumundadırlar. Ulu önder Atatürk’ün Türk gençliğine emanet ettiği Cumhuriyetimizi içinde bulunduğumuz 101. ve sonraki yıllarında sürekli ilerletmeye ve yükseltmeye çalışmak hepimizin ortak görevidir.”

Son günlerde iki siyasî parti genel başkanının TBMM grup toplantılarında yaptıkları konuşmalar tartışma konusu olmaya devam ediyor. Bunlardan ilki, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 15 Şubat 1999 günü yakalanarak Türkiye’ye getirilen ve yargılanan, 1.3.1926 tarih ve 765 sayılı eski Türk Ceza Kanunu’nun “Devletin arsıulusal şahsiyetine karşı cürümler” kenar başlıklı 125. maddesine göre hakkında idam cezası verilen, ancak daha sonra AB uyum sürecinde çıkarılan 3.8.2002 tarih ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la idam cezası öngören çeşitli kanunlarda yapılan değişiklikler uyarınca cezası müebbet ağır hapse (m. 1/V), 14.7.2004 tarih ve 5218 sayılı Ölüm Cezasının Kaldırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la ağırlaştırılmış müebbet ağır hapse dönüştürülen (m. 1 A-24)  ve bu cezasını  25 yıldan beri İmralı adasında çeken terörist başı  Abdullah Öcalan’a  yaptığı çağrıdır. Bahçeli, 22 Ekim 2024 günü MHP Grup toplantısında  yaptığı konuşmada “Şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa, gelsin TBMM DEM Parti grup toplantısında konuşsun, terörün tamamen bittiğini ve örgütün lâğvedildiğini haykırsın. Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse, ‘umut hakkı’nın kullanımıyla ilgili yasal düzenleme yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın.”

Bu konuda eski Devlet, Millî Savunma ve Adalet Bakanı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk, yazılı bir değerlendirme yaptı:

“Her şeyden  önce şu soruya cevap vermek  gerekir:  Türkiye’ye 15 Ağustos  1984’ten bu yana Siirt’in Eruh ve Hakkâri’nin Şemdinli ilçelerinde başlattıkları terör eylemleriyle kadın, erkek, bebek, çocuk, genç, ihtiyar, asker, sivil ayırt etmeksizin  15.000’i aşkın insanını kaybettiren PKK ve başka adlar altında çalışan  terör örgütlerinin elebaşılığını yapmış bir hükümlü, hangi sıfatla TBMM çatısı altında  bir siyasî parti grubunda konuşma yapacak?  Bizzat Bahçeli’nin de ‘terörist başı’ olarak nitelediği, ama çağrısına uyduğu takdirde  –yeni bir kavramla– ‘umut hakkı’ vadettiği bir kişi böyle bir konuşma yapabilir mi? Yapsa da 25 yıldan beri terör örgütüyle doğrudan bağlantısı kesilmiş konumuyla   başarılı olabilir mi?  

Aslında Öcalan konumundaki hükümlüler için 4771 sayılı Kanun’la ‘idam cezaları müebbet ağır hapis  cezasına dönüştürülen  terör suçluları hakkında Cezaların İnfazı Hakkında Kanun ile 12.4.1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun şartla salıverilmeye ilişkin hükümleri uygulanmaz. Bunlar hakkında müebbet ağır hapis cezası ölünceye kadar devam eder.’ (m. 1 B/II).   Bu  hüküm, günümüzde benzeri ifadelerle, 14.7.2004 tarih ve 5218 sayılı Kanun’un 1. maddesinin (I) fıkrası, 13.12.2004 tarih ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un koşullu salıverilme hükümlerine istisna olarak geçici 2.  maddesi, Terörle Mücadele Kanunu’nun 29.6.2006 tarih ve 5532 sayılı Kanun’la değişik 17. maddesinin IV. fıkrasıyla yürürlüktedir. Bu hükümler, sayın Bahçeli’nin terörü sonlandırmak amacıyla yaptığı önerinin gerçekleşmesine engeldir. Hele 23 Ekim 2024 günü Ankara’nın Kahramankazan ilçesinde savunma sanayimizin en önemli kuruluşlarından Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (TUSAŞ) yerleşkesine gelen PKK militanlarının 5 kişinin şehit olmasına, 22 kişinin yaralanmasına neden olan silâhlı saldırı yapabildikleri bir zamanda anılan kanun hükümlerinin değiştirilmesi veya kaldırılması söz konusu olamaz.”

