Türk Silahlı Kuvvetleri'ndeki tahribat

Türker Ertürk

Türkiye’de bütün devlet kurumlarında çok ağır tahribat var ve bu tahribat bütün hızıyla hala devam ediyor. Bu yüzden devletin işlerliği, kararlarındaki isabet yüzdesi, halkın güveni, iç barış ve dış dünyadaki itibarı çok kötü durumda. Bu yazımda size bu yaşamsal tahribatın nedenini, arka planını ve özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) yarattığı ve yaratabileceği sonuçlarını anlatmaya çalışacağım.

Bu ağır ve hala devam eden tahribatın kaynağı iktidardır. Çünkü iktidar partisi başlangıçta dış dinamiklerin desteğini almak maksadıyla kendini saklasa da, demokrasi aşığıymış gibi görünmeye çalışsa da, gerçekte bir karşı devrim yapılanması, cumhuriyetin kurucu ideolojisine düşmanlığın merkezi ve cumhuriyetten rövanş alma peşinde koşanların ağırlıklı olarak örgütlendiği bir yerdi. Bugün geldiğimiz nokta itibarıyla söylemlerini ve icraatlarını alt alta koyduğumuzda; iktidarın cumhuriyete, kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve devrim arkadaşlarına, ulus devlete, ulus kimliğine, demokrasinin olmazsa olmazı olan laikliğe, çağdaşlığa, sorgulayıcı akla, pozitif bilime, kadın erkek eşitliğine, kuvvetler ayrılığına ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu uluslararası antlaşması ve tapusu durumundaki Lozan’a olan karşıtlığı yadsınamaz.

Bugün istisnasız tüm komşularımızın ülkemize düşmanca bakmasının, bölgede ve dünyada ötekileşmemizin ve istikrarı bozucu bir unsur olarak görülmemizin nedeni de, iktidarın cumhuriyetin kurucu ideolojisi yerine ikame etmeye çalıştığı ama Türkiye’nin güvenliği ve çıkarlarıyla çelişen çağdışı “Siyasal İslamcı” ideolojisi ve geçmişin aklı olan, gerçekleşme şansı milyonda bir bile olmayan, fakat dış dünya tarafından revizyonist ve yayılmacı olarak değerlendirilen “Yeni Osmanlı” hayalidir.

TSK’ya yönelik tahribatı üç safhada değerlendirmek lazım. Bunlar;

2002’de AKP’nin iktidara gelişinden 2010’a,“Balyoz” tipi hukuk görünümlü kumpaslara kadarki safha,
2010’dan 15 Temmuz 2016’daki Darbe Girişimi’ne kadarki safha,
15 Temmuz’dan günümüze kadar gelen ve halen devam eden safhadır.
TSK’ya yönelik tahribat ikinci safhada çok büyük bir hız kazanmış, özellikle 15 Temmuz Darbe Girişimi ve arkasından gelen referandumla getirilen rejim değişikliği ile birlikte bu tahribat geometrik dizi şeklinde daha da artmaya başlamış ve halen devam etmektedir.

Karşı devrim için bir numaralı hedef olan TSK’ya verilen tahribatı altı başlık altında değerlendirebiliriz.

Gelenekleri ve genetik kodları,
Komuta yapısı,
Yüksek askeri şura,
Askeri okullar,
Adalet sistemi,
Sağlık sistemi,
TSK’nın gelenekleri ve genetik kodları

TSK; Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Kurtuluş Savaşını yapmış, başarıya ulaştırmış, işgale son vermiş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden süreçte ana ve belirleyici güç olmuştur. Kurucu irade, bu nedenle TSK’yı devletin varlığına, ülkenin bölünmez bütünlüğüne ve rejime yönelik iç ve dış tehditlere karşı koruyucu bir güç olarak tasarlamıştır. Aynı zamanda TSK, Osmanlı Devleti dönemindeki Nizam-ı Cedid’den günümüze kadar gelen süreçte hep ülkenin modernleşmesinin ve çağdaşlaşmasının itici gücü olmuştur. Tüm cumhuriyet tarihi boyunca TSK’nın en güvenilir kurum olmasının nedeni ise -başta Atatürk olmak üzere- Kurtuluş Savaşının liderleridir. TSK, emperyalizme tarihin ilk mağlubiyetini tattırmıştır.

