Biliyorum, nereden çıktı bu konu diyenler olacaktır.
Olanlara baktıkça aklıma düştü birden.
Bir haberlere bakıyorum bir de RTE-AKP’den gelen açıklamalara…
Bir yaşanılanlara bakıyorum bir de “gazeteci”, “akademisyen” kimlikli iktidarın propagandistlerine…
Bir açıklanan istatistiklere bakıyorum bir de RTE’ye aşık vatandaşların söylediklerine…
İnsanın ruh sağlığını yitirmemesi elde değil.
Ya bu insanlar başka bir dünyada yaşıyor ya da ben…
İnsan nasıl oluyor da yaşadığı gerçekleri, yokluğu, yoksulluğu, işsizliği yok sayıyor ya da umursamıyor?
Üstelik yaşadığı sorunları yaratan RTE-AKP’ye de toz kondurmuyor, laf da söyletmiyor.
Ancak hemen Halkı sorumlu tutmayalım.
Eğitimsiz ve yoksul bırakılan Halkı suçlamak kolaycılıktır.
Bu durum bir sonuçtur.
Bu sonucu yaratan,
1945’den bu yana halkın din duygularını sömürerek iktidar olan siyasi partiler ve günümüzdeki temsilcisi RTE-AKP’dir.
Ama RTE-AKP’nin hedefi sadece iktidarda kalmak değil.
Açıkça söylüyorlar Türkiye’yi İslamiyet’e dayalı bir yönetim şekli ile yani “teokrasi” ile yönetmek.
*****
Dünyada bu şekilde yönetilen devletlere bakıyorum,
- Topraklarının altı zengin,
- Üstündeki Halkı yoksul,
- Cehaletin karanlığında,
- Geri kalmış ülkeler…
- Başlarında bir kişi,
- Kraldan öte güçlü,
- Karundan öte zengin…
Söylenenlerle gerçekler farklı.
Cennet vaadiyle Halka hayal satanlar,
Bu dünyada kendilerine cenneti yaratanlar…
Nedir bu çelişkinin nedeni,
İşin aslı hep böyle mi?
İslamiyet’in kaynağına bakmalı,
Kur’an-ı Kerim’i okuyup doğrusunu bulmalı.
*****
Hem baktım Doç. Dr. Bedri Noyan Dedebaba’ya (BND),
Hem de Diyaneti İşleri Başkanlığına (DİB),
Bazılarının “makara” dediği Bakara suresine…
2. Ayet,
“Bu kitap, kuşku yok ki doğru yolu gösterir,
Bir yol göstericidir, suçtan korunanlara. (BND)
“İşte kitap; onda asla şüphe yoktur.
O, günahtan sakınanlar için rehberdir. (DİB)
242. Ayet;
“Allah ayetlerini düşünmeniz için açıklamıştır, siz de bir düşünseniz…” (BND)
“Aklınızı kullanasınız diye Allah size ayetlerini işte böyle açıklıyor.” (DİB)
Tanrının gösterdiği yol; oku, bilgili, düşünen ve aklıyla hareket eden iyi ve ahlaklı bir insan olmaktır.
174. Ayet;
“Kim ki Tanrı’dan gelen kitabın bir yerini
Para için gizler de örter üzerlerini.
Karnında ateş yemiş insanlardır bu kâfirler,
Kıyamet günü Tanrı bunlara çok tedbirler,
Alır da hiç konuşmaz, temizlemez onları,
Bunların ancak azab ve acı’dır kârları.” (BND)
“ Allah’ın indirdiği kitabın bir bölümünü gizleyenler ve onu az bir şey karşılığında satanlar yok mu, onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar.
Allah kıyamet gününde onlarla konuşmayacak, onları arındırmayacak!
Onlar için elem verici bir azap vardır.” (DİB)
Kutsal Kitap diyor ki; doğruları saklayamazsın, kendi çıkarın için satamazsın, kullanamazsın…
Açıkça yazıyor, kişisel çıkar amacıyla inançların istismar edilmesinin, bir anlamda sömürülmesinin dinde yeri yoktur. İnsanın kendi çıkarı için bir başka insanı kandırması, dinin ahlaklı insan ol isteğine aykırıdır.
*****
Doğrular böyle iken,
- Bu nasıl yaman çelişkidir ki,
- Yıllardır Halka söylenenlerle, yapılanlar…
- Halkın içinde yaşadığı dertler, sorunlar…
- Halka gerçekleri anlatanlara uygulanan baskı, şiddet, hakaretler…
- Hak, hukuk, adalet tanımayan yönetimler…
Gel de çık işin içinden.
Sadece son günlerin konusu bile,
Yıllardır yaşanılanları özetler gibi…
- Millet adına Milletin verdiği yetkiyle,
- Milletin parasını harcayarak,
- Devleti, Milleti yönetenler…
- Söz konusu olunca Devletin kasası Merkez Bankası,
- 1 değil, 2 değil, 8 değil hepsi bir arada milyarlarca doların hesabı,
- Büründüler büyük bir sessizliğe,
- Kızgınlıkla yüklendiler nerede diyenlere…
- Birbirini çürüten farklı açıklamalar,
- Doğruları saklamalar…
- Soranları suçlamalar…
Sormak, sorgulamak gerek,
Neden, Tanrı buyruğuna aykırı davranırlar,
İnsanları kandırıp cahil ve yoksul bırakırlar?
Dillerinden dini düşürmeyen,
Milletin yetkisiyle Millete vekil olup,
Zenginliği paylaşanlar…
*****
İşte bu noktada aklıma düştü ortaokulda okuduğumuz dersin adı;
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi.
