Malatya'da katledilen rahibin kızı sınır dışı mı ediliyor?

Malatya'da katledilen rahibin kızı sınır dışı mı ediliyor?

Malatya'daki Zirve Yayınevi katliamının ardından ailesiyle birlikte Türkiye'de kalmayı tercih eden Geske, doktora tezini sunamadan sınır dışı edilebilir. Geske hukuki mücadele başlatıyor.

Malatya'da 2007 yılındaki Zirve Yayınevi katliamında babasını kaybeden Michal Canina Geske, 27 yıldır yaşadığı Türkiye'den ikamet izni uzatılmayarak ayrılmak zorunda bırakılırken, avukatı Orhan Kemal Cengiz'e göre bu durum son yıllarda dini azınlıklara yönelik sürecin bir parçası.

Malatya'da evlerin kiliseye dönüştürüldüğüne inanan Emre Günaydın ve dört arkadaşı 18 Nisan 2007'de Zirve Yayınevi'ni basarak, ikisi Türk vatandaşı, biri Alman olmak üzere üç Hıristiyan'ı boğazlarını keserek öldürmüştü.

Alman uyruklu Tilmann Ekkehart Geske'nin kızı 3 yaşında geldiği Türkiye'den ayrılmadı ve üniversiteyi Ankara'da okudu, ardından özel bir kolejde öğretmenlik yapmaya başladı.

Şimdiye kadar yabancılar için verilen uzun süreli ikamet izni, çalışma izni ve öğrenci vizesi ile Türkiye'de kalan 31 yaşındaki Geske, en son doktora yapmak üzere çalıştığı kurumdan ücretsiz izin alması ve ardından öğrenci vizesi için başvurması üzerine ikametinin uzatılmayacağını öğrendi.

DW Türkçe'nin İçişleri Bakanlığı'na hafta ortasında ilettiği Geske'nin ikametinin uzatılmama gerekçesinin ne olduğu sorusuna, haber yayına girdiği sırada yanıt verilmemişti.

Bu arada Geske, avukatı Cengiz aracılığıyla ikamet izni başvurusunun reddine ilişkin idari işlemin, hukuka aykırılık ve ölçüsüzlük gerekçesiyle yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesi'ne dava açtı.

Michal Geske: Ben Türkiye'nin çocuğuyum

ODTÜ'de doktora tezini savunma hazırlığı içinde iken Türkiye'den ayrılma zorunluluğu ile karşı karşıya bırakılan Michal Geske, çocukluğundan beri yaşadığı toprakları terk etmek istemiyor.

Michal Canina Geske ile Gülsen Solaker koltukta oturuyor

Geske yaşadıklarını DW Türkçe muhabiri Gülsen Solaker'e anlattı. Fotoğraf: Gülsen Solaker/DW

Babasının öldürülmesinin ardından yaşadıklarını ve Türkiye'de kalma nedenini sorduğumuz Geske akıcı Türkçesi ile şunları söylüyor:

"Tabii ki babayı kaybetmek herkes için, her şartta zor. Bizim için de zor oldu. Ama dünyanın her yerinde kötü insanlar olacak. Bu kötü olay Türkiye'de yaşandı ama biz aile olarak bunu genel anlamda hiçbir zaman Türkiye'ye bağlamadık. Saldırı, bazı insanların farklı düşünceleri, dolduruşa getirilmeleri sonucu olan bir olaydı. Ama biz Türk insanını sevmeseydik burada olmazdık."

Lise eğitiminin ardından bir yıl için Almanya'ya döndüğünü ama sonra geri geldiğini söyleyen Geske, Türkiye'ye dönüş kararını şöyle anlatıyor:

"Almanya'da iken kalsam mı, ne yapsam diye düşündüm. Ama ben Türkiye'yi seviyorum. Türkiye'de yaşamayı seviyorum. Maddi koşullar Almanya'da daha iyi, hayat standardı daha yüksek. Ama hayat sadece bundan ibaret değil. Ailem burada, çevrem burada. Ben biraz da buranın çocuğuyum aslında 3 yaşımdan beri Türkiye'de olduğum için."

Geske'nin avukatı Orhan Kemal Cengiz Zirve Yayınevi katliamı ile aslında insanlığa karşı bir suç işlendiğini söyleyerek, katliam sonrası Geske ailesinin tutumunun önemine şu sözlerle dikkat çekiyor:

"Başka insanlar olsa o ülkeyi hemen terk eder ve o ülkenin aleyhine çalışırdı. Çünkü normalde o kadar büyük bir travma ki bu. Tilmann Geske'nin öldürülmesinden sonra beklenen nedir? Ailenin Türkiye'yi terk edip, Türkiye aleyhine propaganda merkezi haline gelmesidir. Ama burada öyle olmadı. Bu insanlar tam tersine burada kalmak için ellerinden geleni yaptılar ve bugüne kadar çok büyük mücadele verdiler."

Orhan Kemal Cengiz

Geske'nin avukatı Orhan Kemal Cengiz Fotoğraf: Gülsen Solaker/DW

Cengiz bu nedenle Michal Geske'nin ikametinin iptal edilmesi bir yana devlet ve toplum tarafından sarıp sarmalanması, üzerlerine titrenilmesi gerektiğini vurguluyor.

ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü'ndeki Felsefe programında Eylül ayında doktora tezi savunması yapması gereken Geske, Türkiye'den ayrılmak zorunda kalırsa son aşamasına geldiği eğitimini kaybetmekten de endişeli.

Cengiz: Brunson'ın ardından gelen sürecin parçası

Peki Gesle'nin ikamet izni neden uzatılmadı?

Geske'nin de avukatlığını üstlenen, Zirve Yayınevi katliamında da müdahil avukatlar arasında yer alan Orhan Kemal Cengiz'e göre bu bir süreç ve ABD vatandaşı Rahip Andrew Craig Brunson ile ilgili yaşanan krizin ardından kamuoyuna çok yansımayan gelişmeler söz konusu.

Rahip Brunson, 2016'da tutuklanmış, ABD Başkanı Donald Trump'tan bırakılması için ciddi bir baskı gelmişti. Brunson, 2018'de "teröre destek vermek" suçlamasıyla 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına çarptırılmış, ancak hakkındaki yurt dışı yasağının da kaldırılmasıyla serbest bırakılmıştı. Brunson, ABD'den gelen özel bir uçakla aynı gün ülkesine dönmüştü.

Cengiz, Brunson'ın gidişinin ardından yaşanan süreci şöyle anlatıyor:

"Brunson serbest bırakıldıktan sonra kamuoyunun bu konuya olan ilgisi azaldı ama halbuki idari birimler bu siyaseti başka araçlarla devam ettirdi. Şöyle ki; yaklaşık 200-210 yabancı Protestan, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından kod verilerek Türkiye'yi terk etmek zorunda bırakıldı. Bu kişilerin ailelerini de göz önüne alırsak toplam 500-600 kişi. Bunlar arasında 35-40 yıldır Türkiye'de yaşayanlar, meslek sahipleri var. Bir kısmı da din görevlisi."

Cengiz, 1971 yılında Heybeliada Ruhban Okulu kapatıldıktan sonra ne Rumların ne de başka bir cemaatin kendi din görevlisini yetiştirme imkanının kalmadığını söyleyerek, bu durumun Hristiyanlar için teolojik ihtiyaçlarını karşılamanın yolu olarak dışarıdan bir şekilde din insanlarının gelmesine yol açtığını anlatıyor. Bu konuyla ilgili bir diğer sorunu ise Cengiz şöyle aktarıyor:

"Bir kilise derneği ya da kilise vakfı 'biz yabancı din adamı istihdam edeceğiz' dediğinde çoğu zaman Çalışma Bakanlığı bunu kabul etmiyor ve 'neden Türkiye vatandaşı yerine yabancının istihdam edilmesi gerektiğini göstermelisin' diyor. Bir taraftan Türkiye'de Hristiyan din görevlisi yetiştirmenin imkanı yokken, 'dışarıdan da böyle bir görevliyi getirip burada istihdam edemezsin' demiş oluyorlar. Yani aslında bir imkansızlık yaratılmış durumda. Bir siyaset var ve deniyor ki Hristiyanları, Protestanları burada barındırmayacağım. Aslında söylenen bu."

Cengiz, Türkiye'de ikametine izin verilmeyen bu kişiler için geniş kapsamlı "milli güvenlik aleyhine faaliyette bulunmak" gibi bir başlık kullanıldığını belirterek, "Ama aslında Anayasa Mahkemesi önünde, Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı'na benim açtığım ya da başkalarının açtığı davalarda yapılan savunmalardan biliyoruz ki tek suçlama misyonerlik, yani tebliğ" diye konuşuyor.

Anayasa Mahkemesi'nin yaklaşımı konusunda ise Cengiz şunları söylüyor:

"Bu kişilerin açtıkları davalarda Anayasa Mahkemesi tam olarak ikiye bölündü. Eski başkan Zühtü Aslan'ın muhalefet şerhi çok önemlidir ve din özgürlüğünü önemseyen herkes tarafından dikkatle okunmalıdır. Zühtü Aslan'ın şerhine baktığınızda bütün suçlamaların özünde bu insanların din özgürlüklerini kullanmalarının yattığını görüyorsunuz."

Yasal mevzuat ne?

Türkiye'de misyonerlik faaliyeti genel olarak suç kapsamına girmiyor. Türk Ceza Kanunu'nda (TCK) misyonerliği doğrudan suç olarak tanımlayan bir madde bulunmazken; misyonerlik faaliyetleri sırasında TCK'da yer alan diğer suçları (örneğin, cebir, tehdit, dolandırıcılık, kişisel verileri izinsiz toplama, dini değerleri aşağılama, çocuk istismarı vb.) işlenmesi halinde bu fiiller suç teşkil ediyor ve ilgili maddeler uyarınca cezalandırılabiliyor.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalar din ve inanç özgürlüğünü güvence altına almış durumda.

Anayasa'nın 24. maddesi "Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14. madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir. Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz" hükmünü içeriyor.

Türkiye'nin kuruluş senedi niteliğindeki Lozan Barış Antlaşması 38 ve 40. maddeleriyle Türkiye'deki gayrimüslim azınlıkların haklarını güvence altına alıyor.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 9. maddesi, herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahip olduğunu, bu hakkın din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, açıkça veya özel tarzda ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerdiğini belirtiyor.

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.