Yıl 2005... Aylardan Mayıs... Ayın 25'inci günü...
ECEVİT: KIBRIS SORUNU 1974'DE ÇÖZÜLDÜ
*
KKTC’nin Birinci Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, eski Başbakan Bülent Ecevit’i Oran’daki konutunda ziyaret etti. Ecevit, Denktaş’ı konutun kapısında karşıladı. Denktaş ve Ecevit, görüşmenin ardından Devlet Konukevi’ne gittiler.
Ecevit’in başkanlığını yürüttüğü ve Denktaş’ın da katıldığı Ulusal Uzmanlar Grubu, Ankara Devlet Konukevi’nde toplandı. Toplantının açılışında konuşan Ecevit, “Kıbrıs sorunu, benim görüşüme göre 1974 yılında çözülmüştür” dedi.
Ecevit, Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonraki yaklaşık 30 yıllık (şimdi 50 yıl oldu) dönemde, Türkiye ve KKTC’de daha önce görülmedik ölçüde özgürlük, barış, refah ve huzurun sağlandığını, bu durumun da sorunun o zaman çözüldüğünün göstergesi olduğunu söyledi.
Bu bakımdan, bazı yabancı çevrelerin, Türkiye’deki bazı yazar ve çizerlerin, bazı devlet adamlarının Kıbrıs sorununun çözümü gereğinden bahsetmelerini yadırgadığını anlatan Ecevit, “Eğer Türkiye’de yönetimin başında bulunanlar, Türk ulusunun gücünü yeterince biliyorlarsa hiçbir baskıya boyun eğmeleri mümkün değildir” diye konuştu.
Ecevit, AB yetkililerinden gelen bazı açıklamalara eleştiriler yönelterek, “Türk milletinin çok güçlü bir millet olduğunu ve önündeki bütün engelleri aşacak gücü bulunduğunu” vurguladı. Ecevit, Denktaş’ın Türk ulusuna yaptığı katkıları överek, “kendisini sadece KKTC’nin lideri olarak değil, Türkiye’nin de lideri olarak selamlamaktan kıvanç duyduklarını” kaydetti.
TEHLİKE DEVAM EDİYOR
Denktaş da konuşmasında, “Eğer 1974’te Ecevit Hükümeti’nin Barış Harekâtı olmasaydı, bugün Kıbrıs’ta tek bir Türk bulamayacaktınız. Orada 70 bin şehidin bilinmeyen, görünmeyen mezarları üzerinde Yunan bayrağı dalgalanacak ve Türkiye denizlere açık bir ülke olmaktan çıkacaktı. Bugün Kıbrıs, Girit gibi bir Yunan adası olacaktı” dedi. Bu tehlikenin bugün hâlâ devam ettiğini belirten Denktaş, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Eğer Türk tarafı hâlâ Annan Planı’nın peşinde koşarsa, ‘Taraflardan biri (hayır) dediği takdirde ben yokum diyen’ ve bu şekilde oylanmış olan Annan Planı hâlâ masaya getirilirse karşılaşacağımız durum şudur: Biz evet demek suretiyle pazarlık gücümüzü bir çizgide tutuyoruz. Bunun ötesinde pazarlık yapamayız ve maalesef dost bildiğimiz Weston, De Soto, ABD, AB, bizim ‘evet’imizi hiç hakları olmadığı takdirde yorumlamışlardır ve demişler ki; ‘Evet demek suretiyle siz ayrı egemenlik, ayrı bağımsızlık, iki halktan biri olma gibi ilkeleri istemiyorsunuz, bütünleşme istiyorsunuz.’ Türkiye’ye de bir çağrıda bulunuyorlar; ‘Kıbrıs Türkleri’ni bu çizginin altında tut, üzerine çıkarma.’
Rum tarafı ‘hayır’ demek suretiyle hem kendisine ABD ve İngiltere’nin zamanında Sovyetler’le birlikte bağışladığı meşru Kıbrıs hükümeti sahte unvanına sahip çıkmaya devam etmiştir, hem de pazarlık kozunu elinde tutmuştur. Ve şimdi muazzam bir pazarlığa girişmiştir.
‘Hayır diyenler cezalandırılacaktır’ denmişti, ama mükafatlandırılmaktadırlar. AB üyesidirler, pazarlık hakları tanınmaktadır. Ve Kıbrıs Türkleri’ne evet denmesi hâlinde vaat edilen ne varsa, ‘Kıbrıs üyemiz, müsaade etmiyor ne yapalım, bunları yumuşatmak için asker çekiniz, Maraş’ı Rumlar’a iade ediniz, Mağusa Limanı’nı AB’ye teslim ediniz, daha da kapıları açınız, Rumlar’ın mallarını iade etmeye başlayınız’ gibi baskılarla karşı karşıyayız.”
