Cumhuriyetin Dönüşümü 24 Ocak ve 12 Eylül

Tevfik Kızgınkaya

70’li yıllar 12 Mart’la başlayıp 12 Eylül’le biten kaosun yaşandığı yıllardır. Liberalizmin Cumhuriyetle kavgasının zirveye ulaştığı bu yıllar, Lord Curzon’un Lozan’da cebine koyduklarını çıkardığı bir dönem.

Korkut Boratav 1960’dan 1980’e kadar olan bu dönemde yaşanılanları “…1976’yı izleyen üç yıl emekçi ve egemen sınıflar arasındaki bölüşüm çekişmesinin siyasal ve sosyal dengeleri temelinden sarsacak derecede gerginleştiği bir alt-dönemdir” şeklinde özetlemektedir.

Cumhuriyetimize yönelik saldırılara karşı ayağa kalkan 68 Kuşağını 12 Mart askeri müdahalesi ile kıran liberalizm-emperyalizm, 12 Eylül’de de tankları 78 Kuşağının üstüne sürmüştü.

Üniversite yıllarımı kapsayan bu dönemde kuşağımın idealleri ve düşünceleri ile Milliyetçi Cephenin (AP, MSP, MHP) desteklediği faşist saldırılar ve “kaynağı belirsiz” yaşanan daha doğrusu yaşatılan olaylar ve sonrasında 12 Eylül’le ortaya çıkan gerçekler Türkiye Cumhuriyetinin nasıl bir geleceğe doğru sürüklendiğini göstermektedir.

Türkiye’nin iki genç kuşağının neden ve nasıl yok edildiği sanırım bugün daha açık bir şekilde görülmektedir ama kayıplarımız ve yitirdiğimiz değerler büyük oldu.

*

Her gün Türkiye’nin dört bir köşesinden gelen ölüm haberlerinden, çatışmalardan, şiddet ve terör ortamından yılgınlaşan Halkın karşısına kurtarıcı olarak TSK çıktı ve 12 Eylül 1980’de ülkemizin yönetimine el koydu ve bütün yurtta sıkıyönetim ilan edildi. 

Türkiye’yi kan gölüne çeviren bu çatışma ortamının bitmesini kim istemezdi ki?

Akıllara gelmeyen bir soruyu sormaksızın herkes sustu, hatta alkışlarla karşıladı, 12 Eylül askeri darbesini.

Ne olmuştu da, 11 Eylül’ün çatışmalarla, terörle, şiddetle, ölümlerle dolu karanlık günü bir anda bitmiş ve Türkiye 12 Eylül’de güneşli ve sakin bir güne başlamıştı?

Bu sorunun yanıtı, üzerinden geçen 41 yıl sonra bile verilememiş ve Türkiye’yi askeri darbeye götüren ve binlerce insanımızın yaşamını yitirmesine neden olan sürecin aktörleri-failleri ortaya çıkarılmamıştır.

*

80 öncesi kurgulanan bu oyunun perde arkasına bakalım.

CHP iktidarı döneminde artan siyasi istikrarsızlığın ve ekonomide yaşanan durgunluğun yarattığı belirsizlik ortamı, toplumsal ayrışmanın tetiklediği çatışmalar ve şiddet olayları aslında Türkiye’nin farklı bir zemine doğru kaydırıldığının işaretleriydi.

Bu süreçte TÜSİAD’ın yayınladığı raporda zorunlu gördüğü bu önlemler, IMF ve Dünya Bankası’nın istekleriyle çakışıyordu.

“Ücretlerin sınırlanması, devalüasyon yapılması, ihracata yönelik teşviklerin arttırılması, faizlerin yükseltilmesi, ekonomideki devlet kontrolünün azaltılması, kamu kesiminin Merkez Bankası kaynaklarından finanse edilmesi uygulamasının sınırlanması, başta enerji olmak üzere altyapı yatırımlarına ağırlık verilmesi…”

TÜSİAD’ın raporundaki bir ifade dikkat çekicidir.

“Demokrasi başkasının parasıyla yaşayamaz… Batılılar Türkiye’deki demokrasinin faturasını ödemeye hazır olmadıklarını söylüyorlar.”

Bu ifade TÜSİAD’ın demokrasiyi çözüm olarak görmeyişinin bir ifadesidir ve gerçekte ne istediğini söylüyordu; “Güçlü Devlet.”

Daha 1977 seçimleri öncesinde sermayenin beklentileri hakkında İsmail Cem’in saptaması aslında yakın gelecekte olacakların habercisi gibidir. “… büyük sermaye açısından temel tercih şu ya da bu parti arasında olmaktan çok, demokrasi ile ‘güdümlü demokrasi’ arasındaydı.”

Büyük sermaye, güvencesini askeri bürokrasinin üst kademelerinde aramak eğilimindeydi.

Bu dönemde TÜSİAD, Ecevit Hükümetinin ekonomik politikalarına karşı çıkışı ile siyasete direk müdahale etmiştir.