- Dinin bir kültür olduğunu,
- İslamiyet’te Tanrı ile kul arasında bir aracının olmadığını,
- Her inananın vicdanı ile sorumlu olduğunu,
- İlk emrin “oku” olduğunu,
- Asıl olanın ahlaklı insan olmak olduğunu öğrendik.
Okuduklarımızla, öğrendiklerimizle bakınca bugüne,
İster istemez düşünüyor insan,
İnsanlık ilk defa mı yaşıyor, bunca çelişkiyi diye…
*****
İnsanlık tarihi, dini kullanarak toplumlara egemen olmak için verilen savaşlarla doludur. 500 yıl önce Katolik Kilisesi’nin uygulamaları Ortaçağın karanlık bir dönem olarak tanımlanmasının temel nedenidir.
Zaman içinde,
- İslamiyet’in toplum yönetiminde gücün kaynağı olarak kullanılması (siyasi),
- Dinin kurallarına tartışmasız inanılması (itikadi),
- Var olan yaşamsal sorunlara çözüm için yorumların yapılması (ameli) farklı mezheplerin doğmasına neden olmuştur.
Ne yazık ki, 21yy dünyasında da inanç temelinde yapılan siyasetin sonucunda toplumsal ayrışmalar, çatışmalar ve savaşlar yaşanmaya devam etmektedir.
*****
Asıl görmemiz gereken,
İnsan, var olduğu günden beri “inanma” duygusunu hep taşımış ve kendisini güvende hissettiği bir olguya, olaya veya düşünceye kısacası bir güce inanmıştır. Bu güçlerin en güçlüsü dindir. Önemli olan bu güçlü inanç kaynağı olan dinin, insanın ahlak ve vicdanında nasıl yer aldığı ve nasıl kullanıldığıdır.
- İnsanları ve toplumları iyiye ve doğruya yöneltmek için mi?
- Kişisel çıkar ve fayda sağlamak için mi?
- Topluma, ülkeye, hatta dünyaya egemen olmak için mi?
Ne yazık ki din, insanlık yaşamı boyunca genellikle çıkar ve egemenlik için kullanılmıştır. Hala da kullanılmaktadır ki bunun adı; inanç sömürüdür. Sömürüyü yapanlar, kişisel kazanç peşinde koşan insanlardır. Bu insanlar kendilerine bir takım uhrevi kimlikler ve değerler yükleyerek toplum içinde kendilerini kutsal bir konuma taşırlar. Çünkü Durdu Güneş’in anlatımıyla, “Kutsallaştırmak düşünmemeyi sadece inanmayı ve tabi olmayı gerektirir. Kişiler kutsallaştırılınca artık onu sorgulayamazsınız, her söylediğini de doğru olarak algılarsınız.”
*****
İnancın yoğun olarak yaşandığı ülkemizde, Mustafa Kemal Atatürk’ün (30.10.1929) “inancın istismarını” önlemek ve cehaleti yok etmek için söylediğine ve yaptıklarına bakalım
“Kur’an-ı anlamadığı bu Arap diliyle tamamen ezberleyecek düzeyde dinine aşık olan Türk Milletini, kutsal kitabın bu yüce anlamını istediği gibi anlayabilmekten yoksun bırakmak doğru değildir.
…Kur’an-ı’n tercüme edilmesini emrettim. İlk defa olarak Türkçe’ye tercüme ediliyor.
…(Hz.) Muhammed’in hayatına ait bir kitabın tercüme edilmesi için de emir verdim.”
- 22 Ocak 1932, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe tercümesi ilk kez İstanbul’da Yerebatan Camii’nde Hafız Yaşar (Okur) tarafından okundu.
- 30 Ocak 1932, İlk Türkçe Ezan, Hafız Rıfat Bey tarafından Fatih Camii’nde okundu.
- 18 Temmuz 1932, Diyanet İşleri Riyaseti Ezan’ın Türkçe okunmasına karar verdi.
- 06 Mart 1933, Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi yayımladığı bir tebliğ ile İslam peygamberi Hz. Muhammed’e hürmet ve saygı ifade eden sözlerin yer aldığı Sala’nın da Türkçe okunmasına karar verildi.
- 16 Temmuz 1950, Ezan’ın Türkçe okunma zorunluluğu kaldırıldı.
Kur’an-ı Kerim’in Türkçeye çevrilmesi ve Ezan’ın ve Sala’nın 18 yıl boyunca Türkçe okunmasıyla; İnsanlarımız inançsızlaştı mı, yoksa inançlarını bilerek ve anlayarak ibadetlerini yapmaları mı sağlandı?
Kur’an-ı Kerim’in ve ezanın Türkçeye çevrilmesine, ibadetin Türkçe yapılmasına karşı çıkanların gerçek amacı, Halkı inanç açısından da cahil bırakarak inançlarını sömürmek ve kandırmaktır.
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olamıyoruz, kandırılıyoruz.
81inci kuruluş yıl dönümünü kutladığımız Köy Enstitülerinin kuruluş nedeni, bilgili ve bilinçli yurttaşlar yetiştirmek idi…
Kapatılma gerekçesi ise sormayan, sorgulamayan, kandırılabilen cahil insanlar olarak kalmamız içindi…
Sözümüzü,
Saygı ve özlemle andığım Timur Selçuk’un görüşü ile tamamlayalım;
“Ahlaklı İnsan’ı, Ahlaklı Yurttaş’ı” en üste koydum.
Bütün ahlaklı insanlar, bütün ahlaklı yurttaşlar kardeştirler, dedim.
Üreten, paylaşan, zulme sessiz kalmayan, zalime boyun eğmeyen...”