Refah Partisi ve DYP Refahyol Hükûmeti 8 Temmuz 1996'da TBMM'de yapılan oylamada güvenoyu alınca Necmettin Erbakan başbakan, Tansu Çiller'de başbakan yardımcısı oldu.
Koalisyonun kurulmasından sonra Erbakan'ın şeriatçı yaklaşımları laikliğe ve cumhuriyete karşı olan Partisinin milletvekilleri, illerinin ilçelerinin teşkilatlarındaki yöneticilerinin, üyelerinin, Atatürk'e hakaretleri, şeriat eylemleri, halkta endişe ve tepkilere neden oldu ve bu durum büyük bir karşıt kamuoyu oluşturdu.
Erbakan, 3 Kasım 1996'da da Susurluk'ta meydana gelen trafik kazasından sonra tartışılan mafya-siyasetçi-polis ilişkileri için bu gün hala çok konuşulan "Bunlar faso fiso." cümlesini kurdu.
O günün trafik kazasını, bu günün Sedat Pekeri olarak görmek mümkün.
Olaya tepki olarak yurt çapında başlatılan "Aydınlık için Bir Dakika Karanlık" eylemine katılanlar için ise "Gulu gulu dansı yapıyorlar." dedi.
Erbakan'ın Adalet Bakanı Refah Partili Şevket Kazan da bu eyleme katılanlara, "Bunlar mumsöndü oynuyorlar." diyerek özellikle alevilerin ve halkın büyük tepkisine neden oldu.
10 Kasım 1996'da İkinci Zırhlı Tugay Komutanı Tuğgeneral Doğu Silahçıoğlu, İstanbul Sultanbeyli'de ilçe meydanına Atatürk heykeli dikti, caddenin de adını değiştirince , Refah Partili Belediye Başkanı Ali Nabi Koçak, Silahçıoğlu hakkında suç duyurusunda bulundu.
Bu da cumhuriyet tarihinde askere açılan ilk dava olması nedeniyle çok önemlidir.
Önce Refah Partisinin Rize milletvekili Şevki Yılmaz'ın
"Ben Hizbullah'ım ve Hizbullah olmaktan da şeref duyuyorum!"
"Ama muvaffak olamadık, önümüze kanun çıktı. Bu pezevenklerin oluşturduğu Türk parlamentosundan... '' konuşmaları yayın organlarınca kamuoyuyla paylaşıldı. Bu kabul edilemez konuşmaların arkası kesilmedi.
Erbakan, 11 Ocak 1997'de resmî başbakanlık konutunda Davetli listesinde Fethullah Gülen teröristinin de yer aldığı tarikat liderleri ve şeyhlere iftar yemeği verdi. Davetli listesinde yer almasına rağmen Fethullah Gülen iftar yemeğine katılmadı.
Görüntüler kamuoyunda geniş yer buldu, muhalefet partileri ve Türk Silahlı Kuvvetlerinde tepkiye neden oldu ve komuta kademesi, Başbakan Erbakan ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller'i eleştirdi.
Yüksek rütbeli subaylar 22 Ocak 1997 tarihinde Gölcük'te toplanarak irticanın iktidarda olduğunu tartıştılar.
İran Büyükelçisininde katıldığı Ramazan ayının son günü Sincan Belediyesi tarafından bir etkinlik organize edildi; Hamas ve Hizbullah terör örgütlerinin bayrakları ve liderlerinin portrelerinin asıldığı etkinlikte İran Büyükelçisi İran Şeriat rejimini öven, laik Türk Cumhuriyetine hakaret eden bir de konuşma yaptı.
Sincan'da düzenlenen şeriatçı gece için 28 Şubat sürecinin dönüm noktalarından biridir diyebiliriz, çünkü Ankara'nın Sincan ilçesinde Genelkurmay tarafından tanklar bu gecenin sabahında yürütüldü.
30 Ocak 1997'de RP'li Sincan Belediyesi'nin Kudüs gecesi etkinliği, medyada 'irtica hortluyor' şeklinde haklı bir biçimde yer buldu.
Necmettin Erbakan Başbakanlığındaki hükümetin tepkisi sert olunca, Genelkurmay olayın altı ayda bir yapılan normal eğitim faaliyeti olduğunu iddia etti ancak Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Çevik Bir'in "Demokrasiye balans ayarı yaptık." açıklaması bu iddiayı havada bıraktı.
Olayın ardından İran Büyükelçisi ve İran İstanbul Başkonsolosu hızla Türkiye’den ayrıldı.
