Filozof Herakleitos 2 bin 500 yıl önce söylemiş, ''her şey değişir, değişmeyen tek şey değişimin kendisidir''
İnsanlık tarihi değişimden yana olanlarla var olanı korumak isteyenler arasında yaşanan mücadelelerle doludur. Mücadelenin nedeni ise güce sahip olmak, güçlü olmak isteğidir.
Nietzsche’nin tanımıyla güçlü olmak, evrenin her türlü devinimindeki en temel istençtir.
İnsanın doğasında var olan, başkaları karşısında güçlü ve üstün olmak isteği.
İnsan ya tek başına ya da bir grup halinde gücün sahibi olmak ister.
Kendini üstün gören güç sahibi kişi/kişiler hırslıdırlar ve egoları yüksektir. Bulundukları toplumu kendi kuralları ile yönetecek şekilde bir düzen kurarlar.
İşte bu noktada bir yol ayrımına geliniyor.
Güç sahibi olan(lar),
- Ya kendi isteği, beklentisi ve hedefi doğrultusunda,
- Ya da bulunduğu toplumun istekleri, beklentileri ve ortak hedefi doğrultusunda bir düzen kurar.
Kurulan düzenin niteliği, uygulamaları ve sonuçları güç sahibi olanla toplum arasında ya birlikteliğe ya da mücadeleye ve çatışmaya neden olur.
Güç sahibi olan(lar)la toplum arasındaki ilişkiler temelinde tarihe baktığımızda, mücadele ve çatışmaların çok daha fazla olduğunu, hatta savaşlara bile neden olduğunu görüyoruz.
*****
Gelelim bize ve günümüze.
- Değiştik, milli görüş gömleğini çıkarttık diyerek değişimin gücünü kullanan RTE ve arkadaşları,
- Hukuk ve ekonomi gibi iki önemli alanı vurgulayan Adalet ve Kalkınma adıyla kurdukları bir siyasi partiyle,
- Dürüstlüğü ve aydınlığı tanımlayan “AK” kısaltmasını kullanarak,
- “Yokluğu, yoksulluğu ve yasakları yok edeceğiz” diye söz vererek,
- “Sizlerden biriyiz, mağdurdan yanayız” söylemiyle propaganda yaparak,
- Türkiye Cumhuriyetini yönetmek için halktan destek istediler.
- Aldıkları destekle de (03. 10. 2002) iktidara geldiler ve devletin gücünü kullanmaya başladılar.
19 yıllık iktidar sürecinin sonunda bugün RTE-AKP’nin söylemlerine, uygulamalarına ve hedeflerine baktığımızda büyük bir “değişim” içinde olduklarını görüyoruz.
Değişimin amacını ve yönünü görmek için çok ayrıntıya girmeden kuruluş sürecinde kullandıkları kavramlara, söylemlere ve halka verdikleri sözlere bakmak gerekiyor.
- Adalet; önce simgesi olan kadının gözleri açıldı, ardından terazinin dengesi bozuldu en sonunda da cüppeler düğmelendi…
- Kalkınma; ekonomideki uygulamalarla milletin olan devletin tüm kaynakları nalıncı keseri anlayışıyla “hep bana, hep bana” kullanıldı. Kiralık bir evde, bir alyansla çıkılan yolda bugün saraylarda yaşacak ve dünyanın en zengin 10 devlet insanının arasına girecek kadar kalkınmada büyük bir başarı sağlandı.
- AK; Bu koşullarda eğitimden sağlığa, tarımdan sanayiye… yaşamın her alanında bütün renkler aynı hızla kirlenirken birincilik beyaza verildi.
- Yokluk, Yoksulluk, Yasaklar mı? Hepsi bir arada ve gittikçe artan oranlarda Halkın payına düşen “zenginlikler” oldu.
- Bir de dünyanın kıskandığı ülkenin yurttaşları olarak mutlu olunması, gurur duyulması ve iktidarın alkışlanması gerektiği, yapmayanların ise hain ve terörist olduğu söylendi.
*****
Bu ahval şerait altında bir yandan “ne olacak memleketin hali” diye düşünürken…
Bir yandan da Korona virüsten kaçmaya çalışırken…
Ve eve ekmek götürebilmenin çarelerini ararken…
Hukuk ve ekonomi alanlarında reform yapılacağı müjdesi ile sarsıldık.
Daha ne oluyor bile diyemeden gündeme Anayasa değişikliği de eklenince…
Ardından da milli görüş gömleği yeniden giyilmeye kalkılınca…
Değişimden ne anladıklarını ve neyi amaçladıklarını anlamanın karmaşasına boğulduk.
Tam bu sırada, (03.02.2020) AKP Bilecik İl kongresinde asılan bir pankart konuya bir ölçüde de olsa açıklık getirir gibi oldu.
“Bir akıl gelecek ki, akıllar delirecek ve bir devrim, evvela devrimi devirecek.”
Üç gün sonra Cumhuriyetin Valisi (06.02.2020) Kurtuluş Savaşımızda işgal devletleri için çalışan bir vatan haininin mezarının başında fotoğraf veriyor ve bunu normal karşılayabiliyor.
Böylesi ihanetler karşısında,
Cumhuriyet Devrimi ile kurulan Türkiye Devletini tek başına yöneten Cumhurbaşkanı’ndan,
Cumhuriyeti ilan eden TBMM’nin Başkanı’ndan,
En küçük aykırı sese karşı gürleyen Bakanlardan,
Cumhuriyetin Savcılarından,
Tek bir itiraz veya kınama duyulmadı, yasal süreç başlatılmadı, soruşturma açılmadı.
*****
Yaşanılanlar gösteriyor ki;
Değişim diye yola çıkan…
Halkın yaşam koşullarını her geçen gün daha kötüye doğru değiştiren…
Devletin tüm yapısını, kurumlarını ve kurallarını değiştiren…
Parlamenter demokrasiye dayalı yönetim şeklini değiştiren…
RTE-AKP’nin 19 yılın sonunda saklanamayan amacı;
Türkiye Cumhuriyeti’nin “Demokratik Laik Sosyal Hukuk Devleti” niteliğini değiştirmek ve Türkiye’ye sorgusuz sualsiz tek başlarına egemen olmaktır.
Ancak, güç zehirlenmesine uğrayan RTE-AKP’nin göz ardı ettiği bir takım gerçekler var.
- Türkiye Cumhuriyeti, kurucu iradenin sahibi olan TBMM tarafından tek adam yönetimi olan saltanatın kaldırılarak Halkın yönetimi olan Demokratik Cumhuriyet’in ilan edilmesi ile kurulmuş bir Devlettir.
- Bugün Türkiye Cumhuriyetini Halk adına yönetenler TBMM’de “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” ilkesinin önünde ettikleri yeminin her kelimesine bağlı kalmakla yükümlüdürler.
- Kurucu iradeyi yok sayarak Cumhuriyet Devrimini devirmeye kalkmak Türkiye Cumhuriyetine ihanet etmek demektir.
Kişisel çıkarları uğruna “değişim” diye Halkı kandıranlar ve karanlıklara taşıyanlar tarihin karanlık sayfalarında yer almışlardır.
“Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır” diyen kurucu önder Mustafa Kemal Atatürk’ü örnek alanlar ise Halkın gönlünde ve tarihin aydınlık sayfalarında hep var olacaklardır.
08.02.2020
M. Tevfik KIZGINKAYA