Türkiye’de siyaset bir çıkmazda… Siyaset üretmek ve toplumun gerçek sorunlarına odaklanmak yerine kişiler üzerinden siyaset yapılıyor. Siyasetin lider odaklı olması ise liyakatli, ideolojik temelleri sağlam, ancak, “kişi” siyasetini reddeden kadroların siyasetle aralarına mesafe koymalarına neden oluyor. Oysa Türkiye’nin kronik birçok sorununun çözüme kavuşturulabilmesi, bu oligarşik yapıları ortadan kaldırmaktan ve siyaseti halk için yapan kadroların siyasete tekrar kazandırılmasından geçiyor…
Son dönemde yaşanan gelişmeler, Türk siyasetinin bir sarmal içinde olduğunu ortaya koyuyor. “Siyasetçiler” halkın sorunlarına çözüm aramak ve siyaset üretmek yerine, çoğunlukla kolay yolu tercih ederek parti içindeki “tek adam” zihniyetine teslim oluyorlar. Üç ay sonra yerel seçimlere gidecek olmamıza rağmen halkın mahallî müşterek ihtiyaçlarıyla ilgilenmiyor, aday isimlerinden başka bir şey tartışmıyoruz. Kentlerin sorunlarına gerçekçi çözümler üreten siyaset modelinden gün geçtikte uzaklaşıyoruz. “Siyasetsizlik”, siyasal yaşamamızın en önemli meselelerinden biri hâline gelmiş durumda…
Bu yaşananlar, bir siyasal çürümenin, yozlaşmanın eşiğinde olduğumuzu gösteriyor. Türk siyasetinin kanayan yaralarından biri olan siyasal yozlaşma, siyasal karar alma mekanizmasında rol alan aktörlerin (seçmenler, siyasetçiler) birtakım menfaatler sağlamak amacıyla toplumda mevcut hukuki, dini, ahlaki ve kültürel normları ihlal edecek davranış ve eylemlerde bulunması şeklinde tanımlanıyor[1]. Bu bağlamda Türkiye’de siyasal düzeyde ortaya çıkan sorunlar çerçevesinde parti içi demokrasi ilkesinin önündeki en önemli engellerden birini de, siyasi partilerin çoğu zaman ekonomik menfaat sağlayan ve rant dağıtan örgütler olarak görülmesi oluşturuyor[2]. Siyasi partilerin, yandaşlarının desteğini alabilmek adına onlara ekonomik yardım ve çeşitli aracı hizmetler sağlamaları anlamına gelen parti patronajı[3], partilerin iç düzen ve işleyişlerinin demokratik olmasını engelliyor. Siyasi partilerin ekonomik menfaat dağıtan yapılar olarak görülmeleri ile birlikte bu siyasi kuruluşlar, farklı görüşlerin tartışıldığı ve halkın siyasal iradesinin oluşumuna katkı sundukları örgütler olmaktan çıkıyor. Diğer bir ifade ile Türkiye’de siyaset, uzun süredir bir kamu hizmeti aracı olarak algılanmıyor. Üyeler, parti içi faaliyetleri adeta bir “yatırım” olarak değerlendirip ekonomik karşılığını bekliyorlar[4].
Milletvekilleri, seçmenlerin, kendilerini birer “iş takipçisi” olarak gördüklerini bildiklerinden genel başkanın ya da ona yakın kadronun görüşlerine aykırı olan, fakat aslında parti içi demokrasi ilkesinin sınırları içinde kalan fikirlerini dile getirmekten kaçınıyorlar.
PATRONAJ BAĞIMLISI, ULUFE DAĞITAN SİYASAL PARTİLER
Siyasi partilerin patronaj vasıtası olarak nitelendirilmesinin ise, siyasal yozlaşmaya yol açarak parti içi demokrasi ilkesini olumsuz yönde etkileyeceği tartışmasız. Gerçekten, siyasi partiler kamusal kaynakların paylaştırılmasında bir araç olarak görülmekteyse ve kişilerin partilere üye olmalarının asıl nedeni, rant dağılımından kendilerine düşen payı almaksa, parti içi iktidarın kişiselleşeceği açık. Parti içi oligarşik grupların kendilerini destekleyen ekiplere kamu (devlet veya belediye) kaynaklarından gerekli gelirleri aktarabilmeleri için öncelikle partilerin iç düzen ve işleyişlerinin demokratik olmaması gerekiyor. Zira demokratik norm ve ilkelerin söz konusu olduğu, parti içi iktidarın kişiselleşmediği bir siyasal ortamda, parti içi kararlar da şeffaflık ilkesine uygun olarak alınıyor ve yöneticilerin hesap verme zorunluluğu gündeme geliyor. Ancak, bu siyasal düzen, siyasi partilerin, ekonomik değerleri yandaşlarının arasında paylaştırılmasını güçleştiriyor. Bazı üyeler, siyasi partilerin kendilerine sağladıkları maddi olanaklardan yararlanabilmek için partiye kaydolduklarından, parti içi demokrasinin gerçekleşip parti içi iktidarın kişiselleşmesinin önlenmesi amacıyla çaba göstermeyebiliyor, yani üyelerin bu yönde bir talebi olmuyor. Kamusal kaynakların dağıtılabilmesi için parti içinde liderin iktidarının kişiselleşmesi önem arz ediyor. Birçok üyenin hedefi, maddi değerlerin parti yoluyla paylaştırılması olduğu için bu kişiler, partilerin iç düzen ve işleyişlerinin demokratik esaslara uygun olmasını aslında istemiyorlar. Kısacası, Türkiye’de patronaj akışının kontrolü popülist lider destekçiliği etrafında biçimleniyor, bu durum ise liderlerin üyeler tarafından denetimini imkânsız hâle getiriyor[5].
