Öylesine hızlanan bir sürecin içine girdik ki Cumartesiyi bekleyemedim.
Lafı dolandırmaya gerek yok.
Demokrasi diye sahnelenen sahte bir oyunu yaşıyoruz ancak farkında değiliz.
RTE-AKP açıkça söylüyor ama anlamıyoruz ya da anlamak istemiyoruz.
2018 Haziran seçimlerinde 16 yıllık iktidar dönemi için “Onlar benim çıraklık dönemimin eserleriydi. Sonra kalfalık ve ardından ustalık. Şimdi büyük ustalık dönemine hazırlanalım diyorum” diyenlerin…
Şimdi de“19 yılda yaptıklarımız bir hazırlıktı ve biz yeni başlıyoruz” diyenlerin…
Daha ne söylemeleri gerekiyor?
- Kamu kurumlarından TC’nin kaldırılması,
- Ulusal Andın yasaklanması,
- Araplar rahatsız oluyor diye şeref madalyasından Atatürk’ün çıkartılması,
- Atatürk’ün heykeline put yazılmasına sessiz kalınması,
- Müzik korosu topluluklarından “Türk” isminin kaldırılması,
- “Yeryüzünde halife olmanın sorumluluğunu taşımaktan mesulüz” diyerek halifeliğin ilan edilmesi,
- Millete ümmet, RTE’ye peygamber denilmesi,
- Kararname ile Montrö’nün bile yok sayılabileceğinin söylenebilmesi,
- Sivil Anayasa diye laikliği kaldırılmanın tartıştırılması,
- Bir Amiral’in kafasında sarık üstünde üniforma ile tarikata gidebilmesi,
- Harp Okuluna girişten “irtica ve bölücü görüşleri benimsememiş veya bu faaliyetlere karışmamış olmak” hükmünün kaldırılması,
- Askeri kurslar yönergesinde “Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda çağdaş ve bilimsel yaklaşımla kavrama ve yerine getirme yeteneği kazandırılması” ifadesinin çıkartılması…
Bu yapılanları görmeyen, söylenenleri duymayan, oturduğu yerden sadece şikayet eden sonra da “ne olacak bu memleketin hali” diye soranlara,
Yaşanılan bu gerçekleri hala demokrasiyle yorumlamaya kalkanlara, sormak gerekiyor;
Demokrasi treninden inmeye hazırlananların “ileri demokrasiden” “çok daha ileri demokrasiye” geçiyoruz demelerini mi bekliyorsunuz?
Bütün bunlar, Türkiye’nin nereye doğru savrulduğunu görmek için yeterli değil mi?
“Laiklik sorunu yoktur” diyen ana muhalefet bu söylemde ısrar etmeyi sürdürecek mi?
*****
İktidarda olanlar,
Devleti yönetmeyi üstlenenler,
- Devletin kurumsal kimliğine ve yapısına,
- Ve kendilerini bu göreve seçen Millete karşı sorumludurlar.
Olması gereken budur ancak gerçek farklı.
RTE-AKP iktidarı,
- Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kimliğini ve yapısını değiştirmekle,
- Milletin yaşamını iyileştirmek yerine kendi iktidarını pekiştirmekle,
Devlete ve Millete karşı büyük bir sorumsuzluk içinde.
Tek derdi iktidarı bırakmamak ve siyasi hedeflerine bir an önce ulaşabilmek olan RTE-AKP,
- Siyasi ve ekonomik gelir elde etmek için İstanbul’a kanal yapmaya,
- Yabancı sermayenin gelmesi için sözde “reformlar” açıklamaya,
- Ekonomide, yapılması gerekenle “dediğim dedik” politikası arasında bocalamaya,
- Çarkları duran ekonomiye acil para bulmak için yeni vergiler koymaya, zamlar yapmaya,
- Destek vermediği vatandaşın “yastık altında” kalmayan parasını almaya,
- 128 milyar dolar nerede sorusunu savuşturmaya,
- MB başkanını görevden aldıkları gecede 450 milyon doları alanların üstünü örtmeye çabalamakta…
Bu anlayışta;
- Devlet yönetiminde kurum ve kurallar artık yoktur, tek kişi her şeydir,
- Demokrasinin kurum ve kuralları da demokrasi de artık yoktur, tek kişi belirleyicidir,
- Türkiye’nin Demokratik Laik Sosyal bir Hukuk Devleti olan yönetim şekli artık yoktur, tek kişi karar vericidir,
- Atılan her adımla planlı bir şekilde Cumhuriyet yok edilmektedir, tek kişi yol göstericidir.
Bu koşullarda “Cumhuriyetle mi teokrasiyle mi yaşayacağız” sorusunu düşünürken,
Yanıt Diyanet işleri başkanı Ali Erbaş’tan geldi.
“Çocuklarımızı İslam’ın dışındaki ideolojilere kaptırmayalım…”
Dini, İslam’ı bir ideoloji olarak kabul eden anlayışın adı, teokrasidir.
Teokraside halk, Millet değil ümmettir.
İnsan, vatandaş-yurttaş değil kuldur.
Yapılmak istenen de budur.
Kul ve ümmet olacaksınız, biat edeceksiniz.
Artık söz bitmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti yol ayrımına doğru hızla götürülmektedir.
Bitiş ya da Çıkış?
*****
RTE-AKP’nin gittiği yolun sonunda Cumhuriyet’in Bitiş’i vardır.
Çıkışın yolu ise, Demokratik Laik Cumhuriyettir.
Demokratik Laik Cumhuriyette halkın tanımı Millet’tir, Ulus’tur.
İnsanın kimliği ise Vatandaş’tır, Yurttaş’tır.
Vatandaş-Yurttaş, yaşamı ile ilgili karar verme hakkına sahip olan insandır.
Vatandaş ve Millet-Ulus kimliğiyle yaşamak istiyorsak,
Demokratik Laik Cumhuriyet’e ve Sosyal Hukuk Devletine sahip çıkmak gerekmektedir.
Nasıl mı?
Ataol Behramoğlu, Düello şirinin son dörtlüğünde nasıl sorusuna yanıt veriyor.
“Öyleyse bir tek şey var yapılacak,
Bu, iyilerin birlikteliğidir.
Amansız kötülüğü ancak
Örgütlü iyilik alt edebilir.”
Tıpkı, “Milletin bağımsızlığını ve geleceğini yine Milletin azim ve kararı kurtaracaktır” kararıyla özgürlük ve bağımsızlığına sahip çıkarak emperyalist işgali bu topraklardan kovanlar gibi…