Ukrayna üzerinden koparılan gürültüyü ve gerginliği anlayabilmek için önce büyük resme ve başat gücün veya güçlerin ne yaptığına, ne yapmaya çalıştığına bakmak lazım.
Soğuk Savaş’ı (1949-1989) ABD liderliğinde Batı zaferle sonuçlandırmış ve Sovyetler Birliği yenilmiş, çözülmüş ve Rusya dahil 15 ülke ortaya çıkmıştı. Sovyetler Birliği, Çarlık Rusya’sının ardılı olarak Vladimir Lenin önderliğinde Bolşeviklerce 1917 Ekim Devrimi sonrasında, 1922 yılında kurulan ve 1991’e kadar süren devletin adıydı.
Jeopolitik Felaket
Moskova, Sovyetler Birliği’nin çözülmesiyle birlikte Doğu Avrupa’dan, Güney Kafkasya’dan ve Orta Asya’dan büyük ölçüde çekilmek zorunda kaldı. Bu, Ruslar için çok büyük bir travmaydı. Putin, 2005 yılında Rusya Meclisi’nde (Duma) yaptığı yıllık konuşmada Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkmasını “jeopolitik felaket” olarak nitelendirmişti.
1992’den sonra ortaya çıkan “Yeni Dünya Düzeni” esasında adil, eşitler arasında olan ve sürdürülebilir bir düzen değildi. Her ne kadar Soğuk Savaş sonunda meydana gelen gelişmeler “Tarihin Sonu” ve “Liberalizmin Zaferi” olarak değerlendirilmiş olsa da! Kaldı ki bu değerlendirmeyi yapanlar, günümüzde tek kutupluluk döneminin ve hegemonyanın sona erdiğini de söylemek zorunda kalmışlardı.
Tek Kutuplu Dünya Düzeni
1992’den sonra ABD liderliğinde tek kutuplu bir dünya düzeni kurulmuştu. Bu düzen uluslararası ilişkilerde karşılıklı saygıya, güvene ve çıkara değil hegemonyaya dayanan, direnenleri ezmeye çalışan, kural ve hukuk tanımayan, rejim değişiklikleri peşinde koşan, tüm dünyayı yeniden şekillendirmeye ve siyasi haritalar çizmeye çalışan kanlı ve acımasız bir düzendi.
Birinci Körfez Savaşı, başka bir gücün rekabeti ve muhalefeti olmadan ABD liderliğindeki Batı için doğrudan pervasızca askeri güç kullanma kapısını açtı ve arkası da geldi. Sovyetler Birliği çökmüş ve esas kuruluş amacı ortadan kalkmış olmasına rağmen NATO için yeni düşman tanımları geliştirilerek adeta savunma paktından saldırı paktına dönüştürüldü. NATO, Sovyetler Birliği dönemi sonrası Rusya’nın içinde bulunduğu ekonomik sıkıntı ve istikrarsız ortamdan istifade ile eski Varşova Paktı devletlerini üye kabul ederek Moskova’ya doğru genişledi. Bu, Rusya’nın güvenlik stratejisi açısından kabul edilebilir değildi. İtiraz etti ama içinde bulunduğu istikrarsızlık nedeniyle istemeden de olsa bu fiili durumu kabullenmek zorunda kaldı.
Ukrayna’da Darbe
Bugün, ekonomisi güçsüz ve istikrarsızlık içinde bulunan bir Rusya yok. Putin liderliğinde pek çok sorununu aşmış durumda ve Ukrayna, güvenlik açısından kırmızıçizgisi. Rusya, bunun böyle olduğunu 2014’de, Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’e yapılan Batı yanlısı darbe sonrası Kırım’ı ilhak ederek artık doğuya doğru genişlemenin kabul edilemeyeceğini göstermişti.
ABD hala Ukrayna konusunu zorluyor. Esasında ABD açısından sorun Ukrayna da değil. Esas sorun; tek kutuplu düzenini sürdürmek, dünyanın ekonomik, siyasi ve askeri ağırlık merkezinin Atlantik üzerinden Asya-Pasifik bölgesine doğru her geçen zaman diliminde artarak devam eden kayışını durdurmak istemesi. Bu amaçla NATO’yu kullanıyor, Rusya ve Çin’i aynen Sovyetler Birliği’ne yaptığı gibi kuşatmaya, çevresini istikrarsızlaştırmaya çalışıyor, ticaret savaşları ve yaptırımlar ile bu kayışı durdurmaya çalışıyor.