Ne var ki, siyasal yozlaşmanın, parti içi demokrasi üzerindeki bu etkisi, yalnızca parti patronajı vasıtasıyla gerçekleşmiyor. Türkiye’de partililer, milletvekillerinden, parti içi faaliyetlere katılımını veya parti içi kararların oluşumunda görüşlerini ifade etmelerini değil, aksine farklı davranış şekilleri bekliyorlar. Bu noktada Türkiye’de milletvekillerinin parti üyelerinin talebi çerçevesinde yaptıkları en temel işler; partililerin işe alınmasına aracılık etme, onların tayin ve terfi işlemleri ile uğraşma, ulaşım, su, elektrik veya imar gibi yerel bazı sorunların çözülmesi için kamu kurum ve kuruluşları ile görüşme olarak ortaya çıkıyor. Milletvekilleri, seçmenlerin, kendilerini birer “iş takipçisi” olarak gördüklerini bildiklerinden genel başkanın ya da ona yakın kadronun görüşlerine aykırı olan, fakat aslında parti içi demokrasi ilkesinin sınırları içinde kalan fikirlerini dile getirmekten kaçınıyorlar. Seçmenler açısından milletvekillerinin siyaseten başarılı olup olmadıkları hususundaki en temel ölçütlerden birini iş takibi oluşturduğundan, milletvekillerinin parti içi demokrasi ilkesine ilişkin esaslara uyulması konusunda bir çabası olmuyor. Kaldı ki milletvekilleri, üyelerin kendilerine iletmiş oldukları iş taleplerini sonuçlandırmak istiyorlarsa, siyasi rejimin temel aktörleri konumu olan ve özellikle partili belediyeler üzerinde söz sahibi olan genel başkan veya ekibi ile ters düşmemeleri gerektiğini biliyorlar. Bu oligarşik yapıların desteğini alan milletvekilleri, siyaseten ulusal düzeyde de güçleniyor ve kendilerinden beklenen işleri daha kolay halledebiliyorlar[6].
Türkiye’de siyaset bir çıkmazda… Siyaset üretmek ve toplumun gerçek sorunlarına odaklanmak yerine kişiler üzerinden siyaset yapılıyor. Siyasetin lider odaklı olması ise liyakatli, ideolojik temelleri sağlam, ancak, “kişi” siyasetini reddeden kadroların siyasetle aralarına mesafe koymalarına neden oluyor. Oysa Türkiye’nin kronik birçok sorununun çözüme kavuşturulabilmesi, bu oligarşik yapıları ortadan kaldırmaktan ve siyaseti halk için yapan kadroların siyasete tekrar kazandırılmasından geçiyor…
Tevfik Sönmez Küçük, Prof. Dr., Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi
[1] Coşkun Can Aktan (Editör), “Siyasal Ahlak ve Siyasal Yozlaşma”, Yolsuzlukla Mücadele Stratejileri, Hak İş Yayınları, Ankara, 2001, s. 52.
[2] Yılmaz Aliefendioğlu, “Siyasi Partiler ve Sivil Toplum Örgütleri”, AYD, C. 16, 1999, s. 108.
[3] Ali Yaşar Sarıbay, 99 Soruda Siyasi Partiler, [yayın evi yok], [yayın yeri yok], 1997, s. 29.
[4] Yıldırım Koç, “Siyasi Partiler Yasası”, TÜSİAD Demokratik Standartların Yükseltilmesi Paketi Tartışma Toplantıları Dizisi–1, TÜSİAD Yayınları, İstanbul, 1997, s. 33.
[5] Tarhan Erdem / Mehmet Kabasakal / Ömer Faruk Gençkaya, “Türkiye’de Yeni Bir Parti Sistemine Doğru: Siyasi Partiler, Parti Örgütleri ve Parti İçi Demokrasiden Beklentiler”, in Ali Çarkoğlu (Editör), Siyasi Partilerde Reform, TESEV Yayınları, İstanbul, 2000, s. 53.
[6] Tevfik Sönmez Küçük, Parti İçi Demokrasi, XII Levha Yayınları, İstanbul, Nisan 2015, s. 489.