Bekir Yıldız ve görev alan belediye çalışanları hakkında hem Cumhuriyet Başsavcılığınca, hem de DGM Başsavcılığınca “Hizbullah Terör Örgütü üyeliği”, “Yardım ve yataklık” suçlarından iki ayrı adli soruşturma da başlatıldı.
Daha sonra her ne kadar fetö terör örgütü Ergenekon Balyoz kumpaslarıyla Türkiye Cumhuriyeti rejimine sahip çıkanları, şeriatçıları yargılayanları, tutuklattıysa da, o gün için Türkiye Cumhuriyeti rejimi korunmuştu.
Laik düzenin korunmasını" isteyen Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 4 Şubat 1997'de Başbakan Erbakan'a uyarı mektubu gönderdi.
1 Şubat'ta Ankara'da "Şeriata Karşı Kadın Yürüyüşü" yapıldı.
Şeriat en çok kadınları vurduğu için bu gün Afganistandaki kadınların yaptığı gibi o günde Türk kadınları sokaktaydı.
23 Şubat 1997'de Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya, "İrtica, PKK'dan daha tehlikeli." dedi.
Çünkü sinsice halkın dinini, müslümanlığı kullanarak ilerliyordu.
Oramiral Güven Erkaya'nın haklılığı 15 Temmuz şeriatçı kanlı fetö terör saldırısıyla maalesef doğrulanmış oldu. TBMM bombalandı....
23 Şubat 1997'de Fatih Camisi'ndeki öğle namazının ardından bir grup, ellerindeki yeşil bayraklarla "Şeriat isteriz!", "Yaşasın Hizbullah!" sloganları atarak yürüdü. İslamcı gazeteci Yaşar Kaplan, "gerektiğinde İslam uğruna şehit olacaklarına" dair bir de açıklama yaptı.
Sonunda MGK toplantısı, 28 Şubat 1997 Cuma günü saat 15.10'da Çankaya Köşkü'nde başladı.
Komutanlardan ilk sözü Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya aldı, sert sözlerle iktidarı eleştirdi. Başbakan Erbakan'a söylediklerinden biri, "Senin ağzından hiç 'Türk' kelimesini duymuyoruz." sözü oldu. Tarihte yer alan bu cümle daha sonra Erdoğan'ın gurup toplantısının ardından basın mensuplarına açıklamalarda "Bir defa onun (Türk Tabipler Birliği) başındaki 'Türk' ifadesi zaten Bakanlar Kurulu kararıdır. Bir defa onun oradan hemen, süratle çıkarılması lazım. Sadece Tabipler Birliği değil, Türkiye Barolar Birliği ile ilgili de aynı şey..." biçiminde vücut buldu ve bu süreç ''milliyetçi gömleği çıkardık'' söylemleri, andımızın kaldırılması biçiminde devam etti.
Sonunda irticayla mücadele kararları alan MGK 9 saat sürdü, "laikliğin Türkiye'de demokrasi ve hukukun teminatı olduğunu" vurguladı. Ordu, kararların hepsinin uygulanmasını istedi.
''TC Anayasası ile tayin edilmiş olan devletin esas nitelikleri değiştirilmeye veya ortadan kaldırılmaya matuf hareketlerde yine silahlı kuvvetler tarafından bertaraf edilecektir'' Asker Anayasını kendisine verdiği görevi yapıyordu yapmasa yasaya uymamış olurdu.
28 Şubat 1997 MGKda Cumhurbaşkanı, Başbakan, Adalet Bakanı, Milli Savunma Bakanı, içişleri Bakanı, Dışişleri Bakanı, Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı, Deniz Kuvvetleri Komutanı, Jandarma Genel komutanı, Hava Kuvvetleri Komutanının oylayarak aldığı kararlarda; Laikliğin Türkiye’de demokrasi ve hukukun teminatı olduğunu sert bir şekilde vurguladı. 28 Şubat 1997’deki MGK kararları hükümete bildirildi. Kararda, laiklik için yasaların uygulanması istendi, tarikatlara bağlı okullar denetlenmeli ve MEB’e devredilmeli, 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmeli, Kuran kursları denetlenmeli, Tevhidi Tedrisat uygulanmalı, tarikatlar kapatılmalı, irtica nedeniyle ordudan atılanları savunan ve orduyu din düşmanıymış gibi gösteren medyaya izin verilmemeli, kıyafet kanununa riayet edilmeli, kurban derileri tarikatların derneklerine verilmemeli, Atatürk aleyhindeki eylemler cezalandırılmalı, deniliyordu.
Başbakan Erbakan, önce kararları imzalamadı.