PAZARLIK YAPILMALI
“Bu dengesizlik içinde masaya oturmanın teslimiyet demek olduğunu” kaydeden Denktaş, “eğer yeniden masaya oturulacaksa, bunun pazarlığının masaya oturulmadan önce yapılması gerektiğini” vurguladı.
Denktaş, mal-mülk meselesinin de topyekün halledilmesi gerektiğini belirterek, “bu meselenin, bireylere bırakılması durumunda yüzyıl daha süreceği ve kavgalar, kan dökümüne kadar varacağı, Kıbrıs meselesinin yine alevleneceği” uyarısında bulundu. Denktaş, “Rum’un da beklediği budur. Türkiye’yi adadan çıkardıktan sonra yapacağını yapacaktır, şimdiden zeminin hazırlamaktadır” diye konuştu.
ABD ve AB’yi Kıbrıs meselesine doğru teşhis koymamakla eleştiren Denktaş, “Hâlâ Kıbrıs’a tek Kıbrıs olarak bakıyorlar, tek halk, tek hükümet görüyorlar. Gözlüklerini değiştirmezlerse Kıbrıs meselesi halledilemez” dedi.
Basının da gerçekleri yazmasının çok önemli olduğunu ifade eden Denktaş, Ankara Anlaşması Uyum Protokolü’nün imzalanması konusunda da, “Türkiye imzalarsa, KKTC ortadan kalkar mı? Türkiye’nin kendi görüş ve siyaseti çerçevesinde yapacağı Türkiye’yi ilgilendirir, ama kimse Türkiye’nin yaptığı ve yapacağı bir eylemi, bir icraatı KKTC ortadan kalkmıştır diye yorumlamasın” ifadesini kullandı.
Kendisini “uzlaşmaz” diye eleştirenlere atıfta bulunan Denktaş, “Uzlaşmazlığımız, bağımsızlığımız ve egemenliğimize, Türkiye’nin Kıbrıs’taki haklarına sahip çıkmaktan kaynaklanmaktadır. Bunlardan vazgeçersek sırtımız okşanacak, yanaklarımız öpülecek, Arafat’a verildiği gibi devlet adamlığı madalyası verilecek, ama kan gövdeyi götürecektir” dedi.
Türkiye’yi Kıbrıs’taki haklı davasından çekmek için AB’nin vesile olarak kullanıldığını, Rumlar’ın AB’ye başvurusunun nedeninin de bu olduğunu ifade eden Denktaş, kalıcı bir barış istediklerini ve kalıcı bir anlaşmanın, egemenliğe, bağımsızlığa dayalı olması hâlinde kalıcı olacağını belirtti. Denktaş, şöyle devam etti:
“ABD ve İngiltere, Rumlar’a şunu söylemeli: (Siz bütün Kıbrıs’ın meşru hükümeti değilsiniz ve olmayacaksınız. Bu insanlar bağımsızlık ve egemenlik andı içtiler, geliniz akıllıca bir konfederasyon kurunuz, iki devlete dayalı konfederasyon, AB’ye bu şekilde girmeyi kendiniz ayarlayınız).”
TÜRKİYE İLE ENTEGRASYON
Denktaş, KKTC’nin Türkiye ile entegrasyonunun bir dönem olduğu gibi artık neden alternatif olarak görülmediği yönündeki bir soru üzerine de şunları söyledi:
“Masaya oturduğunuzda, karşınızdaki, bir yere varılmadığı, anlaşma olmadığı takdirde boşta kalacağınızı ve bir alternatifiniz, seçeneğiniz olmadığını görürse, tabiatıyla sizi mahkûm eder ve çok zayıf durumda oturursunuz. Biz masaya oturduğumuzda Sayın Ecevit’in alternatifi vardı: ‘Eğer AB, Rumlar’ı Kıbrıs diye alırsa, o zaman Türkiye ile entegrasyon olur.’ Dışişleri’nde, müdafaada birlik, içeride özgürlük, özerklik.
Bu pazarlık gücünü artıran bir şeydi, şimdi böyle bir pazarlık gücümüz yok, böyle bir alternatif yok, ben bunu görüyorum. Kıbrıs yüzünden Türkiye’nin taşıyamayacağı bir yükü yüklenmesini biz istemiyoruz, ama ‘Kıbrıs yüktür, Kıbrıs kamburdur’ diyenlerin de bu sözlerini asla kabul etmiyoruz.
Kıbrıs, Türkiye’nin üzerinde kambur değildir, müdafaa hakkının da son çizgisidir. Denizlere açılabilmesinin son kalesidir. Bunları kambur diye addetmek, Türk milletinin stratejik durumunu bilmemek ve aynı zamanda dünyanın durumunu bilmemek demektir.”
(Açık Gazete)