Özellikle son dönemde verilen yargı kararları yeniden tartışma konusu oldu. Delil karartma ya da kaçma şüphesi bulunmayan kişiler hakkında tutuklama veya adli kontrol tedbirlerinin rutin hale gelmesi dikkat çekerken, tam tersi durumda olan bazı sanıklar hakkında hiçbir yargısal tedbirin uygulanmaması, yargıya güveni derinden sarsıyor.
Uzmanlar, tutukluluk kararlarının “istisna” değil “kural” haline geldiğini belirtiyor. Uygulamada, kişinin suçu isnat edilmeden önce soruşturma başlatıldığı, hatta suçlama kesinleşmeden uzun süre tutuklu kaldığı vakalar artıyor. Bu durum, “önleyici tutukluluk” kavramının fiilen yerleştiği bir tablo yaratıyor.
Bu çelişkili tablo, kamuoyunda “yargı, suçun ağırlığına göre değil, failin kim olduğuna göre karar veriyor” algısı oluşturuyor.
Barolar, insan hakları dernekleri ve hukukçular, yargıdaki bu çifte standardın hem yargıya güveni zedelediğini hem de toplumda derin bir adalet duygusu erozyonu yarattığını vurguluyor.
Son olarak; belediye başkanlarının, protestolara katılanların, sosyal medyadan paylaşım yapanların, gazetecilerin, avukatların tutuklu yargılandığı ya da adli kontrol kararlarının verildiği bu süreçte, AKP'li Zehra Taşkesenlioğlu'yla boşanması gündem olan, dört davada yargılanan ve yurt dışı yasağı bulunan Eski THK rektörü Ünsal Ban’ın yurt dışına kaçması büyük tepkilere neden oldu.
Avukat Mustafa Atahan Öztürk, bu çelişkiyi Cumhuriyet’e değerlendirdi.
‘MAHKEME NEDEN DELİL TOPLUYOR?’
Bir soruşturmanın başladığı an itibarıyla, soruşturmanın başlangıcı ve devamına ilişkin yapılacak faaliyetlerin esasında “delil toplama” faaliyetleri olduğuna dikkat çeken avukat Mustafa Atahan Öztürk, “Burada çok büyük bir sıkıntı olduğunu görüyoruz. Zira bizim mahkemelerde de söylediğimiz ilk cümlelerden biri, ‘Mahkeme neden delil toplamaktadır?’ Soruşturma sürecinin amacı tamamıyla delillerin toplanması ve toplanan deliller üzerinde iddia olunan eylemlerle alakalı bağlantıyı kurarak bir iddianame tanzim edilmesi veya kovuşturmaya/soruşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi” ifadelerini kullandı.
‘KARARLAR BİR YANA TALEPLER BİLE SİYASİ’
“Burada delil toplama faaliyetlerinde problem olması sebebiyle biz tutuklama veya adli kontrol kararları değil, taleplerinin dahi siyasi olduğunu görüyoruz” diyen Öztürk, “Bunun sebebi ise esasında şudur: Bir tutuklama veya bununla bağlantılı olarak adli kontrol kararı verilebilmesi için her şeyden önce bizim ilk olarak incelememiz gereken şey konuyla ve iddiayla bağlantılı olarak somut delil” diye ekledi.
‘BAŞLICA PROBLEM SOMUT DELİL’
Öztürk, özellikle İBB Başkanı ve CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun 19 Mart’ta gözaltına alınmasıyla başlayan süreç sonrası tutuklama ve adli kontrol kararlarının daha rahat talep edildiği ya da daha rahat verildiğini gözlemlediklerini söyledi. Öztürk, sözlerine şöyle devam etti:
“Soruşturmayı yürüten savcılık ve tutuklama/adli kontrol talebinde bulunan savcının delil değerlendirmesi yapmadan kendince niyet okuması yaparak yönlendirdiği sevklerdir bunlar. Bundan kaynaklı ilgili tutuklama/adli kontrol kararını inceleyecek olan ve duruşmasını yapan sulh ceza hakimi de esasında burada bir inceleme yapamaz. Burada savunma yapmak da çok zordur. Çünkü toplanan somut bir delil yok. Toplanan somut delilin üzerinde kuvvetli suç şüphesi uyandıracak bir hukuki izlenimin, değerlendirmenin olması gerekiyor. Bizim başlıca problemimiz budur.”