MGK Genel Sekreterliği ise "kararların uygulanmaması durumunda yaptırımların geleceğini" duyurdu. Erbakan, diğer parti liderlerinden yardım isteyerek MGK kararlarına birlikte karşı çıkılmasını isteyen görüşmeler yaptı fakat aradığı desteği bulamadı.
Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller de MGK kararlarının uygulanacağını açıkladı. 5 Mart günü Erbakan da bildiriyi imzaladı denildi
Erbakan'a yakın isimlerden Şevket Kazan'sa, "Erbakan'ın 18 maddelik kararları imzalamadığını, sadece yeniden oluşturulan 4 maddelik bir bildiriyi imzaladığını" iddia etti.
Erbakan, kararları uygulamadı. Bu süreçte Genelkurmay, "irtica brifingleri" başlattı.
21 Mayıs'ta Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, ‘‘ülkeyi iç savaşa sürüklediğini’’ söyleyerek "laiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı hâline gelmesi" gerekçesiyle RP'nin kapatılması için dava açtı.
3 Haziran'da Susurluk Davası 7 ay aradan sonra DGM'de başladı.
10 Haziran'da Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay başkan ve üyeleri Genelkurmay Başkanlığına çağrılarak kendilerine irtica konusunda özetler verildi.
11 Haziran'daki brifinge Genelkurmay, "irticaya karşı gerekirse silah kullanılacağını" açıkladı. Bu açıklama büyük etki yaptı. DYP'li milletvekilleri DYP'den peş peşe ayrılmaya başladı. İki DYP'li bakan da istifa etti.
18 Haziran'da Necmettin Erbakan başbakanlıktan, başbakanlığı çillere verilmesini isteyerek istifa etti. Ertesi gün, 19 Haziran'da Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükûmet kurma görevini o sırada arkasında TBMM çoğunluğu olan DYP lideri Tansu Çiller'e vermeyip, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'a verdi.
30 Haziran'da Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit ve Hüsamettin Cindoruk'la birlikte ANASOL-D Hükûmetini kurdu.
Hükûmet, 28 Şubat kararlarını uygulamaya başladı.
28 Şubat 1997 MGKda Cumhurbaşkanı, Başbakan, Adalet Bakanı, Milli Savunma Bakanı, içişleri Bakanı, Dışişleri Bakanı, Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı, Deniz Kuvvetleri Komutanı, Jandarma Genel komutanı, Hava Kuvvetleri Komutanının oylayarak aldığı kararlar günümüze kadar uygulanabilseydi Fetö güçlenebilir miydi, 15 Temmuzu yaşar mıydık, irtica tehditi olur muydu?
Tabii ki Fetö güçlenemezdi!
15 Temmuzu yaşamazdık ve tabii irtica tehditi olmazdı.
Öyleyse yasaların izin verdiği MGKdan çıkan, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Adalet Bakanı, Milli Savunma Bakanı, içişleri Bakanı, Dışişleri Bakanı, Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı, Deniz Kuvvetleri Komutanı, Jandarma Genel komutanı, Hava Kuvvetleri Komutanının oylayarak aldığı kararların uygulanamamasının neden olduğu irticacı, şeriaatcı fetö terör örgütünün kalkışması 15 Temmuzcular temizleniyor derken, bu kararı alanlar fetö lehine neden yargılanıyor?
''Fetönün savcısıyım'' diyenler söylediklerinin arkasında mı duruyor?
Erbakan irticai eylemlerini sürdürmek için aradığı desteği bu gün bulmuş görünmüyor mu, tutuklamalara bakılırsa bana, bulmuş gibi geliyor.
2012 yılında TBMM, "Darbeleri Araştırma Komisyonu" kurmuş" ve 28 Şubat'ı darbe olarak gösterip askerî darbeleri araştırmaya başlamıştır. Bu sürecin yargılanması ise 28 Şubat'ta etkin rol oynayanların tutuklu yargılanması ile başlamıştır. Görüldüğü üzere Fetönün dokunulmamış siyasi, ayağına dokunmanın zamanı gelmiştir.
Ergenekon ve Balyoz Fetö terör örgütünün Türk ordusununa kurduğu kumpastı erdoğan ve akp iktidarıda bu kumpasta savcısıyım diyerek yer almıştı fetö terör örgütün amacı irticanın, şeriatın, Cumhuriyeti yıkmasıydı. 28 şubat kararlarının amacı bu tehlikeye engel olmaktı.
