Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti ateşkes talebinde bulunur. Ateşkes için Osmanlı Bahriye Nazırı Rauf Orbay ile İngiltere’nin Akdeniz Donanması Komutanı Amiral Sir Somerset Calthorpe başkanlığındaki heyet, resmî görüşmelere 27 Ekim 1918 günü başlar. Calthopre, Londra’nın kendisine gönderdiği ateşkes taslağındaki dört maddeyi okuduktan sonra, bu maddelerin kesin olduğunu ve bu maddeler üzerinde tartışılmayacağını söyler. Bu dört madde kabul edilmezse, diğer maddelere geçilmeyeceğini bildirir. (1)
Bunun üzerine Osmanlı Heyeti, 27 Ekim 1918’de İstanbul’a şu telgrafı çeker:
“Bizim önümüze konan anlaşma metni müttefik devletler tarafından ortak olarak hazırlanmış. Bu metni bizim kabul etme imkânımız yok. Bu metin üzerinde tek tek değişiklik yapma şansımız da yok. Bu aşamada yapılacak bir şey yok. İzin verin İstanbul’a dönelim.” (2)
27 Ekim 1918 günkü telgrafa, 29 Ekim’de İstanbul’dan cevap gelir:
“Sultan VI. Mehmet Vahdettin’in talimatı: Koşullar ne kadar ağır olursa olsun, bir an evvel ateşkes anlaşmasını imzalayın. Zaman içinde İngiliz dostluğunu elde ederiz. Bu sayede bu maddeleri yumuşatabiliriz.” (3)
Padişah Vahdettin, Osmanlı Devleti’ni tarih sahnesinden silecek Anlaşma’nın, “koşullar ne kadar ağır olursa olsun” imzalanması emrini verir.
Mondros Ateşkes Anlaşması, Türk kamuoyuna bir başarı olarak tanıtılır. Osmanlı Mebûsan Meclisi, Mütareke Anlaşmasını oy birliğiyle onaylar. Osmanlı PTT’si, mutlu bir olayı kutlarcasına Mütareke için anma pulları çıkarır. (4)
620 yıllık Osmanlı, bu kutlamalarla tarih sahnesinden siliniyordu.
İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunanların 61 savaş gemisi 13 Kasım 1918’de, Osmanlı’nın başkenti İstanbul’u fiili olarak işgale başlarlar. Ertesi gün gemi sayısı 73’e çıkar. (5)
***
7 Kasım 1918 günü, Mondros Ateşkes Antlaşması gereği Yıldırım Orduları Grubu’nun dağıtıldığını bildiren Saray, Mustafa Kemal Paşa’yı Savunma Bakanlığı emrine görevlendirir.
Paşa, Adana’daki Yıldırım Orduları Grubu Karargâhı’ndan Yıldız Sarayı’na ve hükûmete; “Mütareke ahkâmı kabul edilemez ve ben buna uymayacağım” şeklinde telgraflar çeker. (6)
Mustafa Kemal, 13 Kasım 1918 Çarşamba günü İstanbul Haydarpaşa Tren Garı’na ulaştığında, İstanbul işgal edilmektedir.
Mustafa Kemal Paşa, 13 Kasım 1918’den 16 Mayıs 1919’a kadar 184 gün, yani 6 ay kadar İstanbul’da kalır. 5.5 ayı Şişli’deki evinde geçer. Atatürk’ün Şişli günleri, vatanın kurtuluş reçetesinin yazıldığı ve yeni Türk devletinin planlandığı, tasarlandığı dönemdir.
İstanbul’da; Ali Fuat Paşa, Kazım Karabekir Paşa, İsmet Bey, Rauf Bey, Refet Bey, Ali Fethi Bey gibi Millî Mücadele’de görev alacak isimlerle görüşmeler yapar.
MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN MÜFETTİŞLİK GÖREVİ
Bu dönemde işgal kuvvetleri, İstanbul hükûmetine Samsun ve çevresinde güvenliğin sağlanması konusunda bir nota verirler:
“Samsun ve çevresinde bozulan asayiş nedeniyle, Rum köyleri saldırılara uğramaktadır. Hükûmet bölge asayişini derhâl tesis etmelidir. Belli bir süre içinde bölgede asayiş sağlanmadığı takdirde Birleşik Krallık olarak bölgeye asker çıkaracağımızı ihtar ederiz.”
Nota üzerine, Sadrazam Damat Ferit, İçişleri Bakanı’nı çağırır ve düşüncesini sorar. İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey: “Oraya Mustafa Kemal Paşa’yı gönderelim” der. Damat Ferit artık karar vermiştir. Mustafa Kemal’in Dokuzuncu (sonra üçüncü olacak) Ordu Müfettişliğine atanması onayını, 30 Nisan 1919’da padişahtan alır.