Yeni Soğuk Savaşın Hamleleri
Rusya’ya karşı AB’nin 12 doğulu ülkesinin dahil olduğu Üç Deniz İnisiyatifi, Çin’e karşı AUKUS (Avustralya, İngiltere, ABD) Güvenlik Paktı, QUAD (ABD, Avustralya, Japonya, Hindistan) İttifakı, bölgede istikrarsızlık yaratabilmek için müttefiklerine bile danışmadan Afganistan’dan aniden çekilme, Kuşak Yol Projesini sekteye uğratma çalışmaları ve Rusya’dan Almanya’ya direkt olarak Baltık Denizi altından doğalgaz taşıyacak olan Kuzey Akım’ı engelleme girişimleri yeni soğuk savaşın ABD tarafından yapılan bazı hamleleridir.
Bu yeni Soğuk Savaşın genel olarak iki tarafı var. Birincisi ABD liderliğinde, ABD ve AB. İkinci tarafı ise liderliği olmayan, gelişmelerin ve ABD’nin hegemonik girişimlerine karşı tepkisel olarak yan yana gelmiş olan Çin ve Rusya. Bugün Ukrayna üzerinden yaşanan gerginliğin esas tarafları ise ABD ve Rusya.
Rusya’nın Güvenlik Kaygıları
Putin’in 4 Şubat 2022’de Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile görüşmesinden ve aldığı destekten sonra geri adım atması artık düşünülemez. Putin’nin artan bu özgüvenine 8 Şubat’ta, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile yaptığı görüşmede şahit olduk. Hatta 10 Şubat’ta Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’un İngiliz mevkidaşıyla görüşmesindeki üslubu ve davranışı da Rusların geri adım atmayacağını çok net şekilde gösteriyor.
Rusya, en yetkili ağızları ile “ABD, İngiltere, Polonya’nın ve NATO Genel Sekreteri’nin içi boş tehditlerinden etkilenmeyiz, Rusya’nın güvenlik kaygılarını yok sayıyorsunuz.” diyor. Daha ne desinler? Geçmişe bakıldığında, bu endişe hiç de yersiz görünmüyor. Rusya, Batılı güçler tarafından defalarca işgal edildi ve sınırlarına yaklaşan NATO gücü bu endişenin yersiz olmadığını gösteriyor. Bu yerkürede barış içinde birlikte yaşayacaksak, birbirimizin haklı güvenlik endişelerine de saygı duymamız gerekir. Artık Rusya savunma durumundan güvenlik endişelerini gidermek için saldırı durumuna geçmiştir. Gürcistan, Kırım, Donbas, Suriye, Libya ve şimdi tekrar Ukrayna, bu yeni stratejinin hesaplı hamleleridir.
Çin’den Tayvan Hamlesi Gelebilir
Daha geçen gün Putin, sosyal medyayı da kullanarak Ukrayna konusunda ne kadar ciddi olduklarını, hatta mealen savaşı bile göze alabileceklerini, konvansiyonel olarak NATO kadar güçlü olmasalar da nükleer silahlar açısından güçlü olduklarını –Avrupa başta olmak üzere- tüm dünya kamuoyuna anlatmaya çalıştı. Yani zorda kalır ve köşeye sıkıştırılırsak kullanabiliriz demek istedi. Bu noktada Rusların doğulu olmalarının yanı sıra sert güç kullanmaya meyilli oldukları da değerlendirmeye alınmalıdır.
Ukrayna gerilimini Rusya’nın güvenlik endişeleri üzerinden Putin arttırmıştır. İstediklerini alamaz ve somut bir kazanım elde edemezse geri adım atan bir lider konumuna düşer, hatta lider olarak kalamaz ve hem kendisinin hem de Rusya’nın itibarı bu geri adımdan çok zarar görür. ABD ve AB, bu farkındalıkla hareket etmeli. Ukrayna’da savaş çıkarsa bu Pasifik’te de kıvılcıma neden olabilir ve Çin, Tayvan hamlesini yapabilir.
Biden Almanya’yı İkna Etmeye Çalışıyor
ABD, şu anda AB içinde –Almanya ve Fransa öncelikli olmak üzere- Rusya’ya ve Ukrayna krizine itidalli yaklaşan ve farklı bakış açıları olan ülkelerle görüşüyor ve ikna etmeye çalışıyor. Bu konuda en önemli ülke ise AB’nin lider ülkesi ve jeopolitik konumu nedeniyle Rusya karşıtlığında mutlaka desteği alınması gerekli ülke konumunda olan Almanya’dır. ABD Merkel’i ikna edememişti ama Almanya’nın yeni Şansölyesi olan Olaf Scholz üzerindeki baskıyı arttırdı. Scholz’un deneyimsiz olması ve içeride güçlü olamaması, ikna edilebilirlik şansını arttırıyor.