Özetle söylemek gerekirse; kurucu ideolojiye sadakati, demokrasinin ve kurucu ideolojinin belkemiği durumundaki laikliğe bağlılığı, sorgulayıcı aklı ve pozitif bilimi esas alan ve çağdaşlıktan yana olan gelenekleri ve genetik kodlarıyla TSK iktidarın hedefi olmuş, hakkında tahrip etme amaçlı operasyonlar yapılmış ve yapılmaya devam edilmektedir. Yüksek Askeri Şura’nın parti şurası haline getirilmesi, Anayasa ihlali yapılarak TSK’nın komuta yapısının bozulması, Askeri Liselerin kapatılması ve Harp Okullarının yapısının değiştirilmesi bu kapsamdadır. Sonuç olarak; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurtuluş ve kuruluş aşamasında Harp Okulları kökenli kadroların yarattığı gelenek, görenek ve birikim yok edilmeye çalışılmaktadır.

TSK’nın komuta yapısı

Yürürlükteki Anayasamızın 117. maddesi; “Genelkurmay Başkanı Silahlı Kuvvetlerin komutanı olup, savaşta başkomutanlık görevini Cumhurbaşkanlığı namına yerine getirir” diyor. Bugün ise Genelkurmay Başkanı, iktidarın -gücünü Anayasadan almayan- tasarrufları nedeniyle TSK’nın komutanı durumunda değildir. Kuvvet komutanlarının Genelkurmay Başkanı ile olan komuta bağlantısını iktidar yok etmiştir. Savaşta TSK’ya kim başkomutanlık yapacaktır? Genelkurmay Başkanı yapacaksa, barışta komuta edemediği, harbe hazırlıklarını geliştirip denetleyemediği birlikleri savaşta nasıl sevk ve idare edecektir?

Anayasa, Milli Savunma Bakanı’na TSK’nın operasyonlarını yönetme yetkisi vermemiştir. Anayasamızın 6. maddesinin “Hiçbir kimse veya organ kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz” demesine rağmen, Milli Savunma Bakanı hangi yetkiyle TSK’nın operasyonlarını yönetmektedir? Sistem şu anda Milli Savunma Bakanı’nın asker ve bir önceki Genelkurmay Başkanı olması nedeniyle anayasal olmasa da bir şekilde yürüyor veya yürüdüğü sanılıyor. Yarın bu göreve sivil kökenli olan, askerlik bilgisine, donanımına ve deneyimine sahip olmayan birisi geldiğinde ne olacaktır? TSK’nın komuta yapısında anayasa dışı şekilde yapılan bu değişiklikler, TSK’nın tarihin derinliklerinden gelen ve uzun yıllar içinde oturmuş, gelenekselleşmiş yapısını bozmuş; komuta birliğinde “sadelik” harp prensibini ihlal etmiş; komuta yapısını ve bağlantılarını karmaşık hale getirmiş ve TSK’nın etkisizleştirilmesi amacına hizmet eder hale gelmiştir.

Yüksek askeri şura (YAŞ)

YAŞ, esasında teknik bir ekip ve TSK’nın General-Amiral atama ve terfi işleri, onun en önemli görevleri arasında. Tüm dünyada bu işler üç aşağı beş yukarı böyle yapılıyor. İşte bu askeri teknik ekip, siyasi bir ekip haline getirildi. Yani YAŞ, askeri olmaktan çıkarılmış adeta iktidar partisinin parti örgütü vasıtası ile askerlerin terfi ve emeklilik işlerine bakan bir kurul haline gelmiştir. Tabii ki parti ordusu bir günde olmaz ama iktidar iradesinin amacı budur. 

Tüm dünyada olduğu gibi asker profesyonel mesleki özerkliğe sahip değilse; terfi, emeklilik ve atama neredeyse en alt seviyeye kadar siyasi iktidarın müdahalesi ile oluyorsa liyakat yok olur ve siyasallaşma tavan yapar. Bu kötüye gidiş -eğer düzeltilmezse- bizi Balkan Savaşı hezimeti öncesine götürür.

