
Ertuğrul Özkök
AKUT gönüllüsü bir milenyum gencinin yeşil vatanda son görevi
Onun adı Bayram Eren Aslan..
“O’nun” diyorum çünkü onun gibi dokuz kahraman daha var.
Onların da adları var…
Sercan Utmi…Hilmi Şahin... Eyip Dereli… Tolunay Kocaman... Enes Kızılyel... Muharrem Can... İlker Onarcı… Tekin Enes Sarıyıldız… Alperen Özcan…
***
Eskişehir’de başlayan yangını söndürmek için hayatlarını veren kahramanlarımız bunlar…
Bu 10 kahraman içinden birini tanıyorum.
Daha doğrusu babasını…
***
Babasının adı Gürsel Aslan.
Hürriyet’in Ankara bürosunda birlikte çalıştığım asil insanlardan biri…
Onun oğluydu Eren Aslan…
Bir AKUT gönüllüsüydü.
***
Annesi ve babası ölüm haberini aldığında onun Eskişehir’de yangın söndüren kahramanlar arasında olduğunu bilmiyorlardı…
Çünkü bu ülkede nerede bir felaket varsa, nerede bir insanın canı yanmışsa, nerede bir ağacın, bir hayvanın başına bir felaket gelmişse, oranın hazır gönüllüsüydü… Hızırıydı…
***
6 Şubat Depreminde Adıyaman'daydı.
Devletin bazı işgüzar görevlileri onları uzakta tutmaya çalışırken, onlar felakete uğrayan insanların yanıbaşındaydı.
Hani şu her enkazın altına “Orda kimse var mı” diye seslenen, isimsiz kahramanlar ordusu var ya, onun gönüllüsüydü bu çocuklar.
***
Bir kadını enkaz altından çıkarırken yaşadığı sevinci bile paylaşamazdı kimseyle.
Çünkü enkaz altında sırasını bekleyenler vardı.
“Orda kimse var mı” çağrısına gelen sesler, gelmeyen sesler hepsi onun derdiydi.
***
Kendi kurduğu küçük mühendislik ofisi vardı.
Gözü işinde, kulağı AKUT’un haber merkezindeydi.
Bir felaket duyurusu geldiği an, o dükkanın kapısına kilit vurur, sırt çantasını alır fırlardı.
Bu ülkenin vicdan itfaiyecileriydi onlar. İnsanlığın her yangınında oradaydılar.
***
Görünmeyen bir insanlık ordusunun gönüllü askerleriydiler.
İçlerinde, çok yüksek rütbeli bir insan otururdu.
Emir aldıkları tek rütbe, içlerindeki o vicdan, insanlık ve dayanışma duygusuydu.
Karşılığında aldıkları tek ücret ise…
Ücret demek olur mu hiç…
Tek mükafat…
Bir canı kurtarmanın verdiği mutluluktu.
***
Eren’imizin bütün hayatı boyunca bu gönüllü savaşçılıktan kazandığı tek servet işte buydu.
Avuç içi kadar bir mutluluk… Bir canı kurtarmanın gururu ve iç rahatlığı…
***
Onların derdi canlardı.
İnsanlar, bitkiler, ağaçlar, hayvanlar, tabiat…
Allah'ın bu gökyüzü altında yarattığı bütün canlıların hayatı hayattı onlar için.
Kim bilir kaç insanın yanında kaç hayvanı da çıkarıp almışlardı, enkazların altından, selin içinden, yanan ormanlardan.
***
İşte öyle bir görevdi Eskişehir’deki de…
Son göreviydi…
Milenyum çocuğuydu…
24 yaşındaydı…
***
Ya ilk görev…
İlk görev o doğmadan bir yıl önceydi.
17 Ağustos 1999 günü…
O gün Hürriyet’in Yazı işlerinde önüme gelen bir fotoğraf sanki hala önümde duruyor.
İstanbul Yenikapı’da bir geminin önündeki devasa insan kuyruğuydu.
***
Hiçbir yerden emir almadan, kendi içlerinden gelen ilahi bir talimatla Gölcük Depremine yardım yükleyen insanlardı bunlar.
O güne kadar Türkiye’de hiç görmediğimiz bir insan portresi çıkmıştı önümüze…
Kendiliklerinden yardıma koşan insanlar.
Hiçbirinin adını bilmediğimiz, ama o günden itibaren her birini çok iyi tanıyacağımız yeni bir Türkiye portresiydi bu.
AKUT’un adını ilk defa işte o gün öğrendik.
***
Oysa 1996’da kurmuştu Nasuh Mahruki ve arkadaşları Türkiye’nin bu ilk büyük gönüllü hareketini.
Çoğu dağcıydı ve amaçları kayıp dağcıları kurtarmaktı.
Ama onların ilk büyük görevleri 1999 depremi oldu.
Ve biz o gün öğrendik, bu ülkenin içindeki en güçlü milli orduyu…
***
Genç bir vicdan ordusuydu bu.
İnsanları öldürmek değil, kurtarmak, yaşatmak için savaşan bir milli ordu.
Hürriyet gazetesindeki kardeşimiz Gürsel Aslan’ın kahraman oğlu Eren de işte bu kutsal vicdan ordusunun gönüllüsüydü.
***
Yıllar boyunca çok insan kurtardı.
Kurtaramadığı çok insanın başucunda ağladı, yas tuttu.
Ve önceki gün 5 orman işçisi ve dört AKUT gönüllüsü arkadaşı ile yangının içine daldı.
Hep başkalarını kurtarırdı.
Bu defa kendini kurtaramadı.
Çünkü kendinden önce kurtaracak bir Yeşil Vatan vardı.
Ağaçlar vardı. Kuşlar, böcekler, tavşanlar, kaplumbağalar.
Canlar vardı yani…
***
Eren’in son göreviydi.
On kişiydiler.
Beşi orman emekçisi, beşi AKUT gönüllüsü.
Adlarını bir kere daha okuyun ve arkalarından “Biz sizi çok iyi bilirdik” diye seslenin.
Öyle hançerenizden seslenin ki sadece onlar değil, AKUT’U, bu gönüllü insani yardım ordusunu yok etmek isteyenler de duysunlar.
***
Ama ne olur şehit demeyin.
“Cennete gittiler” deyin... ”Kalbimize gömüldüler” deyin.
“Hakka yürüdüler” deyin,
“Bu vatan için öldüler” deyin.
Ama şehit demeyin lütfen…
Bir gün bu ülkede “Şehitlik” denen o yüce payeyi, mağaralarda, madenlerde, ihmalkarlığın, vurdumduymazlığın, “Hesap vermekten kaçmanın”, “insanları pisi pisine” ölüme göndermenin kılıfı, bahanesi olmaktan kurtarabilirsek eğer;
İşte o gün, hepimiz en yüce manasıyla “Şehit” deriz onlara.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.