KKTC’NİN TANINMASI ZAMANI

Prof. Hikmet Sami Türk

“Temelleri 50 yıl önce Kıbrıs Barış Harekâtı ile atılan,  41 yıldan beri bağımsız, demokratik bir hukuk devleti olmanın bütün gereklerini yerine getirme çabasında olan KKTC, uluslararası plânda tanınmayı çoktan hak etmiştir. AB Dışişleri Yüksek Komiseri Borell’in KKTC’yi ‘sözde devlet’ olarak nitelemesi ve bunu BM Güvenlik Konseyi kararlarına dayandırması, soruna GKRY gözlüğüyle bakan bir yaklaşımdır. Gerek Güvenlik Konseyi’nin bu konudaki haksız kararlarını değiştirmesi, gerek AB’nin fazla gecikmeden gerçekçi bir tutum belirlemesi, Kıbrıs sorununun çözümünde ilgili bütün tarafların yararına olacaktır.”

5-6 Temmuz 2024 günleri Azerbaycan’ın Şuşa kentinde düzenlenen Türk Devletleri Teşkilâtı (TDT) Gayriresmî Zirvesi’ne aynı zamanda AB Konseyi Dönem Başkanı olan Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın  katılması,  Avrupa Birliği (AB) Dışişleri Yüksek Komiseri Josep Borell tarafından eleştirildi. Orban’ın Zirve’ye  katılmasının AB’yi temsilen değil, Macaristan’la TDT arasındaki ikili ilişki çerçevesinde gerçekleştiğini ifade den Borell, bu vesile ile “sözde devlet” olarak nitelediği KKTC’nin Zirve’ye gözlemci statüsünde katılmasının  “Kıbrıs Türk ayrılıkçı varlığını meşrulaştırma girişimi” olduğunu, AB’nin BM Güvenlik Konseyi kararları uyarınca yalnız Kıbrıs Cumhuriyeti’ni (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni) tanıdığını söyledi.

Bu konuda eski Devlet, Millî Savunma ve Adalet Bakanı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk yazılı bir açıklama yaptı.

“2009’da Nahçıvan’da düzenlenen Türk Devlet Başkanları Zirvesi’nde imzalanan Anlaşma ile Türk Dili konuşan ülkeler arasında karşılıklı güveni güçlendirmek,  işbirliğini gerçekleştirmek, dış politikada ortak tutum benimsemek, uluslararası terörizm, ayrılıkçılık, aşırılık ve sınır aşan suçlarla mücadelede koordinasyonu sağlamak amaçlarıyla kurulan Türk Konseyi’nin adı, 2021’de İstanbul’da düzenlenen Devlet Başkanları VIII. Zirvesi’nde ‘Türk Devletleri  Teşkilâtı’ olarak değiştirildi. TDT’nin kurucu üyeleri Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye’dir. 2019’da Özbekistan da üye oldu. Hâlen TDT’nin üç gözlemci üyesi var: Türkmenistan, Macaristan ve KKTC.

5-6 Temmuz 2024 günleri Şuşa’da Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in ev sahipliğinde yapılan toplantıda Türkiye’yi  Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, katılımları AB Dışişleri Yüksek Komiseri Borell’in eleştirisine konu olan gözlemci üyelerden Macaristan’ı Başbakan  Orban, KKTC’yi  Cumhurbaşkanı Ersin Tatar temsil etti.    

KKTC’nin daha önce TDT’nin 11 Kasım 2022 günü Özbekistan’ın tarihî kenti Semerkant’ta yapılan Zirve Toplantısında gözlemci üye olarak kabulü, diplomatik bakımdan uluslararası tanınması yolunda önemli bir gelişme olmuştu. Şuşa’da yapılan Zirve Toplantısına bu sıfatla katılımı,  konumunu güçlendirmiştir. AB Dışişleri Yüksek Komiseri Borell’in Macaristan Başbakanı Orban’ın Zirve’ye katılımının AB’yi temsilen değil, ülkesi ile TDT arasındaki ikili ilişkiye dayandığını belirtmek gereğini duyması, bu katılımdan ‘sözde devlet’ olarak nitelediği  KKTC’nin tanınması yolunda bir sonuç çıkmasını önlemek içindir. Bu tutum, KKTC açısından 1981’de AB üyesi olan Yunanistan ile 2004’te Kıbrıs Cumhuriyeti olarak  üye olan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi(GKRY)’nin görüşüne uygundur. Aslında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyeliği, 1960’da bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasını öngören antlaşmalar arasında yer alan Garanti Antlaşması’nın  ‘Kıbrıs Cumhuriyeti, herhangi bir devletle, tamamen veya kısmen, herhangi bir siyasî veya iktisadî  bir birliğe katılmamayı taahhüt eder.’ hükmüne aykırı olarak gerçekleşmiştir (m. I/II). Aynı Antlaşma ile Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bu taahhüdünü dikkate alarak, bağımsızlığını, toprak  bütünlüğünü, güvenliğini ve Anayasa’nın temel maddeleri ile kurulan düzeni garanti etmişlerdir (m. II).