22 Ekim 2024 günü CHP Genel Başkanı Özgür Özel, CHP Grup toplantısında yaptığı konuşmada Bahçeli’nin  çağrısına karşılık  olarak  “Ben de  el yükseltiyorum.  … Kürtlere bir devlet teklif ediyorum. Tam olarak kendilerini devlete ait hissetmeyen Kürtlere Türkiye Cumhuriyeti’nin sahibi olmayı teklif ediyorum. Kendini öteki hissetmediği, tüm siyaset kanallarının açık tutulduğu, … demokratik hakların dünya standartlarında olduğu bir ülke yapalım. Kürtleri Türkiye Cumhuriyeti’nin sahibi yapalım.” dedi.

Bu konuda da    Prof. Dr. Hikmet Sami Türk, yazılı bir değerlendirme yaptı:

“Demokrasimizi çağdaş dünya  standartlarına yükseltmek, başta siyasî partiler, siyasetçiler olmak üzere hepimizin görevidir. Ama  bunun için  ‘Kürtlere bir devlet teklif’ etmek, ‘Kürtleri Türkiye Cumhuriyeti’nin sahibi’ yapmak gerekmez. Sayın Özel’in konuşması, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt kökenli vatandaşlarımıza teslimine veya onların ayrı bir devlet kurmalarına yönelik bir öneri olarak yorumlanabilir. Böyle bir düşünce, Anayasa’mızın  ‘değiştirilemeyecek hükümleri’ arasında bulunan, önceki hafta TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un da takıldığı  ‘Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez  bir bütündür.’ cümlesiyle başlayan 3. maddesine aykırıdır. Bu Devletin bütün vatandaşları, hangi etnik kökenden olurlarsa olsunlar, –Anayasa’mızın 66. maddesindeki  ‘Türk vatandaşlığı’ tanımı ile–  ‘Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes’ eşittir.  Anayasa’nın 10. maddesi de  bu eşitliği vurgulamaktadır.

 Uygulamada zaman zaman olumsuz örnekleri görülen, Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerimizde seçilmiş Kürt kökenli belediye başkanlarını Anayasa’nın 127. maddesinin IV. fıkrası kapsamında görevlerinden uzaklaştırmak gibi haksızlıklara meydan verilmemelidir. Bu konuda geçici bir tedbir olarak verilen kararlar, soruşturma veya kovuşturmanın uzaması nedeniyle kalıcı nitelik kazanmaktadır. Ama bu tür uygulamaları önlemek için Türkiye Cumhuriyeti’nin sahibini değiştirmeye gerek yoktur. Hiç kimsenin Türkiye  Cumhuriyeti’ni belirli bir etnik gruba bağışlama yetkisi yoktur. Bu vatan  Türk Milletinindir; hangi etnik kökenden gelirlerse gelsinler, hiçbir ayrım  gözetmeksizin bütün Türk vatandaşlarınındır.

 Cumhuriyetimizin ve CHP’nin kurucusu  Atatürk’ün   Nutuk’ta belirttiği  gibi, ‘Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen millî felâketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir’  Ülke bütünlüğünün,  ulusal birliğin ve bağımsızlığın  değeri her şeyin üstündedir.

Siyasî liderler konuşmalarında kullandıkları sözcükleri dikkatle seçmek, yanlış anlamalara yol açabilecek ifadelerden kaçınmak, ölçüyü korumak durumundadırlar. Ulu önder Atatürk’ün Türk gençliğine emanet ettiği Cumhuriyetimizi içinde bulunduğumuz 101. ve sonraki yıllarında sürekli ilerletmeye ve yükseltmeye çalışmak hepimizin ortak görevidir.”