28 şubat davasının savcıları Mustafa Bilgili, Kemal Çetin, hakimi Hakan Oruç, Ergenokan ve balyozdaki gibi oluşturulan delilleri sunan Genelkurmay Adli Müşaviri Muharrem Köse FETÖ’den tutuklanıp hapse atıldılar ancak Fetö terör örgütüne hizmetlerini 28 şubat yargılamaları kumpası ile sürdürüyorlar.
14 Nisan 2018 tarihinde kararını açıklayan Mahkeme Heyeti, davada bir çok delilin sahte olduğu anlaşılan, soruşturma ve yargılamayı yapan hakim/savcıların da Ergenekon Balyoz kumpası “FETÖ”den yargılandığını bilerek;
“Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini zorla düşürme veya vazife görmekten men” suçlamasıyla, aralarında dönemin Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Emekli Orgeneral Çevik Bir, Emekli Orgeneral Çetin Doğan'ın da bulunduğu 21 sanığa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildiğini duyurmuştur. Sanıkların duruşmalardaki tutum ve davranışları lehlerine kabul edilerek cezada indirim yapılmış ve ceza, müebbet hapse çevrilmiştir. Sanıklara, yaşları ve sağlık sorunları gerekçesiyle adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir'' demiştir.
9 Temmuz 2021 tarihinde 14 sanığın müebbet hapis cezası Yargıtay tarafından onanmıştır.
19 Ağustos 2021 tarihinde 14 sanık hakkında yakalama kararı çıkartılmıştır.
''TC Anayasası ile tayin edilmiş olan devletin esas nitelikleri değiştirilmeye veya ortadan kaldırılmaya matuf hareketlerde yine silahlı kuvvetler tarafından bertaraf edilecektir'' Yani Asker Anayasanın kendisine verdiği görevi yapıyordu yapmasa yasaya uymamış olurdu.
Bu görevi nasıl yapacağı da TSK iç hizmetler yönetmeliğinin 81 maddesi 1. fıkrasıyla düzenlenmiştir.
''Türk Silahlı kuvvetlerinin vazifesi Türk yurdu ve cumhuriyetini iç ve dışa karşı lüzumunda silahla korumaktır.''
Görüldüğü üzere TSK , Türkiye Cumhuriyetini, kullanma hakkı varken silah kullanmadan korumayı başarmıştır.
TSK O gün ve sonrasında 2013 yılına kadar cumhuriyete karşı faliyetleri durdurmasaydı suç işlemiş olurdu yasaya uymamış olurdu
Şimdiyse yasanın kendisine verdiği görevi yerine getirmekten suçlu bulunuyor
Bu durum sizede Balyoz Ergenekon kumpaslarının uzantısı şu dokunulamayan siyasi ayağının kumpası gibi gelmiyor mu
Bu arada neden 2013 e kadar diyorum çünkü AKP iktidarı bu maddeyi 13 Temmuz 2013 de değiştirdi.
Yeni düzenlemeyle birileri içeriden, cumhuriyeti yıkıp yerine padişahlık sistemi getirmeye kalkarsa, laiklik yerine hilafet şeriat düzeni getirmeye kalkarsa, ülkenin bölünmez bütünlüğüne bayrağına anayasanın değiştirilmesi teklif bile edilemez 3 maddesine dokunmaya kalkarsa TSK lerinin gerektiğinde silahla engel olma görevi yok artık. 13 Temmuz 2013 e kadar vardı. 28 şubatta bu görev yerine getirilmiştir.
Sadece bir misal veriyorum; artık fetö gibi terör örgütüyle birlikte yürüme durumunda, bizi yönetenler, ''aynı secdeye baş koyduklarımızdan zarar gelmez'' diyecek kadar kendi itiraflarından yola çıkarak söylüyorum, ''kandırıldıklarında'' irtica ve şeriata karşı cumhuriyeti koruma görevi artık TC Askerinin değil.
Artık oy verirken iki kere düşünmemiz gerekiyor, özellikle kadınlar; Afganistanı Afganistandaki kadınları görüp iki kere düşünmemiz gerekmez mi, yok aslında iki kere düşünecek de bir şey yok, tabii ki eşit, özgür, onurlu yaşam tarzını yani kendimizi seçeceğiz. Mustafa Kemal Atatürke minnetlerimizle insanca yaşamayı seçeceğiz.
Sahi AKP bu değişikliği neden yapmış olabilir?
Fetö süreci devam mı ediyor, savcısıyım diyenler 28 şubat davasıyla hala görevde mi?
28 Şubat kararlarıyla soruşturma açılınca, ABD’ye kaçan Fethullah Gülen’e uzun zaman; ''hocam dön artık, özledik, hasret bitsin'' diyenlerin özlemleri hasretleri sürüyor mu?
SELMA