Fakat Rumlarla Türkler arasında çok duyarlı dengeler üzerine kurulmuş olan Kıbrıs Cumhuriyeti, Rumların 21 Aralık 1963 gecesi başlayan Türklerin imhasına yönelik ‘Kanlı Noel’ saldırılarıyla sarsıldı. Fonksiyonel bir federasyon özelliği taşıyan  ortak devlet, Anayasa’da öngörülen şekilde  işlemedi. 1974 yazında 15 Temmuz günü ‘enosis’ (Yunanistan’la birleşme) amaçlı darbe girişimi, Türkiye’nin Garanti Antlaşması’ndan doğan müdahale hakkını kullanarak 20 Temmuz ve 14 Ağustos 1974  günleri başlayan ve üçer günlük iki aşamada yürütülen askerî harekât olarak Kıbrıs Barış Harekâtını gerçekleştirmesine neden oldu. Bundan sonra Türkler, güvenlik nedeniyle Adanın Kuzeyinde  ayrı bir yönetim altında toplandı. Birleşmiş Milletler (BM) arabulucularının gözetiminde yapılan toplumlar arası görüşmelerden bir  sonuç  alınamayınca, önce federal bir yapı içinde yer almak düşüncesiyle 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti, sonra da 15 Kasım 1983 günü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kuruldu.  BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından hazırlanan 26 Şubat 2003 tarihli Plân, aynı gün iki kesimde ayrı ayrı yapılan halkoylamalarında istekleri tam olarak karşılanmayan Türkler tarafından  kabul edildiği hâlde, Rumlar tarafından reddedildi.

Bu, Kıbrıs  sorununun BM ilkeleri doğrultusunda çözümünü engelleyen, BM arabulucularının uzlaştırma çabalarını sonuçsuz bırakan tarafın Rumlar olduğunu gösteren olaylardan biridir. Güney Kıbrıs Rumlarının olumsuz  tutumları nedeniyle ortak devlet formülünün işlemediği ortadadır. Ada’nın Güneyinde ve Kuzeyinde iki bölgeli, iki eşit egemen devletli fiilî durumu tanımak en gerçekçi yoldur. TDT’nin Türkmenistan ve Macaristan’la birlikte  KKTC’yi de gözlemci üye olarak kabulü, bu yolda atılmış önemli bir adımdır. Şimdi sıra, daha önce  KKTC’nin kuruluşunda Türkiye’nin  yaptığı gibi bağımsız bir devlet olarak tanınmasındadır. Bu, en başta TDT devletleri için geçerlidir.

Temelleri 50 yıl önce Kıbrıs Barış Harekâtı ile atılan,  41 yıldan beri bağımsız, demokratik bir hukuk devleti olmanın  bütün gereklerini yerine getirme çabasında olan KKTC, uluslararası plânda tanınmayı çoktan hak etmiştir. AB Dışişleri Yüksek Komiseri Borell’in KKTC’yi ‘sözde devlet’ olarak nitelemesi ve bunu BM Güvenlik Konseyi kararlarına dayandırması, soruna GKRY gözlüğüyle bakan  bir yaklaşımdır. Gerek Güvenlik Konseyi’nin bu konudaki haksız kararlarını değiştirmesi, gerek AB’nin fazla gecikmeden gerçekçi bir tutum belirlemesi, Kıbrıs sorununun çözümünde ilgili bütün tarafların yararına olacaktır.”

(12.7.2024)