Samsun’da işgalcilere ve Rumlara baskı yapan Türkleri yatıştırmak için Anadolu’ya gönderilmek istenen Mustafa Kemal, böylece bütün doğu vilayetleri için Ordu Müfettişliği yetkisini üstlenmişti. (7)
Mustafa Kemal, Ordu Müfettişlik görevinin verilmesi konusunu şöyle anlatır:
“Bu geniş yetkiyi, beni İstanbul’dan sürmek ve uzaklaştırmak amacıyla Anadolu’ya gönderenlerin bana nasıl verdiklerine şaşabilirsiniz. Hemen söylemeliyim ki, bana bu yetkiyi onlar bilerek ve anlayarak vermediler. Her ne olursa olsun benim İstanbul’dan uzaklaşmamı isteyenlerin buldukları gerekçe, ‘Samsun ve yöresindeki düzen bozukluğunu yerinde görüp önlem almak için Samsun’a kadar gitmek’ idi… O günlerde Genelkurmay’da bulunan ve benim amacımı bir ölçüde sezinleyen kişilerle görüştüm. Müfettişlik görevini buldular ve yetkiyle ilgili yönergeyi de kendim yazdırdım…” (8)
Özetle Mustafa Kemal Paşa, Osmanlı Devleti’ni ve Hanedanı’nı kurtarmak amacıyla değil, kayıtsız şartsız ulus egemenliğine dayanan yeni bir Türk Devleti kurmak amacıyla Anadolu yolculuğuna başladı.
MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN VAHDETTİN’LE GÖRÜŞMESİ
Mustafa Kemal Paşa, 13 Kasım 1918 günü İstanbul’a gelişinden itibaren, 16 Mayıs 1919 tarihine kadar, altı aylık sürede Padişah Vahdettin’le, ‘Cuma Selamlığı’ dâhil toplam altı kez görüşür. Samsun’a hareketinden önce, 16 Mayıs 1919’da Padişah Vahdettin’i son kez ziyaret eder. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı olacak Paşa ile Osmanlı Devleti’nin son Padişahı arasındaki görüşme, uçuruma yuvarlanan 600 yıllık bir devletin hüzünlü bir vedası gibidir.
Mustafa Kemal, görüşmeyi şöyle anlatır:
“Yıldız Sarayı’nın ufak bir salonunda Vahdettin’le âdeta diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağında, dirseğini dayadığı bir masa ve üstünde bir kitap var. Salonun Boğaziçi’ne doğru açılan penceresinden gördüğümüz manzara şu: Birbirine paralel hatlar üzerinde düşman zırhlıları!.. Vahdettin hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı:
‘Paşa Paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir, tarihe geçmiştir.’ Dikkatle ve sessizce dinliyordum. ‘Bunları unutun dedi, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden önemli olabilir. Paşa Paşa, devleti kurtarabilirsin!’
Bu son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin benimle samimi mi konuşuyor? O Vahdettin ki, yabancı hükûmetlerle görüşme girişiminde bulunarak devletini ve saltanatını kurtarmaya çalışıyordu. Bütün yaptıklarından pişman mı idi? Aldatıldığını mı anlamıştı? Kendisine basit cevaplar verdim. ‘Hakkımdaki güven için teşekkürlerimi sunarım. Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime güveniniz.’
Çok iyi anladığım, veliahtlığında, padişahlığında, bütün duygu ve düşüncelerini, eğilimlerini bildiğim adamdan nasıl yüksek ve asil bir hareket bekleyebilirdim? Memleketi kurtarmak gerek, istersem bunu yapabilirmişim. Nasıl? Hemen hüküm verdim: Vahdettin demek istiyordu ki hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek dayanağımız İstanbul’u işgal edenlerin siyasetine uymaktır. Benim görevim, onların şikâyet ettikleri sorunları çözmektir. Eğer onları memnun edebilirsem ve bu siyasete karşı gelen Türkleri uslandırırsam, Vahdettin’in arzularını yerine getirmiş olacaktım. ‘Merak etmeyin efendimiz, düşüncelerinizi anladım, emriniz olursa hemen hareket edeceğim ve bana emrettiklerinizi bir an unutmayacağım.’ ‘Başarılı ol’ dileğinden sonra huzurundan çıktım. Padişahın yaveri, Naci Paşa, benim hocam: ‘Padişahın ufak bir hatırası’ dedi. Kutu kapağının üzerinde Vahdettin yazılı bir saatti. ‘Peki, teşekkür ederim’ dedim…” (9)
***
Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a hareket ettiğinde durum şuydu: İngiltere, Fransa ve İtalya İstanbul’u; İngilizler, Gaziantep, Urfa, Maraş, Samsun ve Merzifon’u; Fransızlar, Adana, Mersin ve Dörtyol’u; İngilizler-Fransızlar, Çanakkale-Boğazı’nı; İtalyanlar, Antalya, Konya, Kuşadası, Marmaris, Bodrum, Fethiye, Afyon ve Burdur’u; Yunanlar, İzmir’i işgal etmişlerdi. Yunan Ordusu, İngilizlerin desteğiyle Küçük Asya Seferi hayaliyle Batı Anadolu’yu işgal edecek ve Ankara yakınlarına kadar geleceklerdi. Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a ayak bastığında, şehirde İngiliz işgal kuvvetleri vardı. Pontusçular sokaklarda kol geziyordu. Halk kendisini koruyamayacak durumdaydı.
