Memleketin hali konuşulurken eninde sonunda söz dönüp dolaşır ve bir suçlu bulunur.
“Bu halktan adam olmaz”, “Bu millet müstahak”
Neden diye sorunca,
“Bu iktidarı onlar seçti.”
“Bu kadar sıkıntıya ve yokluğa rağmen hala iktidarın peşindeler…” gibi yanıtlar gelir.
İtiraz etsen de fark etmez,
Kendisini sorumluluktan kurtarmanın kolay yolu bulunmuştur.
Suçlu Halk.
Geçen günlerde bir arkadaşım bu içerikte bir yazıyı paylaşmış.
Yazının sonunda benzer bir sonuç.
“…ama halk ne kandırılmış garibanlar ne de senin onları sandığın kadar masumlar.”
*
Bugüne kadar katıldığım yüzlerce söyleşi, panel veya benzeri toplantıda iki kavramın suçlu ilan edilmesine hep karşı çıktım.
- Halk, Millet, Ulus
- Devlet.
Halk, Millet veya Ulus, (terminolojik tartışmaya girmeden) aynı ülkede yaşayan ve o ülkenin yurttaşı olan insan topluluğu.
Devlet, toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal örgütlü bir ulusun oluşturduğu tüzel varlık.
Yolda yürüyen yurttaştan, devleti temsil eden cumhurbaşkanına kadar hepimiz devlet denen varlığı oluşturuyoruz, yani bizleriz.
Gelelim suçlamalara.
“Devlet katil”, “Devlet hırsız”, “Devlet faşist” …
Bu suçlamaları yapanlara, “Devleti sen yönetsen katil ya da hırsız ya da faşist olmasına izin verir misin” sorusuna bugüne kadar yanıt alamadım.
Halk olarak Devleti yani bizleri yönetmesi için seçtiğimiz, görevlendirdiğimiz siyasi kişilerin ve “Devlet görevlisi” kimlikli senin benim gibi insanların, yurttaşların yaptığı hukuksuzlukları, cinayetleri, hırsızlıkları, yanlışlıkları… “Devlet” kavramına yükleyerek ve suçlayarak asıl suçlu olan insanları “ak”lamış olmuyor musunuz?
Burada sorun, Devleti yani Ülkeyi yani Halkı, Milleti yönetme isteği, iradesi ve kararlılığı göstermek yerine eleştirerek siyaset yapmanın kolaycılığına kaçılmasıdır.
*
Her sorunun nedeni ve sorumlusu olarak Halkı, Milleti görmek ve “suçlu” sandalyesine oturtmak da kolaycılığın bir başka şeklidir.
Halk, yani içinde kendimizin de bulunduğu insan topluluğu suçlu, bir tek kendimiz suçsuz!
Düşünmek ve nedenini bulmak yerine başkalarını, Halkı, Milleti suçlamak…
Bir gerçekten yola çıkalım ve sorgulayalım.
“Her insan kendisini besleyenden yanadır.”
Burada karşımıza iki soru çıkıyor;
- Kim besliyor?
- Ne ile besliyor?
Aklınıza hemen para ve yardım paketleri gelmiş olabilir.
İşte sorunda burada.
Ülkeyi, Devleti yani Halkı yani bizleri yönetmeleri için seçtiklerimiz,
Ülkenin, Devletin, Halkın yani bizim olan kaynakları, varlıkları ve vergilerimizle oluşan Devletin (Bizim) hazinesini,
- Kimin, kimlerin çıkarına, yararına kullanıyorlar?
- Kimlerin yaşamsal sorunlarının çözülmesi ve daha iyi koşullarda yaşaması için harcıyorlar?
Bu iki sorunun yanıtını bulabilmek için,
Geçmişten bu yana kimlerin iktidar olduğuna ve neler yaptıklarına bakmak gerekiyor.
