Seçimler de 'aradan çıktığı' için artık önümüzde hiçbir engel kalmadı... Marquez'in Kırmızı Pazartesi romanı meşhurdur, kitabın ilk sayfasından itibaren herkes bir cinayet işleneceğini bilmesine rağmen hiç kimse hiçbir şey yapmaz ve kitabın sonunda bu cinayet işlenir.
İşte bugün Türkiye'nin durumu da buna benzer: Enflasyonun yine eski usul acı reçeteyle düşürülmeye çalışılacağı, ekonomik küçülmenin faturasının yine halka ödetileceği, verginin yine 'tabana yayılacağı' yeni bir mülksüzleştirme programı ile karşı karşıya olduğumuzu herkes biliyor.
On milyonlarca insanın açlık sınırında ve sosyal yardımlarla hayatta kalmaya çalıştığı ve bugün dahi çaresizlik içinde kıvrandığı bu ortamda yazılacak acı reçetenin Türkiye'ye neler yapacağını düşünmek bile acı veriyor.
31 Mart yerel seçimlerine de bu şartlar altında gidildi. Neoliberal ekonomi politik tercihlerle yoksullaştırılmış çiftçi, emekli, asgari ücretli, kepenk kapatan veya artık dükkanına malzeme dahi alamayan esnaf, bir umutla, bu politikaların uygulayıcısı AKP'den koparak ya ana muhalefet partisine yöneldi ya da sandığa gitmedi.
Seçim sonuçlarının seçmenin öfkesini yansıttığını kabul edecek olursak, normal şartlarda bundan sonra olması gereken aslında çok açık: Muhalefetin, ekonomik yıkımdan kaçarak kendisine sığınan seçmene can suyu olacak bir ekonomik ve sosyal politikalar seti sunarak, için için yanan seçmene iktidardan kurtulma fırsatı yaratması gerekiyor. Yarın değil, hemen bugün...
Hal böyleyken, çiçeği burnunda CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in, özellikle de henüz parti içinde tartışılıp politik bir gerekçeye dayandırılma fırsatı bile bulunamamışken erken seçim çağrısı yapmayacağını açıklaması manidar ve sorunlu görünüyor.
Öncelikle seçmen gözünden bakıldığında bu açıklamanın, başına iş almamak adına müdahale etmeyen, ancak kavga bitince arta kalanları toplayıp götüren polis imajı yaratma ihtimali pek az değil. Ülkedeki yangına 'Şu belediyelerin keyfini bir çıkartalım, o arada iktidar yıkımın altında iyice ezilsin, seçim zamanı gelip ortalığı süpürürüz.' olarak görülme riski olan bir mantıkla yaklaşmanın seçmen nezdinde ne kadar ikna edici olacağını zaman gösterecektir şüphesiz.
Seçmenin muhalefete sığındığı bu yangın ortamında rasyonel olan, ana muhalefet partisi liderinin, erken seçim istememe tavrı mı, yoksa kendilerini bu duruma düşüren politikaları uygulayanları bir daha asla sandıktan çıkamaz hale getirme fırsatını seçmenin önüne koymak mı olmalıdır?
Demokrasilerde rakibini alaşağı etmenin en meşru yöntemi sandıksa ve bunun için bütün şartlar oluşmuşsa, ana muhalefet partisini, iktidarı alaşağı ederek kendisine kredi açan yoksulları krizin faturasından koruyacak hamleden alıkoyan ne olabilir sorusu hayati önem taşıyor. Yazının başında da değindiğim gibi, bir cinayet işleneceğini herkes biliyorken bu sessizlik neden?
Nedeni şundan: Son kurultayda yaşanan 'değişim'e rağmen, Cumhuriyet Halk Partisi yönetiminde krizin faturasını halka ödetmek dışında bir alternatife inanan hiç kimse yok. Mehmet Şimşek'in koltuğuna bugün CHP ekonomi yönetiminden herhangi birini oturtsak, Şimşek'in yaptığından farklı hiçbir şey yapılma ihtimali bulunmuyor... Bu cephede ne yazık ki değişen bir şey yok.
Dolayısıyla 'Erken seçim çağrısı yapmıyoruz.' mesajı, neoliberalizmin dogmaları dışında bir ekonomik politikası olmayan bir parti yönetiminin omurga refleksidir. Bugün erken seçim istememek, 'Bizim farklı yapmayı vaat ettiğimiz hiçbir şey yok.' demektir. 'Kapitalizmin kriz-büyüme döngüsünün kriz dönemi bize denk gelmesin, ağzımızın tadı bozulmasın'ın örtülü olarak kabulüdür.
Yaşam tarzlarına müdahale endişesi, laiklik gibi gerekçelerle oy veren bir kemik kitlenin konforuna sahip CHP yönetimlerinin, yoksullaştırılan kitleleri, sömürü çarkının bir dişlisi haline gelen siyasetin esiri olmuş olan sosyal demokrasi ile oyalaması, hastayı son kullanım tarihi geçmiş bir ilaçla iyileşeceğine inandırmaya çalışmaktan öte bir anlam ifade etmiyor.
Aynı uyarıları geçmişte Kılıçdaroğlu yönetimine de yapmış ve parti içi iktidar mücadelelerinin dışında duran birisi olarak 'değişen' CHP yönetimine de bazı gerçekleri yol henüz çok yakınken hatırlatmayı görev kabul ediyorum: Türkiye tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir ölçekte yoksullaşan kitlelerin kredi açtığı CHP yönetimi, politik tutsaklığını yırtıp atamadığı ve önündeki bu tarihi fırsatı ıskaladığı takdirde bunun bedeli ağır olacaktır.
Kışı geçirse de yediği ayazı unutmayan kurt gibi, seçmen, krizin bütün maliyeti üzerine yıkıldıktan sonra yalnızca yıkanlarla değil, 'Erken seçim çağrısı yapmıyoruz.' diyerek buna ses çıkarmayanlarla da önüne gelecek ilk sandıkla beraber hesaplaşmak isteyecektir.
Alternatif? Alternatif var olmasına var ama, bağımlılıktan kurtulmanın ilk adımı bağımlılığı kabul etmektir. Kafasını kaldırıp dünyaya bakanlar, dünyanın yavaş yavaş bu bağımlılıktan kurtulmaya başladığını, bugün dünyada yaşanan istikrarsızlığın da bu arınma sürecinde yaşanan sancılar olduğunu görebilecektir. Tarihin bu noktasında Türkiye'nin ve siyasetin aynı hataları tekrar etme lüksü bulunmuyor. Zira yeni bir siyaset yaratamazsak bir yirmi yıl daha kaybetmemiz kaçınılmaz görünüyor...