İlki 13 Mayıs 1979’da olmak üzere 4 farklı ilanı bir ay içinde 7 gazete ve bir haftalık dergide toplam 24 defa yayınlatmıştır.

*

Türkiye 12 Eylül askeri darbesine doğru sürüklenirken Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal siyasi kargaşa ve toplumsal olayların arkasında kalan ekonomi için yeni bir istikrar programı hazırlamaktadır. 1980’in başında ilginç bir gelişme yaşanır.

“…Turgut Özal hazırladığı ekonomik programı 8 Ocak 1980’de Genel Kurmay’a gidip komuta heyetine ayrıntılı bir şekilde sunmuş ve takdirlerini kazanmıştır. Hatta Özal kararlar açıklandıktan sonra da Mart 1980’de Genelkurmay’da bir brifing daha vermiş ve bu kez alınan önemleri ayrıntılarıyla anlatmış ve yine takdir toplamıştır.

Dikkat çekici olan, Özal’ın Bakanlar Kurulunu istikrar programı hakkında bilgilendirmezken Genel Kurmay’ı iki kez bilgilendirmek için kendisinin girişimde bulunması ve kabul görmesidir. Böylece, daha en başından askerlerin bu önlemler konusunda desteğini almıştır.

24 Ocak Kararlarının neler olduğuna ana hatlarıyla bakalım;

  • Sürekli devalüasyon yapılmış ve günlük döviz kuru uygulamasına geçilmiş,
  • Devletin ekonomideki payını küçülten önlemler alınmış, KİT ürünlerinin fiyatları serbest bırakılmış, ara mallarında sübvansiyonlar kaldırılmış,
  • Tarım ürünlerinde destekleme alımları sınırlandırılmış, gübre, enerji ve ulaştırma dışında sübvansiyonlar kaldırılmış,
  • Dış ticaret serbestleştirilmiş, yabancı sermaye yatırımları teşvik edilmiş, kar transferlerine kolaylık sağlanmış,
  • Yurt dışı müteahhitlik hizmetleri desteklenmiş,
  • İthalat kademeli olarak libere edilmiş, ihracat; vergi iadesi, düşük faizli kredi, imalatçı ihracatçılara ithal girdide gümrük muafiyeti, sektörlere göre farklılaşan teşvik sistemi ile desteklenmiş…

Bu kararlarla Türkiye “serbest piyasa ekonomisi” modeline geçmiştir.

Korkut Boratav “Bu modelin bölüşüm ilişkileri bakımından belirleyici özelliği genel olarak sermaye ile genel olarak emek, yani geniş anlamda burjuvazi ile emekçi sınıflar arasındaki temel çelişkiyi sistemli olarak emek aleyhinde denetlemeye ve düzenlemeye kalkışması olmuştur.”

İktidarı ve Türkiye’nin kaynaklarını bırakmak istemeyen sermayenin ve emperyalizmin Devletçilik İlkesi özelinde “karma ekonomik modele” karşı 1945’de başlattığı saldırı, 24 Ocak kararlarıyla başarıya ulaşmıştır.

1945’de, 1950’lerde olduğu gibi yine Cumhuriyetin köye girmemesi, işçinin örgütlenmemesi, halkın yoksulluktan kurtulmaması ve bilinçlenmemesi için bir anlamda savaş verdiler.

Savaşın içinde kendisi var mıydı?

Hayır, yoktu. Sermaye savaşa girmez, taşeron kullanır. Birilerine bedelini öder ve kendi adına savaşa sokar.

Çatıştırdıkları gençlerin içinde sermayenin çocukları var mıydı?

Hayır yoktu. Hepsi dar gelirli ailelerin çocuklarıydı…

70’li yılları karanlığa boğan olaylar, üniversite gençliğinin arasında yaşanan sağ-sol çatışmasının çok ötesinde büyük çoğunluğu faili meçhul olarak kalan cinayetlere ve katliamlara dönüşmüştür.

Çekilen tetiklerle, atılan bombalarla gençlerimizi, aydınlarımızı, insanlarımızı yitirdik…

68 Kuşağına karşı 6. Filoyu savunan ve saldıran Akıncı gençler bu çatışmaların içine girmediler, ayakta kaldılar ve bugün iktidarda Türkiye’yi yönetiyorlar.

Paul Henze’nin ABD Başkanı Jimy Carter’a büyük bir sevinçle “bizim çocuklar başardı” sözü 24 Ocak’ın ve 12 Eylül’ün arkasında kimin olduğunu göstermektedir.

Bugün;

41 yıl önce kurguladığı şekilde,

Ülkemizin ekonomisi 24 Ocak kararlarıyla ve 12 Eylül’ün yarattığı siyasi anlayışla yönetilmektedir.

Hedefleri ortaktır,1923 Cumhuriyeti.

“Milletin Bağımsızlığını ve Geleceğini,

Yine Milletin Azim ve Kararı Kurtaracaktır.”