*
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulduğu yıllar,
Çok değil 98 yıl önce
Türkiye Halkının %88’i köylerde (40 bin)
Esaret, cehalet ve sefalet içinde yaşıyordu.
Cumhuriyetin kurucu iradesi esaretten Kurtuluş Savaşı ile kurtuluşun ardından
Cehalete karşı “toplu eğitim seferberliği”,
Sefalete karşı “toplu kalkınma hamlesi” başlattı.
Amaç, Cumhuriyet aydınlanmasını ve ekonomisini köylere taşımak,
Halkı cehaletten ve sefaletten kurtarmaktı.
*
Millet Mektepleriyle okuma yazma seferberliği,
Dil Devrimiyle latin harflerine geçiş ve akla ve bilime dayalı laik eğitim sürecinin başlatılması,
Üniversitelerden Köy Enstitülerine doğru uzanan eğitimin tüm yurda yayılması,
Halkın aydınlanması ve insanların bilinçli yurttaş kimliğini kazandırılması süreci…
Cumhuriyetin eğitim alanında köye girmesi hedefi.
*
Fabrikalarla, üretim tesisleriyle başlatılan sanayileşme süreci,
Tohumu, gübreyi, ilacı kendimizin üreteceği tesislerin, çiftliklerin kurulması,
Makinalı çağdaş tarımsal üretime geçilmesi,
Köylüye eğitimle çiftçi kimliğinin kazandırılması
Toprak Kanunu (Reformu) ile topraksız köylünün toprak sahibi yapılması süreci…
Cumhuriyetin ekonomi alanında köye girmesi hedefi.
*
Halka eğitimi ve ekonomiyi sunan Cumhuriyete,
Halkın yanıtı 10. Yıl Marşının dizlerinde yazılıdır.
*
Köy Enstitülerinin kapatılması…
Akla ve bilime dayalı laik eğitimin bırakılması…
Toprak Reformunun uygulanmaması…
Eğitimin ve ekonominin köylere sokulmaması,
Halkın aydınlanmadan ve kalkınmadan yoksun bırakılması ile başlayan
1945’lerden bugünlere kadar uzanan 76 yıllık süreçte,
Halka verilen yine cehaletin karanlığı, sefaletin yoksulluğu oldu.
*
76 yılda,
Demokratik Sol, Sosyal Demokrat partiler,
3 yıl 11 ay tek başına olmak üzere koalisyonlarla toplam 17 yıl 5 ay 17 gün iktidar oldular.
Geriye kalan 58 yıl 7 ay 13 gün Türkiye Cumhuriyeti’ni sağ siyasi partiler yönettiler.
76 yıl içinde,
1974 de 9 ay 21 gün,
1977 – 1979 döneminde 23 ay 7 gün koalisyonlarla iktidar olan CHP’nin “toprak işleyenin, su kullananın” politikasının ötesinde,
Halka verilen yokluk, yoksulluk ve cehalete,
Halkın yanıtı, bugünkü 19 yıllık RTE-AKP iktidarıdır.
*
Şimdi dönelim başa ve soralım,
Halkı,
- Kimler beslemiş?
- Ne ile beslemişler?
Halkın beynine eğitimle bilgiyi, karnına ekonomiyle besini sunan
Cumhuriyetin ilkelerini ve politikalarını terk eden
Sağ siyasi iktidarların yarattığı bu tablo karşısında bir kez daha soralım;
Bütün Suç Halkın Mı?
Yoksa, 59 yıldır Devleti yöneten ve Halkı karanlığa sokan sağ siyasi iktidarların mı?
*
Halkı suçlamanın kolaycılığından vazgeçelim.
Anlayış ve politikalar değişmedikçe iktidarların değişmesi çözüm değildir.
Çözüm;
Siyasete soldan, toplumcu pencereden bakan,
Cumhuriyetin ilkeleriyle barışık,
Halktan ve emekten yana politikalar ortaya koyan ve uygulayan siyasi iktidardadır.