TIBBÎ BİR VAK’A MI?

Bilinçaltında uygarlık dışı bencil hedefleri olan politikacıların, -toplumun kriz dönemlerinin fırsatı olarak- iktidarı ele geçirdiklerinde, bir ülkeyi ne duruma getirdiğinin en açık örneği, halen Türkiye’de yaşanıyor.

İki yıllık İstanbul Belediye Başkanlığının elinden alınmış olması, R. T. Erdoğan’a bireysel bir mağduriyet(!) yaratmıştı. 2000 Ekonomik krizi, 2002 seçiminde siyaset tarihimizin en dürüst ve halkçı Başbakanlarından Bülent Ecevit ve diğer koalisyon ortaklarını tasfiye etti.

Yeni sanılan ve denenmemiş AKP, aldığı yüzde 34,5 oyla tek başına iktidar oldu. Genel Başkanı R.T. Erdoğan da, önündeki anayasal, yasal ve medya gibi, kamusal ve sivil demokratik kurum ve kuruluşları baskı altına alarak bu günlere geldi.    

Partili (AKP’li) Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sıkça yadsımasına karşın, 2002’ye gelene kadar 40 yıl süresince, büyük uğraş ve tarifsiz badire sonucu Başbakan ve Cumhurbaşkanı olanlar, öylesine derin acılar ve haksızlıklar gördüler ki, mağduriyet sıfatı yerine, manevi işkence demek bile az gelir.

Özellikle 1995-2024 kuşağına anımsatmak istiyorum*: 1974’de petrol fiyatlarındaki patlamayla dünya çeyrek yüzyıl süren bir ekonomik çöküntünün akıntısına kapıldı. Bir yandan kapitalizmle komünizmin soğuk savaşı, diğer yandan enerji sorunu, özellikle kalkınma sancısı çeken Türkiye gibi ülkeleri, ekonomik ve sosyal bunalımlarla karşı karşıya getirdi.

O ortamda, iki askeri darbe yiyen, yıllanmış demokrat politikacı Süleyman Demirel, hapisler dâhil, katlandığı cezalara karşın asla pes etmemiş ve her defasında tekrar halkın oyuyla 9 kez Başbakan olmuş ve 7 yıl Cumhurbaşkanlığı yapmıştır.

Bütün yaşamını halkına adamış, doğruluk-dürüstlük örneği, ”Bu düzen değişmelidir” diyerek Başbakan olan Bülent Ecevit, emeğin hakkını korumak ve milli gelirin hakça dağılımını sağlamak amacıyla attığı kararlı adımlar yüzünden iç-dış küresel sermayenin işbirliği ile üç kez düşürülmüş, iki kez cezaevinde yatmıştır.

Ülkenin kalkınmasını üstlenen kamu kuruluşlarında kırk yıl en üst düzeyden hizmet vererek engin deneyim kazanmış Turgut Özal, küresel sermayenin dünyayı ele geçirdiği ve Ortadoğu’da kanlı çatışmaların başladığı bir dönemde, hem ekonomide hem de dış ilişkilerde, hala olumlu etkileri süren bir yönetim ortaya koymuştur.

Milli Görüş siyasetinin düşünsel ve eylemli önderi Necmettin Erbakan, yabancı sermayenin sömürüsüne karşı, ulusal sanayiyi geliştirmek için yoğun bir savaşım vermiştir. O başkaldırısı yüzünden, 1969’da Milli Nizam Partisiyle çıktığı politika yolunda, hapis ve sürgün dâhil, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat karşı hareketinin mağduru olmuştur.

Bu liderler, katlandıkları zorluklar ve iç-dış engellere karşın, ülkenin enerji, ulaşım, ağır metaller, imalat sanayii ve sulama gibi en yaşamsal projelerini gerçekleştirdiler. Türkiye’yi, dünyanın 17. ekonomisi düzeyine çıkardılar. 

Kendine saygısı ve güveni olan hiç bir politikacı bu gerçekleri asla yadsıyamaz. Ama bu gün, demokrasiyi amaç değil, -ülkeyi tek başına tek elden idare etmek için araç-** diye kullanan Birisinin onları inkârdan da öte karaladığını, kötülediğini ve dahası suçladığına tanık oluyoruz.

Üstelik o liderlerin hepsi de demokrasiye olan inanç ve bağlılıklarından asla ödün vermediler. -Önce devlet değil, halk için devlet- anlayışını, başta silahlı kuvvetler, tüm kamu kuruluşlarına hâkim kılmak için yüreklice tavır koydular. Ama hiç biri de, bu ilke ve amaçları gerçekleştirmek yolunda hiçbir zaman, yurttaşın birliğini, dirliğini ve iç barışı zedeleyecek partizanlığa ve kişisel hesaplara girmediler.

Bunları niye anımsattım: Derler ya, -toplumun hafızası zayıftır, çamur at izi kalsın- işte öyle günlerden geçiyoruz. 31 Mart 2024 yerel seçimin partizan vaat ve tehditleri, halkın gerçek gündemini (aş-iş) karartmış durumda.

En yüksek düzeyden tırmandırılan politik gerilim, sertlik, çekişme ve çatışma, sonunda kin ve nefret tufanına dönüştü. Halkın aklı, fikri, gözü ve kulağı tam anlamıyla karışmış, kararmış ve kapanmış durumda. Seçmenin özgür iradesiyle sandığa gittiği 1950’den beri halk, bu denli karamsarlığa hiç düşürülmedi.

Bu denli kışkırtıcı ve ayrıştırıcı bir propaganda görmedi. Böylesi, en çok birlik ve dirliğe muhtaç olduğumuz bir çevresel ateş tehdidi altındayken, çok partili demokratik yaşam için onca bedel ödemiş laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin yurttaşlarını, bu duruma düşürmenin akla yatkın ve sağlıklı bir nedeni olamaz!

Yoksa politika yaşamımın en demokrat, en doğrucu ve en değerli ismi Turan Güneş Hocamın kırk yıl önce bir lider için söylediği gibi -tıbbî bir vak’a- İle mi karşı karşıyayız.

(*) Bu kuşak, ellerinde cep telefonu sosyal medya hastalığına o denli kendini kaptırdı ki, Tanzimat’tan ve özellikle 1919 kurtuluş savaşından beri Türkiye’mizde ve Dünyada yaşanan derin acılara ve gelişmelerle ilgili adeta kulak ve gözlerini kapamış durumda.

 (**) 2004’te Rize’de Başbakan R.T. Erdoğan’ın konuşmasından.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.