VAHDETTİN’İN MUSTAFA KEMAL’İ GÖREVDEN ALINMASI
25 Mayıs 1919’da, Mustafa Kemal Paşa, Havza’ya gelir. 28 Mayıs 1919’da Havza Genelgesi’yle, İzmir işgaline karşı çeşitli bölgelerde gösterilen tepkileri birleştirmeyi ve ülke geneline yaymayı duyurur. Bunun üzerine, Samsun’a çıktıktan 20 gün sonra Savunma Bakanlığı, 8 Haziran 1919’da Mustafa Kemal’i İstanbul’a geri çağırır. Mustafa Kemal bu çağrıya uymaz.
21-22 Haziran 1919’da yayımlanan Amasya Genelgesi’nde, “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” (10) maddesi, yine millî iradeyi işaret eder. Amasya Genelgesi, bir ihtilal beyannamesidir. Mustafa Kemal, Amasya Genelgesi’yle Padişah’a karşı olduğunu açıkça belirtmiş olur. İstanbul Hükûmeti, Amasya Genelgesiyle Mustafa Kemal’in niyetini tümüyle anlar. Bunun üzerine İçişleri Bakanı Ali Kemal, 23 Haziran 1919’da valilere gönderdiği bir genelgeyle, Samsun’a çıktıktan 34 gün sonra Mustafa Kemal’in azledildiğini ve emirlerinin dinlenmemesi gerektiğini bildirir.
Samsun’a çıktıktan 44 gün sonra, 2-3 Temmuz 1919’da, Padişah adına çekilen bir telgrafla bir kez daha Mustafa Kemal’in İstanbul’a dönmesi istenir. Mustafa Kemal oyalar…
Nihayet, Samsun’a çıktıktan 50 gün sonra, 8-9 Temmuz 1919 günü, Padişah’ın imzasıyla görevine son verilir. Mustafa Kemal Paşa, görevden alınma belgesi eline geçmeden ordudan istifa eder.
“BİR MİLLET VAR
KOYUN SÜRÜSÜ”
Mustafa Kemal Paşa, 27 Aralık 1919’da Ankara’ya ulaşır. Bu dönemde, Mebûsan Meclisi’nde 28 Ocak 1920’de Misak-ı Millî kabul edilir. Müttefik devletler, 16 Mart 1920’de İstanbul’u resmen işgale başlarlar. İşgal güçleri, oldukça sert ve bazen de kan dökücü bir şekilde davranırlar. Aynı gün, bazı milletvekillerini de mecliste tutukladılar.
16 Mart 1920’de Rauf Orbay, Meclis Başkan Vekili Abdülaziz Mecdi Tolun ve Konya Milletvekili Vehbi Efendi, Meclis Heyeti olarak saraya giderler. Meclis Heyeti, padişahtan işgale karşı çıkmasını ister. Sultan Vahdettin, bu isteği kabul etmez. Heyeti şöyle uyarır:
“İşittiniz mi beyefendi? Bu adamlar her şeyi yaparlar. Yaptıkları bu kadarla da kalmaz… Daha fazlasını yapmaya cüret edebilirler. Onun için meclisteki konuşmalarınıza dikkat edin.” (11)
Rauf Bey ısrar edince, Vahdettin şöyle cevap verir:
“Rauf Bey! Bir millet var, koyun sürüsü. Buna bir çoban lazım. O da benim.” (12)
Vahdettin, çözümü bulmuştu: Millet koyun sürüsü, kendisi de çoban…
LİDERİN EN ZOR GÜNLERİ
Ankara’da Meclis’in açılmasından hemen sonra, 11 Mayıs 1920’de, Mustafa Kemal Paşa idama mahkûm edilir. Vahdettin, idam kararlarını 24 Mayıs 1920’de onaylar. Ardından, 15 günde İsmet İnönü, Fevzi Çakmak, Ali Fuat Cebesoy, Fahrettin Altay, Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi, Halide Edip Adıvar gibi Millî Mücadele yolculuğuna katılanların bazıları idama mahkûm edilirler. (13)
Mustafa Kemal Paşa, bugünlerde hayatının en sıkıntılı günlerini yaşamaktadır.
Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam adlı kitabında o günleri tarihe not düşerek anlatır:
“Ankara dışında bir tepenin üzerinde iki katlı, soğuk ve çıplak okul binasına kapanarak, gece gündüz didinen, çaba harcayan bu Tek Adam, o günlerde, denebilir ki, kaderiyle tek başına boğuşuyordu. Ne askeri, ne ordusu vardır. Dünyanın en büyük devletlerine karşı çıkmıştır. Padişah onu asi ilan etmiş, başını getirene ödül koymuştur. Anzavurlar, Gavur İmamlar, Saray’a cariye satarak şereflenen Gürcü, Abaza, Çerkez beyleri ayaklanmışlardır. Yerli-yabancı casuslar ortalıkta kol gezmekte, her taşın altında bir yılan kaynamaktadır... Hilafet Ordusu’nun bildirilerini, isyan bölgelerinde; İngiliz konsoloslar, Ermeni doktorlar, Rum komitacıları dağıtmaktadır... Ankara Ziraat Okulu’na dört yandan, azgın bir kin ve düşmanlık dalgası gelmektedir.” (14)
Halide Edip, o sıkıntılı günleri şöyle kaleme alır:
“Genellikle birkaç saat uyuyabilmek için sabahın erken saatlerinde odalara çekilirdik. Fakat uyumak mümkün olmazdı. Hilafet Ordusu mensuplarının ne zaman bizim yerimizi de basıp, yatağımızda bizi boğazlayacağını tahmin edemiyorduk. Hepimiz yorgunluktan bitkin haldeydik. Mustafa Kemal Paşa’yı o günlerdeki kadar yorgun, üzgün ve bazen de ümitsiz görmüş değilim.” (15)
***
1920’de, Şeyhülislam Dürrizade Abdullah, “Mustafa Kemal ve arkadaşlarıyla millî mücadeleye katılanları kâfir ilan eden ve katlinin vacip” olduğunu bildiren fetvayı Sadrazam Damat Ferit ve Padişah Vahdettin’in onayıyla çıkarır. Padişah Vahdettin, 13 Mayıs 1920’de Millî Mücadele kuvvetlerine karşı işgalcilerle birlikte savaşan Kuvayı İnzibatiye isyancısını Mecidiye Nişanı ile ödüllendirir.
İşte Millî Mücadele yolculuğu, bu sıkıntılı, engellerle dolu koşullarda gerçekleşir. Ancak, modern bir Türkiye’nin doğuşu için atılan ok yaydan çıkmış, Türkiye Cumhuriyeti’nin doğum sancıları başlamıştı. Tarihin akışında Mustafa Kemal’in üstlendiği görev, milletinin kaderine damgasını vuracak ve işgal devletlerinin hayallerini yerle bir edecekti. Tarihin kıskandığı lider, tarihin akışında kendisini bekleyen görevlere vatan ve millet sevgisi rüzgârıyla hızla koşacaktı… Engellere, nankörlüklere, hainliklere ve yokluklara rağmen…
--------------------------
Kaynakça:
(1) Ali Fuat Türkgeldi, Mondros ve Mudanya Mütarekelerinin Tarihi, Türk Devrim Tarih Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1948, s. 34.
(2) İhsan Şerif Kaymaz, “Mondros: Bir Ateşkesin Tahlili”, Gazi Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi, Yüzyıl Dergisi, Ankara, 2008, s. 256.
(3) Kaymaz, agm., s. 259.
(4) Hürriyet, 14 Mart 2007.
(5) Genelkurmay ATASE Arşivi, 1-4 Kısım 51, F 28-30.
(6) Kenan Kıl, Mondros Mütarekesi’nin İmzalanmasından Samsun’a çıkışına Kadar Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’daki Faaliyetleri, Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılapları Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
(7) Turan Akıncı, İşgal/ İstanbul’da Yabancı Güçler (1918-1923), Remzi Kitabevi, İstanbul, 2020, s. 102.
(8) (13-15) Kemal Atatürk, NUTUK, Hazırlayan: Taha Mazman, B Yayın, İzmir, 2009, s. 24.
(9) Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün Hatıraları (1914-1919), Pozitif Yayınları, İstanbul, 2019.
(10) Hamza Eroğlu, Türk İnkılap Tarihi, Savaş Yayınları, Ankara, 1990.
(11-12) Rauf Orbay, Siyasi Hatıralar, Örgün Yayınları, İstanbul, 2019, s.244.
(13) Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C.3, TTK, Ankara, 1995.
(14) Ş.S.Aydemir, Tek Adam, II.Cilt, Remzi Kitabevi, 1981, s. 219-220.
(15) H.E Adıvar, Türkün Ateşle İmtihanı, Atlas Kitabevi., 1994, s. 124.