ABD Almanya’dan, Rusya’yı geri adım attırana kadar Kuzey Akım’ı askıya almasını, doğalgaz ihtiyacının Amerika’dan taşınacak LNG ile karşılanmasını istiyor ve taşıma işini de Almanya’nın yapmasını teklif ediyor. Katar Şeyhi de AB ülkelerine yapılması planlanan LNG intikali için 31 Ocak’ta Washington’a çağrılmıştı. Rusya, AB’nin en büyük enerji tedarikçisi konumunda ve yaklaşık olarak doğalgazın ve katı fosil yakıtın yarısı, petrolün de dörtte biri Avrupa’ya Rusya’dan gelmektedir. Bakalım ileride ne gibi gelişmeler olacak!
Galiçya Bize Ders Olmalı
Türkiye; Ukrayna işine bulaşmamalı, tarafsız kalmalı, SİHA’lar da dahil olmak üzere silah satmamalı veya vermemeli, Ukrayna’nın NATO üyeliğini desteklememeli, her platformda böyle bir üyeliğin Avrupa’nın ve bölgenin güvenliği için büyük bir sorun yaratacağını anlatmalı, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne sözde ve sıkışınca değil, özde sahip çıkmalıdır.
Birinci Dünya Savaşı’nda Ukrayna’nın batısında bir bölge olan Galiçya’da Ruslara karşı savaştık. Bu cephenin bizimle bir ilgisi yoktu. Bu savaşın kararı, o gün müttefik olduğumuz Almanya’nın başkenti olan Berlin’de alındı ve sonuç olarak 12 bin vatan evladımızı kaybettik, hem de bir hiç uğruna! Demem o ki; bu sefer de müttefikimiz ABD istedi diye Ukrayna’da yine Ruslarla karşı karşıya gelmemizin hiç alemi yok! Kazanacağımız bir şey de yok!
Rus Denizaltısı
Geçen gün Rus denizaltısı boğazlardan geçti. Rusların Montrö Boğazlar Sözleşmesi gereğince yaptığı ön bildirimi görmedim ama nedenini tahmin etmesi kolay. Bu bir ihlal değildi ve denizaltı muhtemelen onarımdan dönüyordu. Ama ABD’nin Avrupa Kara Kuvvetleri Komutanlığını yapmış olan E. Korgeneral Ben Hodges, twitter üzerinden yaptığı paylaşımda Rus denizaltısının geçişini ihlal kabul ederek “Türkiye Rusya’nın Montrö’yü ihlal etmesi nedeniyle Rus Donanmasının Türk Boğazlarından geçişini kısıtlamalı ancak ABD’nin kendisini Kremlin’in intikamına karşı yalnız bırakmayacağından emin olmalı. Bu, Karadeniz için yeni bir stratejiye ihtiyacımız olduğu anlamına geliyor” demiş.
General Hodges, amiyane tabirle Türkiye’deki iktidara gaz veriyor ve Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya getirmeye ve cepheleştirmeye çalışıyor. Ayrıca General Hodges sıradan biri değil ve ABD’nin ne yapmaya çalıştığını biliyor olmanın farkındalığı içinde. “Karadeniz için yeni bir stratejiye ihtiyacımız var” derken “Montrö’yü uygulamada yani fiili olarak delelim, sonra masaya getirir, değişimini veya tamamen ortadan kaldırılmasını konuşuruz.” demek istiyor.
Çok Kutuplu Dünya Düzeni
Sonuç olarak; üçüncü dünya savaşı çıkmaz. Bu seçenek ABD açısından nükleer savaşa evirilme riski çok büyük olduğu için tercih de edilmez. Şimdilik uzak bir ihtimal. ABD, Rusya’yı kışkırtarak Ukrayna’yı kısmen veya tamamen işgal ettirmeye çalışıyor. Donbas, kışkırtma için hassas bir bölge. Bu gerginliği uzun süre devam ettirerek Rusya’yı yıpratmak, ABD’nin seçenekleri dahilinde. Rusya ekonomisi ise uzun sürecek gerginlikleri, ambargoları, Ukrayna’yı tamamen istila etme seçeneğini ve yükünü kaldıracak durumda değil. Bundan sonraki gelişmeleri ve diplomatik satrancı hep beraber göreceğiz.
ABD istemese de gelişmeler dünyayı çok kutuplu bir düzene doğru götürüyor, yani dengeye doğru ilerlenmektedir. Bunun için biraz daha acı çekmeye ve zamana ihtiyaç var. Bugün bir denge durumu söz konusu değil. Bu dengesizlik ve belirsizlik ortamında Türkiye’nin korunması, kendini kullandırmaması Türkiye’yi yöneten iktidarların birincil görevi olmalıdır.
Hüsnü Mahalli’nin Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıkan “Filistin Benimdir-Ortadoğu’nun Kanlı Tarihi” kitabını okumanızı tavsiye ederim.