Doç. Dr. Buğra Gökce’den dikkat çeken değerlendirme: Mutsuzlukla baş etmek

Karar gazetesinde yayımlanan yazısında Doç. Dr. Buğra Gökce, modern toplumlarda giderek artan mutsuzluk halini ele aldı. Gökce, ekonomik sıkıntılar, sosyal adaletsizlik, yalnızlık ve gelecek kaygısının insanlarda derin bir umutsuzluğa yol açtığını belirtti.

 Doç. Dr. Buğra Gökce'nin yazısı şöyle:

Mutsuzluk, hayatın en doğal eklentilerinden biridir; en az mutluluk kadar sıradan ve kaçınılmaz. Kimseye mutsuz olmayı önermem elbette. Ama cezaevindeyseniz, mutluluğu bir seçenek olarak taşımak mümkün değil. Hele ki daracık alanlarda, zincirlenmiş imkânlarla... Bu yüzden asıl mesele mutlu olmak değil; mutsuzluğa dayanmak, onu sindirmek, ona rağmen nefes alabilmektir.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı aday adaylığı sürecinden sonra yaşadığım hayal kırıklığı, bana Sisyphos’u hatırlatıyordu. En yakınımdakiler bilir; taşı inatla dağın zirvesine kadar çıkaran ama emeğinin karşılığını hiçbir zaman alamayan o mitolojik kahramana benzetirdim kendimi. Kıymetli Tonguç Çoban Bey’le benzer ve ondan da mülhem… Belki de kaderimiz buydu: Sonsuza dek taş taşımak, ama asla dorukta tutamamak.

Cezaevi sürecim ise bambaşka bir sınavdı. Orada düşünmeye başladım: Belki de Sisyphos’un yükü aslında burada, bu taş duvarlar arasında, çok daha derinden ve çok daha yükseğe taşınmak üzere yeniden bana verilmişti.

Tam da o günlerde Wilhelm Schmid’in Mutsuz Olmak isimli kitabı geçti elime. Tanıl Bora’nın nefis çevirisiyle birkaç saat içinde okudum. Kitap, yine Sisyphos örneğiyle bitiyordu:

“Başka yerlerde işler kötüleşe dursun, onlar iyileşme sağlayacak gayretlere girmeye hazırdırlar. O zaman da daima yapacak bir şeyleri vardır. İnsanı mutlu eder mi bu? Muhtemelen tam da mutsuz olmayı insan olmanın bir imkânı kabul ederseniz, evet.”

Bu satırlar, zihnimde yankılandı.

Modern çağın “mutluluk için yaşıyoruz” mottosuyla büyüyen histerisinin, aslında dış koşulların baskısı altında “mutlu muyum ben?” sorusuna sıkışan bir insanlığın çığlığı olduğunu söylüyordu Schmid. Ve ekliyordu: “Mutluluk önemlidir, ama anlam daha önemlidir. Hayattaki tek meselenin mutluluk olduğu inancı, modern zamanların en büyük masalıdır. Mutluluk sırtına, taşıyamayacağı kadar ağır bir yük yüklenmiştir. Oysa mutluluk hayatın güzel bir ilavesidir; sınırları vardır, nasip düşerse sevinçle karşılanır. Ama asla hayatın bütünü değildir.”

O halde mutluluk da mutsuzluk da, başarı da başarısızlık da hayatın ayrılmaz parçalarıdır. Ne mutluluğu sonsuza dek sahiplenebiliriz ne de mutsuzluğu ebediyen defedebiliriz. Hele ki mutluluğu başarıya endekslemek, bizzat mutsuzluğu çağıran bir tuzaktır. Belki de en doğrusu, hayatı biraz da Sisyphos gibi kavrayarak; taşı defalarca, inatla ve sabırla yukarıya sürükleyerek yaşamaktır.

Mutsuzluk, hayatın en doğal eklentilerinden biridir; en az mutluluk kadar sıradan ve kaçınılmazdır. Kimseye mutsuz olmayı önermem elbette. Ama cezaevindeyseniz, mutluluğu bir seçenek olarak taşımak zaten mümkün değildir. Hele ki daracık alanlarda, zincirlenmiş imkânlarla “başarı” üretmek kolay değildir.
Bu yüzden asıl mesele mutlu olmak değil; mutsuzluğa dayanmak, onu sindirmek, ona rağmen nefes alabilmektir. Schmid’in dediği gibi: “Mutsuz olmakla baş edip dayanabilenler, kahramanca bir hayat sürer.”

Yaşam sanatının esas tarafı, işte bu dayanma becerisinde saklıdır. Çünkü her toplumda mutsuzların sayısı, küçük bir azınlıktan çok daha fazladır. Schmid bu satırları belki cezaevlerinde yazmadı, ama satır aralarında bizim yaşadıklarımızın izleri saklıdır. Hele ki mutsuzluğun bireysel bir deneyim olmaktan çıkıp toplumsal bir kader haline geldiği ülkelerde, hepimiz biraz Sisyphos’uz.

Ama her şeye rağmen biliyorum: Kendimi yaşanmaz bir mutsuzluğa, ağır bir melankoliye, hele ki umutsuzluğa teslim etme hakkım yok. Çünkü eğer bu taşı daha derine atmışlarsa, demek ki onu daha yükseğe taşıyabilmek için yeni bir görev verilmiştir bana. Camus’nün Sisyphos hakkındaki “onu yine de mutlu olarak tasavvur etmeliyiz” görüşü aslında bu çoklu tabiatı da içeriyordu.

Bu, yaşamın kaçınılmaz mutsuzluklarını ve kısıtlılıklarını kabul ettikten sonra “yine de” anlam yaratmaya çalışmanın doğal bir sonucu. Cezaevinde de olsa bir biçimde anlam yaratma çabam da bundan olsa gerek. Aslında bu bakış, Schmid’in de Camus’nün de Frankl’ın da altını çizdiği bir şey: Mutsuzlukla baş etmek, dayanmak ve onu dönüştürmek zaten bir tür umut mahkumiyeti. Cezaevinde bu mahkumiyeti de bambaşka biçimlerde deneyimliyorum desem abartmış olmam sanırım.

İşte bu yüzden hâlâ umudum var. Hatta büyüyor. Belki fazla iyimserim, belki iflah olmaz denilecek kadar… Ama yine de taşı bırakmadan, yeniden ve yeniden yukarıya taşımak için sebebim de var, isteğim de.

*Doç. Dr. Buğra Gökçe, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Planlama Ajansı Başkanı.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Güncel Haberleri

AKOM uyardı... İstanbul için kuvvetli gök gürültülü sağanak uyarısı!
Ege’de faylar harekete geçti
CHP’li Başevirgen'den 'SGK'de çifte maaş' tepkisi: 'Bu bir hata değil, bu bir göz göre göre yapılan usulsüzlük'
Kayseri'de kanlı pusu... Cami dönüşü silahlı saldırıya uğradılar!
DEM Parti heyeti, İmralı yolunda: Öcalan ile görüşecekler