Bugün için bilinen tarihle,
Urfa Göbekli Tepe’de, Karahan Tepe’de, Mardin Dargeçit Boncuklu Tarla’da bulunan yerleşim merkezleri ve tapınaklar gösteriyor ki,
13300 yıldan bu yana insanlar yaşıyor, yaşadığımız bu topraklarda.
Jeopolitik konumu ve siyasi açıdan önemini bir tarafa bırakarak baktığımızda,
İnsan yaşamı için gerekli olan suyun ve verimli toprakların olduğu Anadolu’ya
Doğudan batıdan, kuzeyden güneyden gelmiş insanlar,
Devletler, medeniyetler kurmuşlar, kültürlerini, sanatlarını katmışlar bu topraklara.
Böylesi köklü bir tarihe ve zengin kültüre sahip olan bu toprakların mayasında,
Hümanizma vardır, sevgi, dostluk, dayanışma ve barış vardır.
Bu toprakların ruhunda özgür ve bağımsız yaşama isteği vardır.
Yunus Emre’den Mevlana’ya, Hacı Bektaş-ı Veli’den Pir Sultan Abdal’a, Karacaoğlan’dan Dadaloğlu’na, Aşık Veysel’e, Neşet Ertaş’a…
Yüzlerce, binlerce ozan sazıyla sözüyle dillendirmiş bu toprakların özünü, tözünü…
*
“Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım,
Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz” diyen Yunus Emre,
“Ne olursan ol yine gel” diyen Mevlana,
“Aslan ile ceylan dosttur kucağımızda” diyen Hacı Bektaş Veli,
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” diyen Nazım Hikmet,
“Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin! Benim doğduğum köyler de güzeldi,
Sen de anlat doğduğun yerleri, Anlat biraz!” diyen Cahit Külebi,
“Barış mübarektir, barış hareket, ikilikten doğar bunca felaket” diyen Mahzuni Şerif ve daha niceleri…
Çağırdılar bizleri dostluğa, sevgiye ve barışa…
*
İnsan, var olduğundan bu yana beslenme, barınma ve güven içinde yaşama çabası ve mücadelesi içinde olmuştur,
Önceleri doğaya, sonrasında egemenlere karşı…
Egemenlerin amacı bulunduğu bölgenin hatta dünyanın zenginliklerine sahip olmak ve diğer insanlardan daha rahat, daha güzel, daha varlıklı bir şekilde yaşamak…
Amacına ulaşmanın yolu insanları sömürmek ve baskılamak.
Araçları ise ya ırkçılık olmuştur da din.
Tarih boyunca bu sömürünün sonucu yaşandı kavgalar, çatışmalar, savaşlar,
Yitirildi yaşamlar, dostluklar ve barış.
Yaşamadık mı bu topraklarda böylesi acıları?
Maraş’ta, Çorum’da, Yozgat’ta, Erzincan’da, Sivas’ta…
*
İnsanlığın barış içinde insanca yaşama mücadelesinin sonucunda ulaşıldı,
Laikliğe ve Demokrasiye.
İnancının, etnik kimliğinin ve emeğinin sömürülmemesinin güvencesi oldu, Laiklik ve Demokrasi.
Aslında insanlığın gelişmesinin de ön koşuludur, Laiklik ve Demokrasi.
Katolik Kilisesinin ve derebeylerin baskısı altında Orta çağın karanlığında yaşayan batı,
Rönesans ve Reformla yürümeye başladı Laiklik ve Demokrasi yolunda.
İnsanlar kavuşunca barışa ve toplumsal adalete,
İnsan aklı ulaşınca özgürlüğe bilgiye,
Başladı buluşlar ve gelişmeler bilimde ve teknolojide.
*
Bizler, batıdan 600 yıl sonra Cumhuriyetle başladık Demokrasi ve Laiklik yolunda yürümeye.
10 Nisan 1928’de TBMM’de oy birliği ile kabul edilen Anayasa değişikliği ile Laik bir devlet olma yolunda atıldı ilk adım.
5 Şubat 1937’de Anayasa’ya ilke olarak yazıldı,
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temel niteliği Laikliktir, diye.
Yunusların, Hacı Bektaşların ektiği sevgi, dostluk, adalet, özgürlük ve barış tohumları,
700 yıl sonra yeşerdi bu kadim topraklarda.
*
Kurucu önder Mustafa kemal Atatürk’ün sözleri,
Egemenlerle insanlık arasındaki mücadelenin gerçek yüzünü gösteriyor o günlerden bugünlere,
“Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü de demektedir.” (1930)
“Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi sahte dindarlık ve büyücülükle savaşma kapısı açtığı için gerçek dindarlığın gelişmesi olanağını sağlamıştır. Laikliği dinsizlikle karıştırmak isteyenler, ilerleme ve canlılığın düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış doğu kavimlerinin fanatiklerinden başka kimse olamaz.” (1930
Bu yolda can veren Ahmet Taner Kışlalı’nın sözleri ise bir anlamda miras gibidir bizlere.
“Laiklik, bir anlamda tüm diğer ilkelerin ön koşuludur. İnançlara saygılı, ama dinin siyasal ya da kişisel çıkarlara alet edilmesine karşıdır. Hem toplumda farklı inançlara sahip kesimlerin barış içinde yan yana yaşamalarının; hem de çağın değişen koşullarının getirdiği sorunlara aklın ve bilimin ışığında çözüm arama yolunun açık tutulmasının güvencesini oluşturur.”
*
Büyükada’da kaldığım kısa süre içinde Türkiye’nin asıl gerçeğini yaşadım.
Musevi’nin, Katolik’in, Ortodoks’un, Süryani’nin, Alevi’nin, Sünni’nin, inananın, inanmayanın,
Nasıl bir arada barış içinde değerlerine saygılı, dostça yaşadığını,
Hangi inanç toplumunun kutsal bir günü ya da bayramı olsa birbirlerini kutlayışlarını,
Sinagogda verilen iftar yemeğini, hazan ile imamın birlikte dualarını…
Ezan, Çan ve Hazzan’ın yarattığı kardeşliğin, uygarlıkların ve hoşgörünün beşiği Hatay…
Peygamberler şehri Urfa, Medeniyetler şehri Mardin ve niceleri…
Kültür zenginliğimiz olan inançları, dostluğun, kardeşliğin ve toplumsal barışın kaynağı olarak yaşamaktır
Çağdaş Türkiye’nin asıl gerçeği,
Teminatı da Laiklik ilkesi.
*
Unutmamız gereken,
Laiklik, sadece 10 Nisan’da kutlanacak bir gün değildir,
Aklın özgürlüğünün, toplumsal barışın, demokrasinin ve çağdaş yaşamın gereğidir.
Bugün yaşanan gelişmeler karşısında Laikliğin tehlikede olmadığını düşünmek,
Çağdaş geleceğimiz açısından büyük bir tehlikedir.
İnsanın insanca yaşaması adına,
Barışı, Demokrasiyi, Laikliği yaşamak ve yaşatmak yolunda,
Çağrımız olsun Mahzuni Şerif’in dizeleri.
“Barış gelsin dağlara
Yollar birleşin haydi
Geçmişten geleceğe
Yıllar birleşin haydi, yıllar birleşin
Bu memleket bizim can ocağımız
Hak’tan başka yoktur varacağımız
Çağımız insani sevme çağıdır
Kollar birleşin haydi, kollar birleşin
Dinli dinsiz insandır
Boş yere akan kandır
Bu kök bu ağaçtandır
Dallar birleşin haydi, dallar birleşin…”