Askeri okullar

15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Askeri Liseler kapatıldı. Aynen işgaldeki gibi! Sanırsınız ki, darbe girişiminin müsebbibi Askeri Liselerdir. Askeri okulları kapatma niyeti yanlış olduğu kadar gerçek sorumluluğu örtme, halkın gözünden kaçırma ve günah keçisi bulma operasyonuydu. Darbe girişimi, gerçekte bir dinci kalkışmaydı. Bu dinci kalkışma; cumhuriyetimizin kurucusu ve aydınlanma devrimlerinin önderi Atatürk’ü “deccal” olarak gören “Siyasal İslamcıların” işiydi. Kalkışmayı gerçekleştirenler küçük yaşta akılları cemaatin lideri ve tarikat şeyhi tarafından ipotek altına alınmış, askeri okullara sokulmuş ama tasfiye edilmeleri iktidar tarafından engellenmiş ve korunmuştu. Dinci darbenin başında, “Kainat İmamı” ve “Mehdi” dedikleri Fethullah Gülen vardı! Gülen bu örgütlenmeye 1960’lı yıllarda İzmir’de, her cuma Kestanepazarı Camii’nde verdiği vaazlarla başladı ve geçen süre içinde tamamladı. Niçin Kestanepazarı Camii de kapatılmadı?

Askeri Liselerin kapatılmasının, Harp Okullarının Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıkları ile bağlarının koparılarak başında bir askere veya öğrencilere asla rol model olamayacak bir sivilin rektör olduğu Milli Savunma Üniversitesi’ne bağlanmasının hiçbir bilimsel ve akli bir nedeni yok. Bu okullarda demokrasiye aykırı eğitim verildiği, darbe yapılmasının öğretildiği doğru değil. Düşünebiliyor musunuz; Harp Okullarında bulunan dekanlar Harp Okulu Komutanlarına değil, Milli Savunma Üniversitesine bağlı! Amaç darbeleri önlemek olsaydı FETÖ ile işbirliği yapan yargıçların, savcıların, doktorların mezun olduğu okullara da operasyon yapılırdı. Oysaki 2002’den itibaren öğrenci alım faaliyetleri, öğretmen ve komutan atamalarında cemaat mensuplarının okullara sızdırılmasının iklimini ve itici gücünü iktidar sağlamıştı.

Askeri yargı sistemi

1914 yılında kurulan 103 yıllık geçmişe sahip Askerî Yargıtay ve değişik illerde bulunan askeri savcılık ve askeri mahkemeler, 2017 referandumu ile kaldırılmış ve bunlara ait soruşturma ve kovuşturma dosyaları, askeri birliğin nerede olduğuna bakılmaksızın, suçun işlendiği yerin adliye, savcılık ve asliye ceza mahkemelerine gönderilmiştir. Bunların neredeyse %95’inde Askeri Mevzuat, Askeri Ceza Kanunu ve ast-üst münasebetlerini bilen askeri yargı kökenli savcı ve hakim bulunmamakta olup, 103 yıllık yargısal içtihat birikiminin günümüzle bağı maalesef koparılmış durumdadır. Yerel mahkemelerce verilen nihai kararların istinaf incelemesini yapan Bölge Adliye Mahkemelerinin de %80’inde bu dosyaları inceleyecek birikime sahip askeri mevzuata vakıf hakim bulunmamaktadır.

TSK’nın ayrılmaz bir parçası olan Jandarma Genel Komutanlığı, Yine KHK’lar yoluyla İçişleri Bakanlığı’na bağlanarak burada görevli olan uzman çavuş, astsubay ve subayların işlediği eylemler askeri ceza kanunu kapsamından çıkarılmıştır. Sözgelimi; firar eden, üstüne hakaret eden, saldıran veya emre itaatsizlikte ısrar eden jandarma er, onbaşı ve çavuşlar hakkında Askeri Ceza Kanunu’nun ilgili hükümleri uygulanırken, aynı suçları işleyen diğer personel için, Türk Ceza Kanununun genel hükümleri uygulanmaktadır. Bu, izah edilemez bir yargısal çelişkidir ve adaletsizliğe sebebiyet vermektedir. Ayrıca asker kişilerle ilgili olarak gelen dosyalara Yargıtay’da bakacak askeri yargı geçmişi olan kimse de bulunmamaktadır. Tüm dünyada mevcut olmasına rağmen Türkiye’deki askeri yargı sisteminin yok edilmesi, TSK’da disiplinin temin ve idamesi açısından büyük bir darbe ve zafiyet yaratmış olup zaman geçtikçe bu zafiyet daha da artacaktır.