19 Mart süreciyle birlikte gözaltına alınan kişiler hakkında genellikle oluşturulan iki tip delil olduğuna dikkat çeken Öztürk, “Birincisi açık kaynak araştırma raporudur. İkincisi, bilirkişi raporudur. Bu raporlar esasında, oluşturulma amacıyla birlikte tamamıyla hukuka aykırı. Bunun sebebi de şu: kişiler eylem alanından alınırken dahi, daha haklarında bir isnat yok, oluşturulacak bir delil aranıyor. O delil oluşturulma süreciyse gözaltı süresine bağlı oluşturuluyor” dedi.
‘SORUŞTURMA SÜREÇLERİ FİŞLEME VE HEDEF GÖSTERME ÜZERİNDEN YÜRÜTÜLÜYOR’
Avukat Atahan Öztürk, değerlendirmelerine şu sözlerle devam etti:
“Burada biz artık ‘lekelenmeme’ hakkının ve ‘adil yargılanma’ hakkının ihlal edildiğini, özellikle de soruşturma süreçlerinin fişleme, hedef gösterme üzerinden yürütüldüğünü ve kişiler hakkında gözaltı kararı daha kişilere ulaşmadan haber olarak ajanslara servis edildiğini görmekteyiz. Bunlar tamamen siyasi amaçlarla, siyasi güdümle yapılmaktadır. Burada güdülen amaç, infazı başta tamamlamak… Yargılama yapılmadan kişileri infaz aşamasına almak istiyorlar. Burada verilen kararlar, adli kontroller de dahil olmak üzere, hukuki olmadığı gibi tedbir mahiyetinde de değil.
Bu kararların toplum nezdinde ‘normalleşmeye’ başlaması; bizlerin ‘Silivri soğuktur’ espirisinin masumluğuna doğru götürmekte. Esasında ‘şu tweeti atarsan tutuklanırsın’ şakası dahi bizdeki izlenimi kırmak noktasındadır. Tutuklama veya adli kontrol şartları oluşmaksızın verilen kararlar hukuka aykırıdır. Buna topyekün karşı çıkmamız gerekiyor.
‘İDDİANAMELER KOPYALANIYOR’
Ciddiyetsizlik, bizim karşımıza çıkan çok büyük bir sorun. Ciddiyetten kastım da görevin yerine getirilmesi. Geçtiğimiz hafta müdafilere tebliğ edilen bir iddianame ve tensip zaptı gördüm. İddianamenin içerisinde konuyla, kişiyle, iddia edilen fiillerle bağlantısı olmayan, başka bir iddianame içerisindeki bir paragrafı biz konuyla bağlantısı olmayan bambaşka bir dosya içerisindeki iddianamede görüyoruz. Bu bize ciddiyetsizlik problemini gösteriyor.
Gözaltı kararıyla birlikte soruşturma sürecinin başlangıcını da kapsayan belli başlı savcıların herhangi bir şekilde konuyla ilişkili iddiaları kolluk tarafından dinlemeden, delillerin neler olduğunu anlamadan veya konuyla alakalı hukuki sürecin nasıl başlayacağını dinlemeden süreçlerin belli başlı savcılar tarafından yürütüldüğünü görmekteyiz. Bu savcıların sürekli olarak adliye içerisinde nöbetçi olduğunu görmekteyiz. Nöbetçi savcılardan talimat almakla hükümlü olan kolluğun hareketlerinin ise sorunun başlangıcını oluşturduğunu görmekteyiz.”