Sağlık sistemi

Dünyada her ordunun mutlaka askeri doktoru ve sağlık sistemi vardır. Küçük bir ülke olan Belçika’nın bile var. Örneğin İtalya’da görevde iken başıma gelen ilk yardım ihtiyacını İtalyan Askeri Hastanesinden ve doktorundan aldım. “Harp yaralanmaları ve harp cerrahisi” diye birer kavram vardır. Harpte gerçekleşen yaralanmaları en hızlı şekilde askeri doktor tedavi eder. Bu bir deneyim ve bilgi birikimi meselesidir. Aynı şekilde; harp yarasını ancak harp cerrahı olan bir doktor hızlı ve doğru şekilde ameliyat edebilir. Harp Cerrahisi, GATA’da genel cerrahi içinde oluşturulmuş özel bir bölümdü. Askerin psikolojisi, harbin ve çatışmaların yarattığı psikolojik tahribat sivil ortamdakinden farklı olduğu gibi Askeri Psikiyatri de ayrı bir uzmanlık alanıdır. Askeri doktor, aynı zamanda bir asker ve subaydır. Tıp eğitiminin yanında askerlik eğitimi de alır ve gerekirse bulunduğu birlikte eline silah alıp çatışmaya da girer. Askeri doktorluk, sivil doktorluktan farklı bir meslektir.

TSK gibi büyük bir gücün, ülke içinde ve dışında terörle mücadele eden, çatışan, şehit ve gazi veren, en uzak ülkeler dahil yurtdışında asker bulunduran bir ordunun mutlaka askeri sağlık sisteminin olması gerekirdi; nitekim bu vardı ama iktidar tarafından yok edildi. Bu sistemin belkemiği de geçmişi Osmanlı Devleti’ne, 1898’e kadar giden Gülhane Askeri Tıp Akademisi idi. Bu da yok edildi! TSK’nın bir görevi de yangın, deprem, salgın, sel gibi felaketlerde ülkenin en ücra köşelerine bile erişebilme ve halka hizmet götürebilmesidir. Örneğin tüm dünya silahlı kuvvetleri Covid-19 salgınında kurdukları sahra hastaneleri ile kendi halklarına büyük hizmetler verdi. Türkiye’de ise iktidarın düşmanca tavrı nedeniyle TSK’nın bu imkanı yok edildiği için hizmet verilemedi, götürülemedi ve insanlarımız bu yüzden yaşamlarını kaybettiler.

Sonuç

TSK’da, önceden planlandığı her hali ve safhası ile belli ve her biri ağır bir darbe niteliğinde olan değişiklikler yapılmıştır. 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin öncesinde, arkasında yine başat güç olarak iktidarın bulunduğu kumpas davaları ve medya ile beraber yapılan itibarsızlaştırma operasyonlarıyla TSK’nın Atatürkçü, deneyimli, liyakatli general, amiral, subay ve astsubayları tasfiye edilmiş, entelektüel birikimi ve komutası zafiyete uğratılmış, tasfiye edilenlerin yerine FETÖ’cülerin doldurulmasının önü açılmıştır. Daha sonra darbe girişimi bahanesiyle TSK’nın komuta yapısı harp prensiplerine ve anayasaya aykırı olarak değiştirilmiş, Jandarma Genel Komutanlığı TSK’dan kopartılmış, Yüksek Askeri Şura sivilleştirilerek TSK’nın içine siyasetin sokulmasının önü açılmış, Askeri Liseler kapatılarak, Harp Okullarının ve Harp Akademilerinin yapısı değiştirilerek ve düzeyi düşürülerek TSK’nın eğitim ve öğretiminde zafiyet oluşturulmuş, Askeri Hastaneler kapatılarak özellikle sahra sıhhiye hizmetleri ve harp cerrahisi konusunda sorun yaratılmıştır. Askeri adalet sistemi bozularak disiplin zafiyeti oluşturulmuştur.Ulusal bayramlarda dosta güven, düşmana korku veren görkemli törenler iptal edilerek asker-millet bütünleşmesine ve caydırıcılığa zarar verilmiştir.

Türker ERTÜRK
E. Amiral
erturkturker@gmail.com